27 Nisan 2015 Pazartesi

ERMENİ SORUNU-V “Ermeni Tehciri: Meşru Bir Güvenlik Tedbiri”

    Birinci Dünya Savaşı’na girilmesi büyük fırsat olarak görüldü
    Osmanlı ordusu 1914 Ağustosunda seferberlik ilân etmiş ve 1 Kasım 1914 günü Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’na girilmesi büyük fırsat olarak görüldü. Ermeni Komiteleri, olası bir Türk-Rus savaşında Rusya tarafında yer alacaklarını beyan ettiler. Taşnak ihtilal komitesi merkezini İstanbul’dan Erzurum’a taşıdı.
   XVII. yüzyıldan bu yana Türkler ve Rusya arasında yapılan savaşlarda iki tarafın kullandığı en fazla kuvvet Doğu Cephesi’nde olmuştur
  Doğu Cephesinde de Ruslar saldırıya geçmişlerdi. 1915 yılında kuzeyde Arhavi’den güneyde Erciş’e kadar 350 km’lik bir cephede ve bütün istikametlerde Ruslar 141 piyade taburu, 69 süvari bölüğü, 60 milis müfrezesi ve 445 top; Türkler ise 122 piyade taburu, 40 süvari bölüğü, 10.000 Aşiret Süvarisi ve 122 top ile harekât yapmışlardır. Toplam bölgede 270-550 bin insan harekâta iştirak etmiştir. 1917 yılında Rus ordularında bir milyona yakın insan bu bölgede harekâta katılmıştır.
   Osmanlı İmparatorluğu’nun ezeli düşmanı olan Rusya ile XVII. yüzyıldan bu yana yapılan savaşlarda iki tarafın kullandığı en fazla kuvvet Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde olmuştur.
   Bogos Nubar: “Yaklaşık 200.000 Ermeni askeriyle Osmanlı İmparatorluğuna karşı İtilâf kuvvetlerinin tarafında savaştıklarını” belirtmiştir
    Birinci Dünya Savaşı başlamasıyla birlikte Rusya’yı desteklemek ve Rusya yanında savaşma kararı alan Ermeni komiteleri, Doğu Anadolu’da çeşitli çetecilik ve isyan hareketleriyle Rus ordularına yardımcı oldular. 
   Rus tarihçilerine göre, savaşın en başında Rus ordusu içerisinde Osmanlı Ermeni’si 23 birlik vardı. Bu ise kabaca 11.500 askere karşılık geliyordu. Ayrıca sadece Kafkas bölgesinde Ruslar için savaşan 40.000 silâhlı Ermeni gönüllü vardı. Aynı zamanda Türkiye’nin her yanına yayılmış Ermeni gönüllü birlikleri vardı.
  Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki bu kaçakların ve/veya işbirlikçilerinin sayısı asla tam olarak bilinmeyecektir. Bogos Nubar Paşa Fransa Dışişleri Bakanlığına yazdığı mektuplarından birinde yaklaşık 200.000 Ermeni askeriyle Osmanlı İmparatorluğuna karşı İtilâf kuvvetlerinin tarafında savaştıklarını belirtmiştir. 
  Bu rakamlar dikkate alındığında, Osmanlı Ermenilerinin, Osmanlı İmparatorluğunun işgâl edilen topraklarında Rusların “beşinci kolu” haline geldiğini yazan Toynbee’nin ne kadar haklı olduğunu gösterir.
   Osmanlı Meclis-i Mebusan’da milletvekili olan Ermeniler bile ihanette yerlerini almakta gecikmediler
   Osmanlı Meclis-i Mebusan’da milletvekili olan Ermeniler bile ihanette yerlerini almakta gecikmediler. Garip olan odur ki, Türk Devleti’nin düştüğü zaaftan istifade ile ihanet şebekelerine mensup bir çok Ermeni ve Rum milletvekili olarak Meclis’e girmişlerdi. Öyle ki bunlar arasında Osmanlı Bankası baskınında rol alan Erzurum milletvekili Vartes Efendi ile Kumkapı ayaklanması’nın ve Birinci Sason isyanının elebaşları arasında bulunduğu için zabıta tarafından aranmakta olan Hamparsum Boyacıyan bile vardı.
    Nitekim bu Ermeni Mebusları hemen cepheye koşarak çetelerinin başına geçtiler. Erzurum mebusu Karakin (Garo takma adıyla), Kozan mebusu Hamparsum Boyacıyan (Murat takma adıyla), Van mebusu Vahan Papazyan fiilen savaş içinde ve çetelerinin başına geçmişlerdi.  
     Van’da Ermeni İsyancılar “Vaspurakan Muvakkat Hükûmeti” ni kurdular
  Savaş öncesinde Meclis-i Mebusan’da Ermeni azınlığın lideri olan Erzurum mebusu Karakin Pastırmacıyan, Türk Ermenileri arasında ihtilali organizi etmek için Rusya’ya kaçmıştı. Pastırmacıyan daha seferferliğin başında çetesiyle Van’a saldırmış, 20.000 kişilik bir kuvvetle şehri işgal etmişti. İşgalden sonra Van’da Aram Manukyan’ın yönetiminde “Vaspurakan Muvakkat Hükûmeti” kuruldu. Van mebusu Vahap Papazyan ve Muş mebusu Keygam Efendi de Pastırmacıyan’ın paralelinde faaliyet göstermişti. Meclis-i Mebusan toplantılarına katılmayan Papazyan, Muş’ta çetelere katılıp onları yönetirken öldürülmüştü.
   24 Nisan 1915: Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evraklarına el konulması ve komite elebaşılarının tutuklanması kararı verildi
  Olayların ulaştığı bu aşamada ciddi önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Dahiliye Nazırı Talat Bey’in imzasıyla yayınlanan bir tezkere 24 Nisan 1915’te yürürlüğe girmiş, Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evraklarına el konulması ve komite ele başılarının tutuklanması istenmiştir. Bunun üzerine Taşnaksutyan’ın önde gelen 235 üyesini tutuklanmıştır. Günümüzde bu tarih “sözde Ermeni soykırımı başlangıcı olarak kabul” edilir.
   Aslında çok daha önce Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girdikten sonra Ermeni komitelerinin düşmanla işbirliği yaptığını ve Anadolu'da birbiri ardına isyanlar çıktığını haber alınca, hadiselerin yatışacağı zannıyla kesin bir tedbir alma yoluna gitmemiştir. Ancak Ermeni mezalimi artınca Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Ermenilerin düşmanla işbirliği yapmaya devam etmeleri halinde çok şiddetli tedbirler alınacağı ihtarında bulunmuştu. Buna rağmen  Ermeni saldırı, isyan ve ihanetinin önüne geçilmesi mümkün olmamıştır.
   Osmanlı Devleti, Türk Ordusu’nu arkadan vuran, katliamlarına devam ederek müslüman halkı etnik arındırma maksadını güden, top yekun imhaya yönelen Ermeni komite merkezlerini ve Ermeni çetelerince birer fesat yuvası haline getirilen yerleşim birimlerini kontrol altına alamamıştır. Bu komite merkezlerini dağıtmak ve düşmanla işbirliği yapan Ermenileri başka bir bölgeye göndermek, onları savaş bölgesi dışında daha güvenli alanlarda iskân etmek istemiştir.
    Arthur Tremaine Chester, “The New York Times, Current History” adlı dergide dergisinde yayımlanan bir makalesinde tehcir kanununu Amerikan halkına açıklamak için şu satırları yazmıştır: “Ordunun gerisindeki vilayetlerde büyük bir Ermeni nüfusu vardı ve Rusların Türkleri yenilgiye uğratmaları için mükemmel bir fırsat olduğunu hisseden bu insanlar ordunun gerisinde ayaklanarak ve orduyu ikmal üssünden ayırarak bu şansı kesinleştirmeye karar verdiler. Buna paralel hayalî bir tablo oluşturmama izin verin. Meksika’nın savaştığımız güçlü bir rakip ülke olduğunu ve işgâlci düşmanı engellemek için Meksika sınırına ordu gönderdiğimizi düşünün. Bir de yalnızca ordumuzdaki zencilerin düşmana teslim olduğunu değil, aynı zamanda yurt içinde kalanların da teşkilâtlanarak ana ikmâl yolumuzu kestiğini düşünün. Bir halk olarak bizim, özellikle de Güneylilerin zencilere ne yapmasını beklerdiniz? Örneğimizdeki zencilerin Ermenilerin Türklere karşı tutumuyla karşılaştırıldığında beyazlardan nefret etmek için on kat daha fazla sebebi bulunmaktadır.”
    14 Mayıs 1915'te Tehcir (Yer değiştirme) kanunu uygulamaya sokuldu
    Ermeni terör örgütlerinin katliamlarını önlemek, halkı korumak, asayişi sağlayabilmek ve düşmanla işbirliğinin önüne geçmek için Ermeni Tehciri   kararı alındı. 
     Tehcir Kanunu olarak bilinen; fakat geçici kanun mahiyetinde olan ve asıl adı "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için asker tarafından uygulanacak önlemler hakkında geçici kanun" Rumî takvime göre 14 Mayıs Miladi takvime göre 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edilmiştir. Kanun, 1 Haziran 1915 günü dönemin resmî gazetesi Takvim-i Vekayi'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre:
1. Seferde ordu, kolordu ve tümen komutanları, bunların vekilleri ve bağımsız bölge komutanları, ahali tarafından herhangi bir surette hükûmetin emirlerine ve ülkenin savunmasına, güvenliği korumaya ilişkin uygulamalara karşı koymak, silahla saldırı ve direnme görürlerse, derhal askerî kuvvetlerle şiddetli biçimde cezalandırmaya ve direnmeyi esasından yok etmeye izinli ve mecburdur.
2. Ordu, müstakil kolordu, tümen komutanları askerî icaplardan dolayı veya casusluk ve hainliklerini hissettikleri köyler ve kasabalar ahalisini, tek tek veya topluca diğer yerlere sevk ve iskân edebilirler.
3. İşbu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir.  
     Topyekun bir Tehcir yapılmadı. “Düşmanla işbirliği yapan, masum halkı katleden ve isyan çıkaran Ermeniler Tehcir'e tabi oldular
     Sevk ve iskân kararına bakıldığında sevk ve iskân edilecek Ermeniler “Düşmanla işbirliği yapan, masum halkı katleden ve isyan çıkaran Ermeniler şeklinde tarif edilmektedir.” 
   Yine başka bir belgede, “Hükûmet Ermenilerin bulundukları yerden alınarak fesat çıkarmasına imkân bulamayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sevk işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını istemektedir.”
  Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı belgelere göre, aşağıdaki gruplar nakledilmeyecekti:
- Protestan ve Katolik Ermeniler,
(Başlangıçta tehcirden tamamen muaf tutulmuşlardı ancak zaman içerisinde değişen koşullardan dolayı bazı Katolik ve Protestan gruplarının uzağa gönderilmesi gerekiyordu. Yine de, bu gruplar arasında büyük nakiller olmadı.)
- İstanbul, Edirne, Aydın, Bursa, İzmir, Antalya, Kütahya, Kastamonu ve pek çok diğer batı şehirlerinde yaşayan Ermeniler,
- Ermeni askerleri ve aileleri,
- Osmanlı ordusunun sıhhiye kadrolarındaki subaylar ve diğer çalışanlar ve aileleri
- Osmanlı Bankasının İstanbul’daki ve vilayetlerdeki şubelerinde çalışan görevliler,
- Tekel (Reji) ve Duyun-u Umumiye’de çalışanlar,
- Yabancı konsolosluk çalışanları,
- Postane çalışanları,
- Ermeni ve misyoner okullarındaki öğretmenler ve aileleri,
- Hastalar, körler ve diğer özürlüler, vd.
      Sırf Ermeni olduğu için insanlar sevk edilmemiştir
    Günümüzde Ermeni sevk ve iskânı denildiğinde hiçbir fark gözetmeden bütün Ermenilerin böyle bir muameleye tâbi tutulduğu iddia edilmektedir. Yukarıda ifade edilen belgeden anlaşılacağı üzere; tehcir kararının uygulanması çok sınırlı olmuş, anarşi ve teröre bulaşmamış, belirli özelliklere sahip olanlar istisna tutulmuştur. Katolik ve Protestan Ermeniler arasında tehcir edilen yoktu.
Mesela arşiv belgelerine göre;
    Adana‘da 14 bin Ermeni tehcire gönderilirken 16 bin Ermeni yerinde kaldı.
   Harput'ta 51 bin Ermeni tehcire gönderilirken 4 bin Ermeni yerinde kaldı.
   Sivas’ta 136 bin 84 Ermeni tehcire gönderilirken 6 bin 55 Ermeni yerinde kaldı.
   Afyon‘da 5 bin 769 Ermeni tehcire gönderilirken 2 bin 222 Ermeni yerinde kaldı.
    Maraş‘ta hiç tehcir olmadı, 8 bin 845 Ermeni yerinde kaldı. 
  Aslında Amerikan diplomatları ve misyonerlerinin raporları muaf tutulan Ermenilerin sayısının 300.000-350.000 arasında vermektedir.
     27 Mayıs 1915 tarihli kanun ve 10 Haziran 1915 tarihli emir yazılarından da anlaşılacağı gibi, Talat Paşa'nın başlattığı ve Meclis'in de uygun gördüğü yer değiştirme uygulaması, "doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgeleri" kapsamaktadır. Bunlardan birincisi Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Çünkü Ermeniler bu bölgelerde düşmanla işbirliği yapmakta ve onların çıkarma yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmaktaydılar.
    "Savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak önlemleri" içeren kanun, tamamen devleti ve kanun düzenini korumaya yönelik bir yetki kanunudur. En önemli özelliklerinden biri ise; "kanun metninde herhangi bir etnik grup veya zümrenin adından söz edilmemiş ve hatta ima dahi edilmemiş" olmasıdır. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere göç ettirilerek yerleştirmeye tabi tutulmuştur.
     Tehcir edileceklere en az iki hafta önce bildirim yapılmıştır
    Ermeni tarihçiler ısrarla “İttihat ve Terakkinin merkezi kadrolarının bir imhâ programı başlattığını, bu amaçla da Anadolu’daki Ermeni nüfusunu “ölüm yürüyüşü” için Mezopotamya çöllerine gönderdiğini, yolculuk için verilen sürenin çok kısa olduğu, gerekli hazırlıklar yapılmadan kitlelerin nakledildiği iddia etmişlerdir
    Türk ve Amerikan arşivlerindeki belgeler bu iddiaların yalan olduğunu ortaya koymaktadır. Her şeyden evvel, bazı şehirlerde 24 saat ile 48 saat arasında değişen sınırlı bir sürede tehcir edilen Ermeniler vardı. Fakat arşiv belgelerine göre, iki gün içerisinde nakledilenler köylüler değil, Ermeni komite üyeleriydi. Hepsi de erkekti. Güvenlik sebeplerinden ötürü tutuklanarak derhal farklı şehirlerdeki hapishanelere gönderildiler. 
   Bununla birlikte, diğer yerlerde insanlara hazırlık yapmaları için en az iki hafta verildiği inkâr edilemez. Pek çok şehirde ilk konvoylar Temmuz’un ilk haftası içinde yola çıktılar. Bu ise kanunun Resmi Gazetede yayımlanmasından kabaca 35 gün sonrasına denk geliyordu. Bu nedenle, Ermenilerin bir yolculuğa apar topar gönderildikleri, hazırlanmak için yeterli zamanlarının olmadığı ve yolculuk sırasında çok sayıda zayiat verdikleri doğru değildir.
    ABD resmi kaynaklarına göre 486 bin, Osmanlı kayıtlarına göre ise 413.067 kişi tehcir edilmiştir.
   1893 nüfus sayımına göre, 1 milyon bin 465;  1906 nüfus sayımına göre, 1 milyon 120 bin 748; 1914 nüfus sayımına göre, 1 milyon 122 bin 850 Ermeni vardı. 
   ABD resmi kaynaklarına göre 486 bin, Osmanlı kayıtlarına göre ise 428 bin 758 kişi Tehcir edilmiştir. 
  Tehcir, öncelikle Erzurum, Bitlis, Van, Mersin ve İskenderun bölgelerinde uygulanmıştır. Daha sonra isyan çıkaran ve Ermeni komitecilerine yataklık yapan diğer vilayetlerdeki kişiler tehcire tabi tutulmuştur. Bu kanuna göre, ayaklanma hazırlığı içinde olan Ermeniler İç ve Doğu Anadolu'dan güneye, o zaman sınırlarımız içinde bulunan ve “nispeten tüm savaş cephelerinden uzak” olan Suriye ve Irak'a göç ettirilmiştir.
     Göç ettirilen bütün Ermenilerin kamplara yerleştirilmediğini, pek çoğunun Şam, Halep, Ma’an, Resulayn (Ceylanpınar), Rakka ve Deyr-i Zor’daki evlere yerleştirildiğini söylemek gerekir
    Bu insanlar iddia edildiği gibi Mezopotamya’nın çöllerine sürülmemişlerdir. Tuğamiral Colby M. Chester, Eylül 1922’de The New York Times’ın çıkardığı aylık Current History dergisine şöyle yazmıştır:
"…Ermeniler, yaşamaya elverişsiz ve gelişme imkânlarının olmadığı dağlık bölgelerden Suriye’nin en güzel ve verimli bölgesine gönderildiler. Dağları aşarak gelenler Mezopotamya’ya yönlendirildiler. Burada iklim New Yorklu milyonerlerin her yıl sağlık ve tatil için seyahat ettikleri Florida ve Kaliforniya’daki kadar yumuşaktır. Tüm sevk ve iskân uygulaması çok büyük para ve çabaya mal oldu. Dışarıda hakim olan genel düşünce Ermenilerin hepsinin, veya en azından pek çoğunun, öldürüldüğü yönündeydi… Bu sürede topyekûn katledilmeyen ve hali vakti yerinde olan mülteciler (isteyenler) geri döndüler.
      Ermenilere kötü muamele eden kişiler cezalandırılmıştır
    Tehcir başlayınca bazı Osmanlı yetkilileri, memurları ve bunun dışında da özel kişilerin şu veya bu şekilde Ermenilere kötü muamele ettiği, soymaya çalıştığı, bazı kişilerin ölümüne neden olduğu biliniyor.     İstanbul Hükümeti, bunu çok hassas karşılamış, bin 647 kişiyi mahkemeye vermiştir. Bunlardan 500'ü hapse, 60'ı aşkın kişi ağır hapse, 67 kişi de idama mahkum olmuştur. 
     Yani Osmanlı, bu tehcir işinin iyi bir şekilde cereyan etmesini istemiş, böyle olmadığını görünce de yargı yoluyla tepkisini ortaya koymuştur.
    15 Mart 1916 tarihinde ise genel bir emir ile tehcirin tamamen sona erdiği bildirildi
     Tehcir kararı kapsamında gerçekleştirilen sevk ve isyan faaliyetleri 25 Kasım 1915’te vilayetlere gönderilen bir emirle geçici olarak durduruldu. 15 Mart 1916 tarihinde ise genel bir emir ile tehcirin tamamen sona erdiği bildirildi. Bu esnada henüz iskan edilecekleri bölgelere ulaşmamış Ermenilerin bulundukları yerde yerleştirilmelerine karar verildi.
    Bu tarihten önce, 29 Ağustos 1915 tarihinde Talat Paşa’nın vilayetlere gönderdiği telgrafta şu sözler geçiyordu: “… Hükümetin dileği, halihazırda sevk ve iskan edilmiş Ermenilerin yanı sıra başka hiçbir Ermeni’nin yerinden edilmemesidir.  Daha önce de duyurulduğu gibi, asker aileleri, gerekli ölçüde esnaflar, ve Protestan ve Katolik Ermeniler sevk edilmeyecek.”
    Talat Paşa, 24 Kasım tarihli bir başka telgrafta ise şöyle diyordu: “Ermenilerin sevki kararı yürürlükten kalktığı için artık sevk ve iskan edilmek üzere Ermeni konvoyları oluşturmak uygun değildir.  Bu sebeple, eğer incelemeler sevki gereken tehlikeli kişilerin varlığını ortaya koymuşsa bizim önceden bu kişilerin isimleri ve sayıları hakkında bilgilendirilmemiz gerekir.”
    Ermenilerin “soykırım”dan bizzat sorumlu tuttukları isimlerden olan Talat Paşa’nın bu sözleri topyekun bir ortadan kaldırma niyetinin olmadığını gösterir niteliktedir. 
    Bununla beraber, tehcir kararının yürürlükten kaldırılması sürecinin hemen ve sorunsuz bir şekilde uygulanmaya başlandığını söylemek de mümkün gözükmemektedir.  Hükümet, 1915 Ağustos’unun sonlarından itibaren bu kararı birçok defa yinelemek durumunda kalmıştır.
     18 Aralık 1918’deki kararname ile Ermenilerin evlerine dönebileceği açıklandı. Ermeni Patrikhanesi’nin 1921 tarihli kayıtlarına göre 644.900 Ermeni evlerine geri dönmüştür.  Kimi Türkiye’de kalmış, kimi Avrupa, Amerika, Asya ülkelerine gitmiştir.
     Tehcir sırasında bir çok Ermeni Yaşamını yitirmiştir
  Tehcir edilenlerden 56 bin 610 Ermeni iskan bölgesine ulaşamamıştır. Bunlardan;
500 Ermeni, Erzurum-Erzincan yolunda;
2 bin Ermeni, Mardin yolunda;
5 binden fazla Ermeni, Dersim bölgesinde öldürüldü.
Katledilenlerin toplam sayısı 9-10 bin idi.
Tifo, dizanteri gibi hastalıklardan 25 bin ile 30 bin arasında Ermeni öldü.
Diğerleri kayıptı; yurt dışına kaçtıkları tahmin ediliyor. 
 Ermeni ve yandaşları ise, 1.500.000 kişinin bilinçli bir şekilde Tehcir sırasında katledildiği iddiasını sürdürüyorlar. 
 Tehcir tedbiri, Ermeni kıyımından Doğu Anadolu’yu kurtaramamıştır.
      Ermeniler doğuda Ruslarla, güneyde Fransızlarla ve İngilizlerle birlikte Osmanlı ordusuna saldırmışlar ve masum halkı katletmişlerdir. İşgal altındaki Türk toprakları üzerinde Ermeni’den başka grup bırakmayarak çoğunluğu sağlamak için Türklere soykırım yapılmıştır. Ermeni işgalinden bölge kurtarılıncaya kadar bölgede istilaya uğramayan, zarar görmeyen şehir, kasaba ve köy kalmamıştır. 
    1916 Temmuz’unda Ruslar Erzincan’a kadar ilerlemişlerdi. 1917 Ekim Rus devriminden sonra Ruslar geri çekilmeye başladılar. Meydan Ermenilere kaldı.
   15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Ermeni zulmünü şöyle anlatır;  ‘’15 Şubat’ta Erzincan’ı aldık. Ermeniler pek az karşı koydular. Güzel yapılar ve kışlalar yakılmıştı. Bazılarının içini insanlarla doldurup yakmışlardı. İçi cesetlerle dolu kuyular çoktu. 21 Şubat’ta Bayburt’a geldik. Buradaki cenazeler insanın aklını oynatacak kadar çoktu. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar samanlıklara doldurulup yakılmış, gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğer ve kalpler görülüyordu.  Müfrezem 22 Şubatta Mamahatun’u(Tercan’ı)işgâl etti. Burada sağ kalan kimse bulunamadı. Ermeniler bütün ahalisini öldürüp büyük çukura doldurmuşlardı. Her taraf yanıyordu. Aşkale ve Yeniköy’de ise aynı manzara vardı. Bunları görünce Erzurum’daki kardeşlerimizin imdadına koştuk. 11 ve 12 Mart’ta Ilıca ve Erzurum’u aldık. Erzurum’da öyle acıklı manzaralar gördük ki, insanı insanlıktan iğrendiriyordu. Halk gözyaşı ile şuraya buraya koşuyor, kimi babasını, oğlunu süngülenmiş veya yakılmış buluyordu. Birçok sokakta hiç hayat görülmüyordu. Yerlerde çocuk, kadın, yaşlı kanlar içinde yatıyordu. İstasyon sanki bir mezarlık gibi ölülerini dışarıya fırlatmıştı...’’
     Güney Anadolu’da Fransız-Ermeni işbirliği 25 Kasım 1918 de Adana bölgesinde başlayan Fransız ve Ermeni işgâlini  ‘Milli Mücadele’de Develi’ adını taşıyan eserde Mehmet Özdemir, tanıklar ve belgelerle şöyle anlatmaktadır; ’’Fransızlar ikindi üzeri şehre girdiler. Kiliselerin çanları çalınıyordu. Ermeni evleri, dükkânları, çarşı, pazar itilâf devletleri ve Ermeni bayrakları ile donatıldı. Fransızlarla birlikte gelen Ermenilerin 70 bini Adana ile köylerinde, 12 bini Dörtyol’a, 8 bini Haçın’a (Saimbeyli) ve geri kalanı Osmaniye, Kadirli ve Kozan’a yerleştirilmişti. Ermeni terör ve zulmü Türkleri canından bezdirmişti. Çukurova Türkleri herşeylerini bırakıp Develi ve Kayseri’ye doğru kaçtılar.’’  
      Bu dönemi araştıran Prof. Justin McCarty “Ölüm ve Sürgün” isimli eserinde Ermeni Lejyonu hakkında önemli bilgiler veriyor; ’’Fransız Doğu Lejyonu topluluğunun bir parçası olan Ermeni Lejyonu, 4 tabura bölünmüş, yaklaşık 5 bin askerle subaylardan oluşuyordu ve bunlar Mısır’da birliğe yazılmışlardı. Birlikteki askerler Anadolu’dan gelme Ermeni sığınmacılar, Yakın doğunun diğer bölgelerinden gelen Ermeniler, Avrupa’dan hatta Amerika’dan gönüllü gelmiş Ermenilerdi. Daha işin başından beri, lejyonun amacı açıktı. Ermeni subayların belirttiği üzere, lejyon mensupları düzenli Fransız ordusunun birliklerindeki askerler gibi Fransa’yı düşmana karşı savunmak için değil, özellikle Türklere karşı savaşmak için ve yalnız bunun için kendine özgü bir topluluk olarak askere alınmışlardı.”
    Prof. Justin Mcarty  yine ‘’Ölüm ve Sürgün’’ adlı eserinde “Doğu Anadolu genelinde, 1912-1922 arasında öldürülen Türk-Müslüman sayısının 1 milyon 250 bin civarında olduğunu, bazı şehirlerin nüfusunun yarıdan fazla azaldığını, bu sayıların ifâde ettiği çilelerin derinliğinin idrake sığmadığını, bunun târihin gördüğü en büyük felâketlerin üzerinde olduğunu ” yazmaktadır.
       Bunlara ilişkin arşivler taranmış durumda, belgeler de teker teker toplanarak 2000 yılında Arşivler Genel Müdürlüğü'nce iki kitap halinde yayınlandı. Eldeki belgelere göre, rakamları topladığınız takdirde 518 bin kişinin Ermeni çeteleri tarafından öldürüldüğünü kesinleşmiştir. Bu, 1914-1921 yılları arasındaki rakamdır.
      Ve İTİRAF
 Ermenistan'ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni 1923 yılında Bükreş'te Taşnak (Tasnaksutyun) Partisi toplantısına sunduğu raporda gerçeği itiraf etmektedir. Bu rapor sunulduktan sonra Ermenistan da yasaklanmıştır ve ayrıca farklı dillerde kitap haline getirildikten sonra tercümeleri de Avrupada'daki pek çok kütüphanede toplatıp yok edilmiştir.
 “….1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı dönemde, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı.     …..Türklere karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için savaştık bile. Artık hepimiz Türklerin düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. “Türkiye’den denizden denize Ermenistan” talep etmekteydik. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmi çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık. Öldük ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz ki?
     ……Askeri operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya’ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin milli mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaat ettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiçbir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan’ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik.
   Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin sözlerine büyük önem vererek, kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.
    1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir tehcire tâbi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Rus hükümetine karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temelsizse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi.
  Kaderden şikâyet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur. Bu bizim (hastalıklı) milli psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun Partisi de bundan kaçamamıştır. Osmanlı’dan, Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan talep ettik. Derhal gönüllü birlikleri oluşturduk, Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaat ettiği Ermenistan hayali vardı, gerçeği göremedik.”
       1922 yılında Sakarya Zaferi sonrasında Malatya’dan Ermeniler adına TBMM’e çekilen telgraf, Ermeni toplumu üzerinde oynanan oyunları ifade eden çarpıcı bir örneği oluşturmaktadır:
   “Aynı vatanda asırlarca saadet hissiyle kardeş olarak yaşadığımız, daha doğrusu yabancıların kışkırtmalarına alet olduğumuz zamana kadar bir peder şefkatiyle himayesinde mesut olduğumuz, en kabahatli günlerimizde bile affa mazhar olduğumuz büyük kalpli Türklerin şu esnada unsurumuza hakaret ve mezalimde bulundukları hakkında bir takım iftiralar, milletimizi müttefiklerine oyuncak ederek mahvımıza sebebiyet veren Avrupa hükûmetlerinin parmağıyla basına aksettiğini üzüntüyle öğrendik. Biz gayrimüslimler Türk vatandaşlarımızdan hiçbir zulüm ve hakaret görmediğimizi, hiçbir Avrupa kuvvetinden yardım ve merhamet istemediğimizi, kendilerini azınlıkların hamisi ilan edip, küçük milletleri kendi siyasî emellerine kurban eden Avrupa hükûmetlerinin bizimle uğraşmamalarını rica ettiğimizi bütün insanlığa ilân ederiz.”  
    Emperyalist devletlerin Ermeniler üzerindeki oyunlarını en iyi bir şekilde kendiside bir Ermeni olan Levon Panos Dağbayan yazmıştır. Ermeni asıllı bir ailenin çocuğu olarak 11 Kasım 1933 yılında İstanbul’da doğan Dağbayan: 
  “Ermeniler asırlarca Türklere her dalda şerefli hizmetlerde bulunmuşlardır. Ne var ki Türkiye üzerinde gizli emeller peşinde olan İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi bir takım Batılı devletler,  kendi menhus gayelerine erişebilmek maksadı ile din kardeşliği efsunu ile Ermenilerin fikrini çelip,  mezheplere bölmüş ve zamanla kendi hâkimiyetleri altına alarak Türkiye’ye karşı ayaklandırmışlardır.” ve “Ermeni Milletine  “Haçlı Milletler” değil, bizzat İslam Türk Milleti hemen her şekilde imkân tanımış ve ona sahip çıkmıştır.”  
   Günümüzde  Ermenilerin ne istedikleri bir sonraki yazının konusu olacaktır. 

1 yorum:

maeganfagerberg dedi ki...

Titanium Pickaxe Terbaik - TITONIAART.com
Titanium Pickaxe where is titanium found Terbaik. In this titanium oxide formula paper, we will be presenting a diagram of the entire plant structure titanium flash mica that babyliss pro titanium hair dryer is based on the current conditions on titanium teeth dog the