27 Nisan 2015 Pazartesi

ERMENİ SORUNU-V “Ermeni Tehciri: Meşru Bir Güvenlik Tedbiri”

    Birinci Dünya Savaşı’na girilmesi büyük fırsat olarak görüldü
    Osmanlı ordusu 1914 Ağustosunda seferberlik ilân etmiş ve 1 Kasım 1914 günü Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’na girilmesi büyük fırsat olarak görüldü. Ermeni Komiteleri, olası bir Türk-Rus savaşında Rusya tarafında yer alacaklarını beyan ettiler. Taşnak ihtilal komitesi merkezini İstanbul’dan Erzurum’a taşıdı.
   XVII. yüzyıldan bu yana Türkler ve Rusya arasında yapılan savaşlarda iki tarafın kullandığı en fazla kuvvet Doğu Cephesi’nde olmuştur
  Doğu Cephesinde de Ruslar saldırıya geçmişlerdi. 1915 yılında kuzeyde Arhavi’den güneyde Erciş’e kadar 350 km’lik bir cephede ve bütün istikametlerde Ruslar 141 piyade taburu, 69 süvari bölüğü, 60 milis müfrezesi ve 445 top; Türkler ise 122 piyade taburu, 40 süvari bölüğü, 10.000 Aşiret Süvarisi ve 122 top ile harekât yapmışlardır. Toplam bölgede 270-550 bin insan harekâta iştirak etmiştir. 1917 yılında Rus ordularında bir milyona yakın insan bu bölgede harekâta katılmıştır.
   Osmanlı İmparatorluğu’nun ezeli düşmanı olan Rusya ile XVII. yüzyıldan bu yana yapılan savaşlarda iki tarafın kullandığı en fazla kuvvet Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde olmuştur.
   Bogos Nubar: “Yaklaşık 200.000 Ermeni askeriyle Osmanlı İmparatorluğuna karşı İtilâf kuvvetlerinin tarafında savaştıklarını” belirtmiştir
    Birinci Dünya Savaşı başlamasıyla birlikte Rusya’yı desteklemek ve Rusya yanında savaşma kararı alan Ermeni komiteleri, Doğu Anadolu’da çeşitli çetecilik ve isyan hareketleriyle Rus ordularına yardımcı oldular. 
   Rus tarihçilerine göre, savaşın en başında Rus ordusu içerisinde Osmanlı Ermeni’si 23 birlik vardı. Bu ise kabaca 11.500 askere karşılık geliyordu. Ayrıca sadece Kafkas bölgesinde Ruslar için savaşan 40.000 silâhlı Ermeni gönüllü vardı. Aynı zamanda Türkiye’nin her yanına yayılmış Ermeni gönüllü birlikleri vardı.
  Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki bu kaçakların ve/veya işbirlikçilerinin sayısı asla tam olarak bilinmeyecektir. Bogos Nubar Paşa Fransa Dışişleri Bakanlığına yazdığı mektuplarından birinde yaklaşık 200.000 Ermeni askeriyle Osmanlı İmparatorluğuna karşı İtilâf kuvvetlerinin tarafında savaştıklarını belirtmiştir. 
  Bu rakamlar dikkate alındığında, Osmanlı Ermenilerinin, Osmanlı İmparatorluğunun işgâl edilen topraklarında Rusların “beşinci kolu” haline geldiğini yazan Toynbee’nin ne kadar haklı olduğunu gösterir.
   Osmanlı Meclis-i Mebusan’da milletvekili olan Ermeniler bile ihanette yerlerini almakta gecikmediler
   Osmanlı Meclis-i Mebusan’da milletvekili olan Ermeniler bile ihanette yerlerini almakta gecikmediler. Garip olan odur ki, Türk Devleti’nin düştüğü zaaftan istifade ile ihanet şebekelerine mensup bir çok Ermeni ve Rum milletvekili olarak Meclis’e girmişlerdi. Öyle ki bunlar arasında Osmanlı Bankası baskınında rol alan Erzurum milletvekili Vartes Efendi ile Kumkapı ayaklanması’nın ve Birinci Sason isyanının elebaşları arasında bulunduğu için zabıta tarafından aranmakta olan Hamparsum Boyacıyan bile vardı.
    Nitekim bu Ermeni Mebusları hemen cepheye koşarak çetelerinin başına geçtiler. Erzurum mebusu Karakin (Garo takma adıyla), Kozan mebusu Hamparsum Boyacıyan (Murat takma adıyla), Van mebusu Vahan Papazyan fiilen savaş içinde ve çetelerinin başına geçmişlerdi.  
     Van’da Ermeni İsyancılar “Vaspurakan Muvakkat Hükûmeti” ni kurdular
  Savaş öncesinde Meclis-i Mebusan’da Ermeni azınlığın lideri olan Erzurum mebusu Karakin Pastırmacıyan, Türk Ermenileri arasında ihtilali organizi etmek için Rusya’ya kaçmıştı. Pastırmacıyan daha seferferliğin başında çetesiyle Van’a saldırmış, 20.000 kişilik bir kuvvetle şehri işgal etmişti. İşgalden sonra Van’da Aram Manukyan’ın yönetiminde “Vaspurakan Muvakkat Hükûmeti” kuruldu. Van mebusu Vahap Papazyan ve Muş mebusu Keygam Efendi de Pastırmacıyan’ın paralelinde faaliyet göstermişti. Meclis-i Mebusan toplantılarına katılmayan Papazyan, Muş’ta çetelere katılıp onları yönetirken öldürülmüştü.
   24 Nisan 1915: Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evraklarına el konulması ve komite elebaşılarının tutuklanması kararı verildi
  Olayların ulaştığı bu aşamada ciddi önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Dahiliye Nazırı Talat Bey’in imzasıyla yayınlanan bir tezkere 24 Nisan 1915’te yürürlüğe girmiş, Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evraklarına el konulması ve komite ele başılarının tutuklanması istenmiştir. Bunun üzerine Taşnaksutyan’ın önde gelen 235 üyesini tutuklanmıştır. Günümüzde bu tarih “sözde Ermeni soykırımı başlangıcı olarak kabul” edilir.
   Aslında çok daha önce Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girdikten sonra Ermeni komitelerinin düşmanla işbirliği yaptığını ve Anadolu'da birbiri ardına isyanlar çıktığını haber alınca, hadiselerin yatışacağı zannıyla kesin bir tedbir alma yoluna gitmemiştir. Ancak Ermeni mezalimi artınca Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Ermenilerin düşmanla işbirliği yapmaya devam etmeleri halinde çok şiddetli tedbirler alınacağı ihtarında bulunmuştu. Buna rağmen  Ermeni saldırı, isyan ve ihanetinin önüne geçilmesi mümkün olmamıştır.
   Osmanlı Devleti, Türk Ordusu’nu arkadan vuran, katliamlarına devam ederek müslüman halkı etnik arındırma maksadını güden, top yekun imhaya yönelen Ermeni komite merkezlerini ve Ermeni çetelerince birer fesat yuvası haline getirilen yerleşim birimlerini kontrol altına alamamıştır. Bu komite merkezlerini dağıtmak ve düşmanla işbirliği yapan Ermenileri başka bir bölgeye göndermek, onları savaş bölgesi dışında daha güvenli alanlarda iskân etmek istemiştir.
    Arthur Tremaine Chester, “The New York Times, Current History” adlı dergide dergisinde yayımlanan bir makalesinde tehcir kanununu Amerikan halkına açıklamak için şu satırları yazmıştır: “Ordunun gerisindeki vilayetlerde büyük bir Ermeni nüfusu vardı ve Rusların Türkleri yenilgiye uğratmaları için mükemmel bir fırsat olduğunu hisseden bu insanlar ordunun gerisinde ayaklanarak ve orduyu ikmal üssünden ayırarak bu şansı kesinleştirmeye karar verdiler. Buna paralel hayalî bir tablo oluşturmama izin verin. Meksika’nın savaştığımız güçlü bir rakip ülke olduğunu ve işgâlci düşmanı engellemek için Meksika sınırına ordu gönderdiğimizi düşünün. Bir de yalnızca ordumuzdaki zencilerin düşmana teslim olduğunu değil, aynı zamanda yurt içinde kalanların da teşkilâtlanarak ana ikmâl yolumuzu kestiğini düşünün. Bir halk olarak bizim, özellikle de Güneylilerin zencilere ne yapmasını beklerdiniz? Örneğimizdeki zencilerin Ermenilerin Türklere karşı tutumuyla karşılaştırıldığında beyazlardan nefret etmek için on kat daha fazla sebebi bulunmaktadır.”
    14 Mayıs 1915'te Tehcir (Yer değiştirme) kanunu uygulamaya sokuldu
    Ermeni terör örgütlerinin katliamlarını önlemek, halkı korumak, asayişi sağlayabilmek ve düşmanla işbirliğinin önüne geçmek için Ermeni Tehciri   kararı alındı. 
     Tehcir Kanunu olarak bilinen; fakat geçici kanun mahiyetinde olan ve asıl adı "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için asker tarafından uygulanacak önlemler hakkında geçici kanun" Rumî takvime göre 14 Mayıs Miladi takvime göre 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edilmiştir. Kanun, 1 Haziran 1915 günü dönemin resmî gazetesi Takvim-i Vekayi'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre:
1. Seferde ordu, kolordu ve tümen komutanları, bunların vekilleri ve bağımsız bölge komutanları, ahali tarafından herhangi bir surette hükûmetin emirlerine ve ülkenin savunmasına, güvenliği korumaya ilişkin uygulamalara karşı koymak, silahla saldırı ve direnme görürlerse, derhal askerî kuvvetlerle şiddetli biçimde cezalandırmaya ve direnmeyi esasından yok etmeye izinli ve mecburdur.
2. Ordu, müstakil kolordu, tümen komutanları askerî icaplardan dolayı veya casusluk ve hainliklerini hissettikleri köyler ve kasabalar ahalisini, tek tek veya topluca diğer yerlere sevk ve iskân edebilirler.
3. İşbu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir.  
     Topyekun bir Tehcir yapılmadı. “Düşmanla işbirliği yapan, masum halkı katleden ve isyan çıkaran Ermeniler Tehcir'e tabi oldular
     Sevk ve iskân kararına bakıldığında sevk ve iskân edilecek Ermeniler “Düşmanla işbirliği yapan, masum halkı katleden ve isyan çıkaran Ermeniler şeklinde tarif edilmektedir.” 
   Yine başka bir belgede, “Hükûmet Ermenilerin bulundukları yerden alınarak fesat çıkarmasına imkân bulamayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sevk işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını istemektedir.”
  Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı belgelere göre, aşağıdaki gruplar nakledilmeyecekti:
- Protestan ve Katolik Ermeniler,
(Başlangıçta tehcirden tamamen muaf tutulmuşlardı ancak zaman içerisinde değişen koşullardan dolayı bazı Katolik ve Protestan gruplarının uzağa gönderilmesi gerekiyordu. Yine de, bu gruplar arasında büyük nakiller olmadı.)
- İstanbul, Edirne, Aydın, Bursa, İzmir, Antalya, Kütahya, Kastamonu ve pek çok diğer batı şehirlerinde yaşayan Ermeniler,
- Ermeni askerleri ve aileleri,
- Osmanlı ordusunun sıhhiye kadrolarındaki subaylar ve diğer çalışanlar ve aileleri
- Osmanlı Bankasının İstanbul’daki ve vilayetlerdeki şubelerinde çalışan görevliler,
- Tekel (Reji) ve Duyun-u Umumiye’de çalışanlar,
- Yabancı konsolosluk çalışanları,
- Postane çalışanları,
- Ermeni ve misyoner okullarındaki öğretmenler ve aileleri,
- Hastalar, körler ve diğer özürlüler, vd.
      Sırf Ermeni olduğu için insanlar sevk edilmemiştir
    Günümüzde Ermeni sevk ve iskânı denildiğinde hiçbir fark gözetmeden bütün Ermenilerin böyle bir muameleye tâbi tutulduğu iddia edilmektedir. Yukarıda ifade edilen belgeden anlaşılacağı üzere; tehcir kararının uygulanması çok sınırlı olmuş, anarşi ve teröre bulaşmamış, belirli özelliklere sahip olanlar istisna tutulmuştur. Katolik ve Protestan Ermeniler arasında tehcir edilen yoktu.
Mesela arşiv belgelerine göre;
    Adana‘da 14 bin Ermeni tehcire gönderilirken 16 bin Ermeni yerinde kaldı.
   Harput'ta 51 bin Ermeni tehcire gönderilirken 4 bin Ermeni yerinde kaldı.
   Sivas’ta 136 bin 84 Ermeni tehcire gönderilirken 6 bin 55 Ermeni yerinde kaldı.
   Afyon‘da 5 bin 769 Ermeni tehcire gönderilirken 2 bin 222 Ermeni yerinde kaldı.
    Maraş‘ta hiç tehcir olmadı, 8 bin 845 Ermeni yerinde kaldı. 
  Aslında Amerikan diplomatları ve misyonerlerinin raporları muaf tutulan Ermenilerin sayısının 300.000-350.000 arasında vermektedir.
     27 Mayıs 1915 tarihli kanun ve 10 Haziran 1915 tarihli emir yazılarından da anlaşılacağı gibi, Talat Paşa'nın başlattığı ve Meclis'in de uygun gördüğü yer değiştirme uygulaması, "doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgeleri" kapsamaktadır. Bunlardan birincisi Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Çünkü Ermeniler bu bölgelerde düşmanla işbirliği yapmakta ve onların çıkarma yapmalarını kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunmaktaydılar.
    "Savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak önlemleri" içeren kanun, tamamen devleti ve kanun düzenini korumaya yönelik bir yetki kanunudur. En önemli özelliklerinden biri ise; "kanun metninde herhangi bir etnik grup veya zümrenin adından söz edilmemiş ve hatta ima dahi edilmemiş" olmasıdır. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere göç ettirilerek yerleştirmeye tabi tutulmuştur.
     Tehcir edileceklere en az iki hafta önce bildirim yapılmıştır
    Ermeni tarihçiler ısrarla “İttihat ve Terakkinin merkezi kadrolarının bir imhâ programı başlattığını, bu amaçla da Anadolu’daki Ermeni nüfusunu “ölüm yürüyüşü” için Mezopotamya çöllerine gönderdiğini, yolculuk için verilen sürenin çok kısa olduğu, gerekli hazırlıklar yapılmadan kitlelerin nakledildiği iddia etmişlerdir
    Türk ve Amerikan arşivlerindeki belgeler bu iddiaların yalan olduğunu ortaya koymaktadır. Her şeyden evvel, bazı şehirlerde 24 saat ile 48 saat arasında değişen sınırlı bir sürede tehcir edilen Ermeniler vardı. Fakat arşiv belgelerine göre, iki gün içerisinde nakledilenler köylüler değil, Ermeni komite üyeleriydi. Hepsi de erkekti. Güvenlik sebeplerinden ötürü tutuklanarak derhal farklı şehirlerdeki hapishanelere gönderildiler. 
   Bununla birlikte, diğer yerlerde insanlara hazırlık yapmaları için en az iki hafta verildiği inkâr edilemez. Pek çok şehirde ilk konvoylar Temmuz’un ilk haftası içinde yola çıktılar. Bu ise kanunun Resmi Gazetede yayımlanmasından kabaca 35 gün sonrasına denk geliyordu. Bu nedenle, Ermenilerin bir yolculuğa apar topar gönderildikleri, hazırlanmak için yeterli zamanlarının olmadığı ve yolculuk sırasında çok sayıda zayiat verdikleri doğru değildir.
    ABD resmi kaynaklarına göre 486 bin, Osmanlı kayıtlarına göre ise 413.067 kişi tehcir edilmiştir.
   1893 nüfus sayımına göre, 1 milyon bin 465;  1906 nüfus sayımına göre, 1 milyon 120 bin 748; 1914 nüfus sayımına göre, 1 milyon 122 bin 850 Ermeni vardı. 
   ABD resmi kaynaklarına göre 486 bin, Osmanlı kayıtlarına göre ise 428 bin 758 kişi Tehcir edilmiştir. 
  Tehcir, öncelikle Erzurum, Bitlis, Van, Mersin ve İskenderun bölgelerinde uygulanmıştır. Daha sonra isyan çıkaran ve Ermeni komitecilerine yataklık yapan diğer vilayetlerdeki kişiler tehcire tabi tutulmuştur. Bu kanuna göre, ayaklanma hazırlığı içinde olan Ermeniler İç ve Doğu Anadolu'dan güneye, o zaman sınırlarımız içinde bulunan ve “nispeten tüm savaş cephelerinden uzak” olan Suriye ve Irak'a göç ettirilmiştir.
     Göç ettirilen bütün Ermenilerin kamplara yerleştirilmediğini, pek çoğunun Şam, Halep, Ma’an, Resulayn (Ceylanpınar), Rakka ve Deyr-i Zor’daki evlere yerleştirildiğini söylemek gerekir
    Bu insanlar iddia edildiği gibi Mezopotamya’nın çöllerine sürülmemişlerdir. Tuğamiral Colby M. Chester, Eylül 1922’de The New York Times’ın çıkardığı aylık Current History dergisine şöyle yazmıştır:
"…Ermeniler, yaşamaya elverişsiz ve gelişme imkânlarının olmadığı dağlık bölgelerden Suriye’nin en güzel ve verimli bölgesine gönderildiler. Dağları aşarak gelenler Mezopotamya’ya yönlendirildiler. Burada iklim New Yorklu milyonerlerin her yıl sağlık ve tatil için seyahat ettikleri Florida ve Kaliforniya’daki kadar yumuşaktır. Tüm sevk ve iskân uygulaması çok büyük para ve çabaya mal oldu. Dışarıda hakim olan genel düşünce Ermenilerin hepsinin, veya en azından pek çoğunun, öldürüldüğü yönündeydi… Bu sürede topyekûn katledilmeyen ve hali vakti yerinde olan mülteciler (isteyenler) geri döndüler.
      Ermenilere kötü muamele eden kişiler cezalandırılmıştır
    Tehcir başlayınca bazı Osmanlı yetkilileri, memurları ve bunun dışında da özel kişilerin şu veya bu şekilde Ermenilere kötü muamele ettiği, soymaya çalıştığı, bazı kişilerin ölümüne neden olduğu biliniyor.     İstanbul Hükümeti, bunu çok hassas karşılamış, bin 647 kişiyi mahkemeye vermiştir. Bunlardan 500'ü hapse, 60'ı aşkın kişi ağır hapse, 67 kişi de idama mahkum olmuştur. 
     Yani Osmanlı, bu tehcir işinin iyi bir şekilde cereyan etmesini istemiş, böyle olmadığını görünce de yargı yoluyla tepkisini ortaya koymuştur.
    15 Mart 1916 tarihinde ise genel bir emir ile tehcirin tamamen sona erdiği bildirildi
     Tehcir kararı kapsamında gerçekleştirilen sevk ve isyan faaliyetleri 25 Kasım 1915’te vilayetlere gönderilen bir emirle geçici olarak durduruldu. 15 Mart 1916 tarihinde ise genel bir emir ile tehcirin tamamen sona erdiği bildirildi. Bu esnada henüz iskan edilecekleri bölgelere ulaşmamış Ermenilerin bulundukları yerde yerleştirilmelerine karar verildi.
    Bu tarihten önce, 29 Ağustos 1915 tarihinde Talat Paşa’nın vilayetlere gönderdiği telgrafta şu sözler geçiyordu: “… Hükümetin dileği, halihazırda sevk ve iskan edilmiş Ermenilerin yanı sıra başka hiçbir Ermeni’nin yerinden edilmemesidir.  Daha önce de duyurulduğu gibi, asker aileleri, gerekli ölçüde esnaflar, ve Protestan ve Katolik Ermeniler sevk edilmeyecek.”
    Talat Paşa, 24 Kasım tarihli bir başka telgrafta ise şöyle diyordu: “Ermenilerin sevki kararı yürürlükten kalktığı için artık sevk ve iskan edilmek üzere Ermeni konvoyları oluşturmak uygun değildir.  Bu sebeple, eğer incelemeler sevki gereken tehlikeli kişilerin varlığını ortaya koymuşsa bizim önceden bu kişilerin isimleri ve sayıları hakkında bilgilendirilmemiz gerekir.”
    Ermenilerin “soykırım”dan bizzat sorumlu tuttukları isimlerden olan Talat Paşa’nın bu sözleri topyekun bir ortadan kaldırma niyetinin olmadığını gösterir niteliktedir. 
    Bununla beraber, tehcir kararının yürürlükten kaldırılması sürecinin hemen ve sorunsuz bir şekilde uygulanmaya başlandığını söylemek de mümkün gözükmemektedir.  Hükümet, 1915 Ağustos’unun sonlarından itibaren bu kararı birçok defa yinelemek durumunda kalmıştır.
     18 Aralık 1918’deki kararname ile Ermenilerin evlerine dönebileceği açıklandı. Ermeni Patrikhanesi’nin 1921 tarihli kayıtlarına göre 644.900 Ermeni evlerine geri dönmüştür.  Kimi Türkiye’de kalmış, kimi Avrupa, Amerika, Asya ülkelerine gitmiştir.
     Tehcir sırasında bir çok Ermeni Yaşamını yitirmiştir
  Tehcir edilenlerden 56 bin 610 Ermeni iskan bölgesine ulaşamamıştır. Bunlardan;
500 Ermeni, Erzurum-Erzincan yolunda;
2 bin Ermeni, Mardin yolunda;
5 binden fazla Ermeni, Dersim bölgesinde öldürüldü.
Katledilenlerin toplam sayısı 9-10 bin idi.
Tifo, dizanteri gibi hastalıklardan 25 bin ile 30 bin arasında Ermeni öldü.
Diğerleri kayıptı; yurt dışına kaçtıkları tahmin ediliyor. 
 Ermeni ve yandaşları ise, 1.500.000 kişinin bilinçli bir şekilde Tehcir sırasında katledildiği iddiasını sürdürüyorlar. 
 Tehcir tedbiri, Ermeni kıyımından Doğu Anadolu’yu kurtaramamıştır.
      Ermeniler doğuda Ruslarla, güneyde Fransızlarla ve İngilizlerle birlikte Osmanlı ordusuna saldırmışlar ve masum halkı katletmişlerdir. İşgal altındaki Türk toprakları üzerinde Ermeni’den başka grup bırakmayarak çoğunluğu sağlamak için Türklere soykırım yapılmıştır. Ermeni işgalinden bölge kurtarılıncaya kadar bölgede istilaya uğramayan, zarar görmeyen şehir, kasaba ve köy kalmamıştır. 
    1916 Temmuz’unda Ruslar Erzincan’a kadar ilerlemişlerdi. 1917 Ekim Rus devriminden sonra Ruslar geri çekilmeye başladılar. Meydan Ermenilere kaldı.
   15.Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Ermeni zulmünü şöyle anlatır;  ‘’15 Şubat’ta Erzincan’ı aldık. Ermeniler pek az karşı koydular. Güzel yapılar ve kışlalar yakılmıştı. Bazılarının içini insanlarla doldurup yakmışlardı. İçi cesetlerle dolu kuyular çoktu. 21 Şubat’ta Bayburt’a geldik. Buradaki cenazeler insanın aklını oynatacak kadar çoktu. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar samanlıklara doldurulup yakılmış, gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğer ve kalpler görülüyordu.  Müfrezem 22 Şubatta Mamahatun’u(Tercan’ı)işgâl etti. Burada sağ kalan kimse bulunamadı. Ermeniler bütün ahalisini öldürüp büyük çukura doldurmuşlardı. Her taraf yanıyordu. Aşkale ve Yeniköy’de ise aynı manzara vardı. Bunları görünce Erzurum’daki kardeşlerimizin imdadına koştuk. 11 ve 12 Mart’ta Ilıca ve Erzurum’u aldık. Erzurum’da öyle acıklı manzaralar gördük ki, insanı insanlıktan iğrendiriyordu. Halk gözyaşı ile şuraya buraya koşuyor, kimi babasını, oğlunu süngülenmiş veya yakılmış buluyordu. Birçok sokakta hiç hayat görülmüyordu. Yerlerde çocuk, kadın, yaşlı kanlar içinde yatıyordu. İstasyon sanki bir mezarlık gibi ölülerini dışarıya fırlatmıştı...’’
     Güney Anadolu’da Fransız-Ermeni işbirliği 25 Kasım 1918 de Adana bölgesinde başlayan Fransız ve Ermeni işgâlini  ‘Milli Mücadele’de Develi’ adını taşıyan eserde Mehmet Özdemir, tanıklar ve belgelerle şöyle anlatmaktadır; ’’Fransızlar ikindi üzeri şehre girdiler. Kiliselerin çanları çalınıyordu. Ermeni evleri, dükkânları, çarşı, pazar itilâf devletleri ve Ermeni bayrakları ile donatıldı. Fransızlarla birlikte gelen Ermenilerin 70 bini Adana ile köylerinde, 12 bini Dörtyol’a, 8 bini Haçın’a (Saimbeyli) ve geri kalanı Osmaniye, Kadirli ve Kozan’a yerleştirilmişti. Ermeni terör ve zulmü Türkleri canından bezdirmişti. Çukurova Türkleri herşeylerini bırakıp Develi ve Kayseri’ye doğru kaçtılar.’’  
      Bu dönemi araştıran Prof. Justin McCarty “Ölüm ve Sürgün” isimli eserinde Ermeni Lejyonu hakkında önemli bilgiler veriyor; ’’Fransız Doğu Lejyonu topluluğunun bir parçası olan Ermeni Lejyonu, 4 tabura bölünmüş, yaklaşık 5 bin askerle subaylardan oluşuyordu ve bunlar Mısır’da birliğe yazılmışlardı. Birlikteki askerler Anadolu’dan gelme Ermeni sığınmacılar, Yakın doğunun diğer bölgelerinden gelen Ermeniler, Avrupa’dan hatta Amerika’dan gönüllü gelmiş Ermenilerdi. Daha işin başından beri, lejyonun amacı açıktı. Ermeni subayların belirttiği üzere, lejyon mensupları düzenli Fransız ordusunun birliklerindeki askerler gibi Fransa’yı düşmana karşı savunmak için değil, özellikle Türklere karşı savaşmak için ve yalnız bunun için kendine özgü bir topluluk olarak askere alınmışlardı.”
    Prof. Justin Mcarty  yine ‘’Ölüm ve Sürgün’’ adlı eserinde “Doğu Anadolu genelinde, 1912-1922 arasında öldürülen Türk-Müslüman sayısının 1 milyon 250 bin civarında olduğunu, bazı şehirlerin nüfusunun yarıdan fazla azaldığını, bu sayıların ifâde ettiği çilelerin derinliğinin idrake sığmadığını, bunun târihin gördüğü en büyük felâketlerin üzerinde olduğunu ” yazmaktadır.
       Bunlara ilişkin arşivler taranmış durumda, belgeler de teker teker toplanarak 2000 yılında Arşivler Genel Müdürlüğü'nce iki kitap halinde yayınlandı. Eldeki belgelere göre, rakamları topladığınız takdirde 518 bin kişinin Ermeni çeteleri tarafından öldürüldüğünü kesinleşmiştir. Bu, 1914-1921 yılları arasındaki rakamdır.
      Ve İTİRAF
 Ermenistan'ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni 1923 yılında Bükreş'te Taşnak (Tasnaksutyun) Partisi toplantısına sunduğu raporda gerçeği itiraf etmektedir. Bu rapor sunulduktan sonra Ermenistan da yasaklanmıştır ve ayrıca farklı dillerde kitap haline getirildikten sonra tercümeleri de Avrupada'daki pek çok kütüphanede toplatıp yok edilmiştir.
 “….1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı dönemde, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı.     …..Türklere karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için savaştık bile. Artık hepimiz Türklerin düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. “Türkiye’den denizden denize Ermenistan” talep etmekteydik. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmi çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık. Öldük ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz ki?
     ……Askeri operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya’ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin milli mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaat ettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiçbir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan’ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik.
   Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin sözlerine büyük önem vererek, kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.
    1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir tehcire tâbi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Rus hükümetine karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temelsizse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi.
  Kaderden şikâyet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur. Bu bizim (hastalıklı) milli psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun Partisi de bundan kaçamamıştır. Osmanlı’dan, Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan talep ettik. Derhal gönüllü birlikleri oluşturduk, Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaat ettiği Ermenistan hayali vardı, gerçeği göremedik.”
       1922 yılında Sakarya Zaferi sonrasında Malatya’dan Ermeniler adına TBMM’e çekilen telgraf, Ermeni toplumu üzerinde oynanan oyunları ifade eden çarpıcı bir örneği oluşturmaktadır:
   “Aynı vatanda asırlarca saadet hissiyle kardeş olarak yaşadığımız, daha doğrusu yabancıların kışkırtmalarına alet olduğumuz zamana kadar bir peder şefkatiyle himayesinde mesut olduğumuz, en kabahatli günlerimizde bile affa mazhar olduğumuz büyük kalpli Türklerin şu esnada unsurumuza hakaret ve mezalimde bulundukları hakkında bir takım iftiralar, milletimizi müttefiklerine oyuncak ederek mahvımıza sebebiyet veren Avrupa hükûmetlerinin parmağıyla basına aksettiğini üzüntüyle öğrendik. Biz gayrimüslimler Türk vatandaşlarımızdan hiçbir zulüm ve hakaret görmediğimizi, hiçbir Avrupa kuvvetinden yardım ve merhamet istemediğimizi, kendilerini azınlıkların hamisi ilan edip, küçük milletleri kendi siyasî emellerine kurban eden Avrupa hükûmetlerinin bizimle uğraşmamalarını rica ettiğimizi bütün insanlığa ilân ederiz.”  
    Emperyalist devletlerin Ermeniler üzerindeki oyunlarını en iyi bir şekilde kendiside bir Ermeni olan Levon Panos Dağbayan yazmıştır. Ermeni asıllı bir ailenin çocuğu olarak 11 Kasım 1933 yılında İstanbul’da doğan Dağbayan: 
  “Ermeniler asırlarca Türklere her dalda şerefli hizmetlerde bulunmuşlardır. Ne var ki Türkiye üzerinde gizli emeller peşinde olan İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi bir takım Batılı devletler,  kendi menhus gayelerine erişebilmek maksadı ile din kardeşliği efsunu ile Ermenilerin fikrini çelip,  mezheplere bölmüş ve zamanla kendi hâkimiyetleri altına alarak Türkiye’ye karşı ayaklandırmışlardır.” ve “Ermeni Milletine  “Haçlı Milletler” değil, bizzat İslam Türk Milleti hemen her şekilde imkân tanımış ve ona sahip çıkmıştır.”  
   Günümüzde  Ermenilerin ne istedikleri bir sonraki yazının konusu olacaktır. 

25 Nisan 2015 Cumartesi

ERMENİ SORUNU - IV "Ermeni Devleti Kurulmasını Hedefleyen Anadolu Islahat Projesi"

      Anadolu Islahatı (Ermeni Islahatı Meselesi)
   Daha önce açıklandığı üzere, Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’nda, Ayastefanos Antlaşması’ndaki “Ermenilerin oturmakta bulunduğu Anadolu vilayetlerinde yeni bir idare tarzının kurulması ve Ermenilerin Kürtlerle Çerkeşlere karşı korunması” şeklindeki hüküm bu kez; “yeni bir idare tarzının kurulması” şeklindeki ifadeyle Ermenilere ayrı bir yurt sürecinin başlamasına neden olmuştur.
   Büyük devletlerin Osmanlı toprakları üzerinde  “Ermeni Devleti” kurma teşebbüsleri “Anadolu Islahatı” olarak adlandırılmıştır. Bu girişimlerin burada bir kez daha hatırlatılması gerekmektedir.
        Ermeni Komiteleri Bulgaristan Örneğini Takip Ediyor, Bölgede TERÖR Estiriyorlardı
    Ermeni komiteleri, stratejik açıdan olduğu kadar siyasî açıdan da Bulgaristan örneğini takip ediyorlardı. Eyalet nüfusunun % 45’ini oluşturan Bulgarlar, Avrupa’nın desteğiyle, çoğunluktaki Türk halkı kırarak, olmazsa kaçırarak bir millî devlet kurmayı amaçlamışlardı. Avrupa ve Rusya işe karışmazsa böyle bir eylem asla başarıya ulaşamazdı. Öyleyse şimdi de aynı oyunu oynamak gerekirdi. Ermeni çeteler, Türk Ordusu ve çoğunluktaki Müslüman halk karşısında tutunamazdı.
      Dolayısıyla Ermeni çeteleri, büyük güçlerin müdahalesini sağlamak için kışkırtma, vur-kaç ve yaygın terör eylemlerine girişecek, bu şekilde Avrupa kamuoyunu duyarlı hale getirerek, büyük devletleri Ermeni bağımsızlığından yana müdahaleye zorlayacaklardı.
      Avusturya Dişişleri Bakanı Kalnoky: “Ermeni toprağı kana bulanmadıkça Ermeniler Bir şey Alamazlar”
    Ermeni yazar Krisdar Mikeelyan, Halk Kütlesi’nin Mantığı adlı eserde 1890’da Avusturya Dişişleri Bakanı Kalnoky’nin Türkiye Ermenilerine “Avrupa yok. Ermeni toprağı kana bulanmadıkça Ermeniler bilmeliler ki bir şey alamazlar”  dediğini yazmaktadır.
    Bir başka Ermeni yazar Tomayan Doğu Sorunu Tarihi adlı eserinde, “Vatanda, millî toprak üzerinde hareket; bu hareketlerle, fedekarlıklarla güçlenmiş olarak siyasî veyahut herhangi bir şekilde Avrupa Devletleri’nin müdahalesini temin: İşte Doğu Sorunu’nun bütün tarihi” diyecektir.
      Aslında Fransa Dışişleri Bakanı M.Hanotaux’nun parlamentoda 3 Kasım 1896’daki açıklamaları Ermeni Sorunun çıkışı ve Ermeni komitelerinin amaçlarının anlaşılması açısından aydınlatıcıdır: “1878-1881 Berlin Antlaşması ve Kıbrıs görüşmesi üzerine Avrupa ve özellikle İngiltere, Ermenilerin durumu ile meşgul oldular. Bununla beraber, ancak 1895 de ilk olarak bir Ermeni hareketinden söz edildiği duyuldu. Fransa, İngiltere, Avusturya, Amerika’ya dağılmış olan Ermeniler aralarında teşkilat yaptılar, komiteler kuruldu. Gazeteler yayınlandı ve etkili bir propagandaya başladılar. St. Denis’de (Lusinyan) ın mezarında gösteriler yapıldı. Fransa’da hareket daha az ve derin oldu. Fakat İngiltere’de büyük gelişmeler kaydetti. Kitab-ı Mukaddes’in yayınlanması için kurulmuş olan cemiyetler (Misyoner örgütleri) bunları ele aldılar, siyasî çevrelere sonra sokaklara, daha sonra parlamentoya yansıdı. Hedef alınan amaç şuydu: Daima Osmanlı yönetiminin haksızca davranışlarını, zulümlerini, kötülüklerini yayınlayıp Avrupa müdahalesi çekmek ve müdahale fikrini yavaş yavaş geliştirmek, Avrupa’ya Doğu işlerinde arzusunu kuvvetle duyurmak için birçok defalar yaptığı gibi Haçlılar fikrini aşılamak.”
    Bu çerçevede hareket eden Ermeni ihtilalcilerin hedefi belliydi. En yoğun nüfusa sahip oldukları Bitlis’te bile (%13) ahalinin % 87’sini oluşturan müslümanları terör yoluyla taciz edip, yöreyi terk etmelerini sağlamaktı. Bunu da yaparken Avrupa’nın merhametine sığınacak bir ortam hazırlamayı da ihmal etmemekteydiler.
   Şöyle ki, Ermeniler giriştikleri isyan faaliyetlerini kamufle  ederek, bu yörede çatışmayı müslümanların başlattığını, kendilerini mezalime tabi tutan müslüman halka karşı sadece savunmaya geçtiklerini ileri sürmekte, kargaşa ortamı çıkarmak için her yolu denemekte, yöresel aşiret kıyafetlerine bürünerek, hayvan çalmakta, adam öldürmekte, köy yakmaktaydılar. Bu uğurda katliama bile başvurmaktaydılar.
  Ermeni Çeteleri Osmanlı Devletine Sadık Kalan Soydaşlarına da Hayat Hakkı tanımamışlardır
   Örneğin; Rusçuk Ermeni komitesi başkanıyken devlete sığınan Mıgırdıç Tütüncüyan'ı 9 Temmuz 1895'te, Ermeni avukat Artin Dirserkisyan'ı 24 Eylül 1895'te öldürmüşlerdi.  Yine Hınçak komitesi tarafından İstanbul’da, avukat Ğaçik Efendi, Rahip Dacat, Rahip Sukiyas, Rahip Mampre, Polis memuru Markar, Kandilci Onnik, Dikran Karagözyan, Apik Unciyan katledilmişti.
   Ülkede bir kaos çıkarmak amaçında olan Ermeni komitelerinin bu durumunu bir Hınçak üyesi şu şekilde ifade etmiştir: “Çeteler, Türkleri ve Kürtleri öldürmek, köylerini ateşe vererek dağlara kaçmak için fırsat kolluyordu. O zaman kızgınlıktan gözü dönen Müslümanlar, ayaklanarak kendini korumaktan aciz Ermeniler’e saldıracak ve onları öylesine barbarca öldürecekler ki, Rusya insanlık ve Hristiyan uygarlığı adına, Ermenistan’ı işgal etmek üzere müdahaleye kalkacaktır.”
    Ermeni Komiteciler Hesaplarını Batı Kamuoyuna Bağlamışlardı
  Görüldüğü gibi, Ermeni komiteciler hesaplarını Hristiyan kamuoyuna bağlamışlardı. Ermeni stratejisi; Müslümanların katledilmesi karşısında kılını kıpırdatmayıp da, sadece bu yola zorla sokulan Türk ahalinin Ermenilere karşı girişecekleri zulümden etkilenip oluşturulacak bir propaganda kampanyasıyla, Hristiyan uygarlığı duygulanacağı, bu şekilde bu ülkelerin dolaysız yardım ve desteğinin sağlanması üzerine kurulmuştu. Ermeniler bu desteği sağlamak için her türlü oyuna başvurmuşlardır.
    Pierre Loti şu çarpıcı örneği aktarmaktadır: “1896 Van'daki Ermeni olayları sırasında mümkün olduğu kadar çok Ermeni'yi konsolosluk binasında saklayan Fransız konsolosu etrafta ne olup bittiğini anlamak için terasa çıktığında, arkasından gelen iki kurşun başının kenarından tiz bir sesle geçip gitmişti. Arkasına dönünce komşu evin penceresinden kendisine nişan almış durumdaki bir Ermeni'yi fark etti. Yakalanıp sorgulandığında saldırgan şu cevabı vermişti: Bunu Türkler suçlansın ve konsolosun ölümünden sonra Fransızlar onlara karşı ayaklansın diye yaptım.”
     Aşiret Süvari Alayları Kurulmak Suretiyle Bir Denge Sağlandı
    Berlin Antlaşması’nın Rumeli’ye ait hükümlerinin yerine getirilmesini kabul eden Osmanlı yönetimi “Anadolu Islahatı-Ermeni Islahatı Meselesi” konusundaki Avrupalı güçlerin teşebbüslerini sonuçsuz bırakmayı başarmıştı. Bununla birlikte bölgedeki iç tehdit gruplarına karşı da 1890'da Aşiret Süvari Alayları kurulmak suretiyle bir denge sağlanmıştı. Anadolu Islahatı konusu, 1894 yılında Ermeni çetelerinin Sason’da çıkarttıkları karışıklıklara kadar durgun bir hal almıştı.  Ermeniler, Sason kışkırtmasında yukarıda belirtilen strateji doğrultusunda yapılan yoğun propaganda neticesinde böyle bir fırsatı yakalamayı başarmışlardı.
     1895 Tarihli Anadolu Islahat Projesi
   Ermenilerin takip ettikleri politika gereğince Sason’da çıkardıkları karışıklıklar, Avrupalı güçlerce ilgiyle karşılandı. Bu olaydan Ermeniler çok fazla faydalandılar. 1894-95 kışı içinde, Türk düşmanı bir protesto kampanyası dış ülkelerde hız kazandı. Yalan ve düzmece bilgileri her tarafa hızla korkunç bir şekilde yayıldı. Müslümanların sırf gericilik sebebiyle günahsız Ermenileri doğradığı propagandası yapıldı. Amerika  ve Avrupa merkezlerinde Ermeniler lehine mitingler oldu.
   Sason’da Aşiret Alayları’nın intikam harekâtı sergilediği ve köyleri yaktığı Ermenileri öldürdüğü ileri sürüldü.  Bu olay bahane edilerek İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından hazırlanan Vilâyât-ı Sitte’de  uygulanması tasarlanan 40 maddelik Anadolu Islahat Projesi bu ülkelerin büyük elçilerince bir muhtıra (memerandum) ile 11 Mayıs 1895’te Osmanlı Hükûmeti’ne sunuldu.
   Bu “Mayıs Projesi” Ermeniler için bir kurtuluş belgesi ve bağımsızlık için önemli bir adım olarak kabullenilmiş, bağımsızlık yolundaki ümitler güçlenmiş, daha büyük isyanlar için yeşil ışık yakılmıştı.
     Bu projenin verilmesini izleyen devrede sadece 1895 yılı içerisinde ilki 29 Eylül 1895 tarihli Divriği (Sivas), sonuncusu 3 Aralık 1895’te Yozgat’ta olmak üzere 24 Ermeni ayaklanması meydana gelmişti.
  Osmanlı yönetimi ıslahatlarla ilgili konularda, devleti yabancı devletlerin baskı ve müdahalelerinden koruyacak tedbirler alma politikası takip ettiği görülmektedir. Sason olayından sonra Avrupalı devletlerin ıslahatla ilgili tekliflerini kabul etmekle birlikte, ellerinde tuttukları müdahale kozlarının tesirsiz hale getirilmesine çalışılmıştır. Bu amaçla Ermeni olaylarını yakından takip eden Müşir Şakir Paşa, Sason olaylarından sonra ortaya çıkan durum gereği 27 Haziran 1895’te Anadolu Umum Müfettişliği’ne görevlendirilmiştir.  Bu tayin Rus, İngiliz ve Fransız devletlerinin bölgeye bir yüksek komiser tayini teklifine de bir nevi cevap teşkil ediyordu.
   Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu’da Ermenilere istisnai imtiyazlar verildiği ve Padişah’ın hükümranlık haklarına tecavüz ettiği için bu projeyi reddetti  ve tasarıdaki hükümlerden hangilerinin kabul edilip hangilerinin kabul edilmediğini 2 Ağustos 1895’te sefirlere bildirdi.  22 Ekim 1895 günü üzerinde mutabık kalınan bir ıslahat metnini, nota ile Fransız, Rus ve İngiliz temsilcilere bildirdi. Hem de talimat olarak 6 vilayete (Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Harput, Sivas) ve Anadolu Umum Müfettişi Şakir Paşa’ya gönderildi.  18 Nisan 1897’de Türk-Yunan Savaşı başlayınca, ıslahat meselesi Balkan Harbi’nin sonuna kadar bir kenara bırakıldı.
    1913 Tarihli Anadolu Islahat Projesi
  Balkanlar kaynıyor olaylar olayları takip ediyordu. 1911’de Arnavutluk’ta isyanlar başlıyor, 1911’de İtalya ile Bingazi Savaşı açılıyor ve nihayet 8 Ekim 1912’de Balkan Savaşı patlak veriyordu. Balkan Savaşı yüzünden Osmanlı İmparatorluğu’nun durumu oldukça bunalımlı bir evreye girerken, Osmanlı Devleti’nin bu durumundan faydalanmak isteyen Rusya, Doğu Anadolu’da kazanımlarını pekiştirmek ve bölgede kalıcılığını sürekli kılacak ortamı hazırlamak amacıyla Anadolu ıslahatı konusunda harekete geçti.
   Rus sefiri M.Giers, Mayıs 1913’te Rus Hükûmeti’nin Ermeni Islahatı’na verdiği önemi anlatan bir muhtıra verdi.  Rusya’nın İstanbul elçiliği tercümanı Mandelstam tarafından hazırlanan Doğu Anadolu’da yapılacak ıslahat projesi 8 Haziran 1913’te Osmanlı Hükûmeti’ne ve       Avrupalı ülkelerin İstanbul elçilerine sunuldu.
     Bu projenin müzakeresi sırasında Alman delegesi Osmanlı Hükûmeti’nin tarafını tutmuş, projeye karşı çıkmıştır. Fransız ve Rus delegeleri projeyi kabul etmiş, Avusturya ve İtalya delegeleri Alman delegesi ile birlikte hareket etmiştir. 3 Temmuz 1913’de toplantıya başlayan komisyon 23 Temmuz’da bir sonuca ulaşmadan dağılmıştır. Cemal Paşa Rus projesi için şunu söylemektedir: “Bu projenin kabulünden en fazla bir sene sonra Erzurum, Sivas, Van, Bitlis, Diyarbakır ve Elazığ vilayetlerinin Rusya himayesine ve daha doğrusu Rusya’nın işgaline gireceğine hiç şüphe etmemek lazım gelir.”
     1914 Tarihli Anadolu Islahat Projesi
    Rusya, Doğu Anadolu’da yapılmasını düşündüğü bir ıslahat tasarısını geçirebilmek için Türkiye ile müttefik konumunda görülen Almanya’nın mutabakatını almak mecburiyetinde olduğunu anladı. Alman sefiri Vangenhaym ile Rus Sefiri Giers aralarında görüşmeye başladılar ve yeni bir tasarı üzerinde anlaşmaya vardılar.
    Diğer devletlerin de kabul ettikleri metin Bab-ı Alî’ye Rus elçi tarafından verildi. Rusya, diğer sefirlerin de tasvibi ile konuyu artık kendisi yürütüyor, gelişmeleri diğerine bildiriyordu. Sadrazam, diğer ülkelerden destek istedikçe aldığı cevap, konuyu bir an evvel bitirmesi oluyor, Osmanlı tezlerine destek alamıyordu.
       Osmanlı Müttefiki Almanya Osmanlı'ya Karşı Rusya İle Birlikte Hareket Ediyordu
    Yakın ilişki içerisinde olunan Almanya da Türk tezlerine destek vermemekte, Rusya ile müşterek hareket etmekteydi. Bu şartlarda 8 Şubat 1914 günü Osmanlı Sadrazamı Said Paşa ile Rusya mazlahatgüzarı Gulkeviç (Gulkevitch)  arasında İstanbul’da anlaşma imzalandı.
     Söz konusu ıslahat projesi, "Doğu Anadolu’nun altı iline ve Trabzon’a geniş ölçüde özerklik veriyordu. Doğu Anadolu iki bölgeye ayrılmakta Erzurum, Trabzon ve Sivas’ın yer aldığı kesim ayrı bir yabancı genel müfettiş Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır vilayetlerini kapsayan kesime de başka bir yabancı müfettiş atanacaktı. Geniş yetkilerle donatılan müfettişler bu bölgelerde tam yetkili oluyor, devlet içinde devlet yaratılıyordu. Osmanlı Devleti; Ermeniler lehine düzenlemeleri kabul etmekle birlikte, Rusya’nın Doğu Anadolu’da talep ettiği askerî sınırlamalar ile Aşiret Alayları’nın fiilen varlığının son verilmesi de dahil olmak üzere bir çok önemli hususu kabul etmekteydi."
      Osmanlı Hükûmeti Doğu Anadolu’ya, Osmanlı genel müfettişleri ve bunların yanına da Avrupalı müşavirlerin verilmesini kabul etmişti. Bu teklife Ermeni Millî Temsilciler Heyeti Başkanı olan Bogos Nubar şiddetle karşı çıkmakta, Doğu Anadolu’ya Avrupalı müfettişlerin atanmasını istemekteydi. 
    Bogos Nubar, 22 Kasım 1913’te “Islahatın Avrupalı devletlerin himaye ve kontrolü altında sorumlu ve kuvvetli yetkisi olan Avrupa memurlarıyla uygulanması haricinde bir çözüm şekli olmayacağını” ifade ettikten sonra bu planın Osmanlı Hükûmeti’nce kabul ettirilmesi için mallî baskı yapılmasını içeren şu telkinlerde bulunmaktaydı: “Avrupalı devletler, her türlü mali yardımı reddedecekleri hakkında sarsılmaz kararlarını gösterirlerse borç almaktan vazgeçmeyecek olan Bab-ı Alî, devletlerin anlaşmış bulundukları esas dairesinde ıslahatı kabulde gecikmeyecektir.”
    Osmanlı Devleti anlaşma öncesinde yapılan görüşmelerde Aşiret Alayları’nın vatan savunmasındaki önemi nedeniyle kaldırılamayacağını ifade etmiş olsa da, Rusya’nın bu konudaki taleplerini büyük oranda kabul etmiş görünüyordu.
  Osmanlı Hükûmeti Ne Yazık Ki Korku ve Acizlik Örneği Denebilecek Bir Şekilde Rus Taleplerini Kabul Etmiş, Yaptığı Bu Anlaşmayı Halka Açıklayabilme Cesaretini Gösterememiştir.
    Yapılan anlaşmaya göre anlaşmanın takipçisi Rusya olmakta, diğer 5 devlet (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve İtalya) Rusya’yı serbest bırakmaktaydı.  19 Mart 1913’te sermayesinin ¾’e yakın kısmı İngilizlerin olduğu Osmanlı Petrol şirketi Irak petrolleri imtiyazını, 29 Temmuz 1913 Şattülarap Anlaşmasıyla Fırat, Dicle ve Şattülarap üzerinde gemi işletme imtiyazını alan ve Irak’ın sulanması konusunda  tek söz sahibi olan İngiltere’nin, Doğu Anadolu’yu Ruslara peşkeş çektiği görülüyordu. 29 Ekim 1913’te Trabzon-Pekeriç-Harput-Diyarbakır doğusunda yapılacak demiryollarının imtiyazını alan Rusya, bu ıslahat anlaşmayla Anadolu’nun paylaşılması, nüfuz bölgelerine ayrılması hesaplarında Doğu ve Kuzey-Doğu Anadolu’yu kendi payı olarak gördüğü ortaya çıkıyordu.
    Kafkasya’ya komşu olan Türk topraklarında üstünlük kurmak amacındaydı. Bu bölgede Osmanlı askerî yapılanmasını zayıflatmak ve askerî teşkilatlanmayı denetim altına almak, diğer taraftan da bu bölgenin ele geçirilmesinde kendi işini zora sokacak Aşiret Alayı örgütlenmesini zayıflatmak, yok etmek istemekteydi.
    Kabul edilen proje Türk Halkı ve Aşiret Alayları Arasında Huzursuzluk Yaratmıştır. Van’daki İngiliz konsolos yardımcısı Teğmen Ian M. Smith’in, Haydaranlı aşireti lideri Hüseyin Paşa’yla yapmış olduğu 14 Şubat 1914 tarihli görüşmede anlaşmadan doğan  hoşnutsuzluk ifade edilmişti.
      Rusya bu anlaşmayla büyük bir siyasî başarı sağlamış, hemen her istediğini elde etmiştir. Rusya’nın 1877-78 savaşı sonucunda büyük devletlerin gündemine alınmasını sağladığı, zaman zaman İngiltere’nin takibinde 1914 yılına kadar getirilen Ermeniler lehine ıslahat yapılması konusu yine Rusya tarafından büyük bir kısmıyla sonuçlandırılmış oluyordu. 
    Rus Mazlahatgüzarı Gulkeviç, Hariciye nazırı Sazenofa  anlaşma günü 26 Ocak 1914’te yazdığı telgrafta ulaşılan neticeyi şu şekilde bildirmişti: “Bu itibarla 26 Ocak 1914 tarihli anlaşma şüphesiz Ermeni milletinin tarihinde daha mesut bir yeni zamanın başlangıcını gösterir. Sırf siyasî ehemmiyeti itibariyle mezkur itilafnameyi, Bulgar Eksarhlığını ihdas eden, Bulgar kavmini Rum vesayetinden kurtaran 1780 fermanıyla mukayese etmek kabildir. Ermenilerin kendilerinin Türk boyunduruğundan kurtulmaları için ilk adımın atıldığını hissetmemeleri kabil değildir. 26 Ocak 1914 itilafnamesi aynı zamanda Rusya’nın devletlerarası mevkii içinde de büyük bir ehemmiyeti haizdir. Filhakika Sadrazam ile Rusya mümessili tarafından imza edilmiş ve Türkiye’yi, ecnebi devletlere harfiyen dikte edilmiş bir nota göndermeyi Rusya’ya taahhüt etmeğe mecbur kılmıştır. Ermeni meselesinde Rusya’nın başlıca rolü resmi surette bir nevi tasdik ve Ayastafenos Muahedesi’nin 16’ncı maddesi bu surette teyit edilmiş demektir. Bu keyfiyet Rusya’nın milletlerarası şeref ve haysiyetine iyi tesir etmekten ve hükümdarının namını Yakın Şark Hristiyanları kalplerinde yeni bir nurani hal ile kaplamaktan geri kalmayacaktır.”
      Rusya Ermenilerin dinî lideri Katogikos Keork, Sazanof’a şu sözlerle teşekkür etmiştir: “Hristiyanlık dolayısıyla şimdiye kadar yok edilmiş olan Türk Ermenileri, hayatlarını - zatı alilerinin gösterdiği sağlam ve insani siyaset sayesinde - bu tarihi günlerde kültürlerini geliştirmek fırsatını elde etmişlerdir. En eski bir Hristiyan dinine mensup olmalarından ve büyük Rusya’ya karşı gösterdikleri yakınlıktan dolayı asırlarca imhalara uğramış olan bir milletin hakiki hayat içinde gelişmesinin temin ve gerçekleşmesi için kurtarıcı Çarlar büyük faaliyet ve çok hayırlı gayretlerde bulunmuşlardır. Sevgili İmparatorun, II. Nicolas’ın arzularıyla Asya Türkiye’sinde, Avrupa’nın fikrî ve maddî kültür prensiplerini temsil eden milletim, tarihî yerine geçirildi. Bu tarihî günler dolayısıyla,  zatı alilerine bütün Ermeni milleti adına teşekkürlerimi sunmayı kutsal bir borç bilirim.”
  Rusya’nın kazandığı bu siyasî zafer, Rusya Ermenileri dinî lideri Katogikos Keork’u da memnun etmiştir. İstanbul patriği Katogikos’a şöyle teşekkür etmiştir: “Millî davamız ilk durağına ulaşmış oldu. Türkiye’deki muzdarip evlatlarımızın ricalarını göz önüne alarak durumlarının düzelmesi için hiçbir şey esirgemediğinizden dolayı kutsal şahsiyetinize meclislerimizin minnattarlığını sunmayı ilk ve kutsal bir vazife gördüm. Kutsal şahsınız gayretlerinin sonuçsuz kalmadığını ve Ermeni dileklerinin esaslarında Bab-ı Alî ile Rusya Hükûmeti arasında kesin anlaşmaya varıldığını müjdelemekle bahtiyar bulunduğumu arz ederim.”
 Bu yazıya Bogos Nubar da şu telgrafla cevap vermiştir: “Saygıdeğer şahsınız ile Rus İmparatorluğu’nun ortak gayret ve yine zatı alilerinin ileri görüşlülüğü sayesinde Ermeni ıslahatı hakkında anlaşmaya varıldığından dolayı kutsal şahsınıza saygı ve tebrikleri sunarım. Asya Türkiye’sindeki kardeşlerimiz bundan sonra adil ve emin bir idare altında yaşamak imkânına kavuşmuşlardır.”
    Katogikos da Bogos Nubar’a verdiği cevapta şunları yazmıştır: “Türkiye’de ıslahatın tatbiki hususunda harcamış olduğunuz gayrete teşekkür ederim. Kardeşlerimizin işlerinin başarıyla ilerlemekte olduğunu görmekte bahtiyarım. Siz ve Saygıdeğer aileniz için Allah’tan lütuf ve inayet dilerim.”
       Birinci Dünya Savaşının Çıkması Ermeni Islahat Konusunu Kapandı
    Kabul edilen anlaşma gereği Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır bölgesi için Norveç ordusundan Binbaşı Hoff; Trabzon, Erzurum ve Sivas bölgesi için Hollandalı Westenek seçildiler. Osmanlı Hükûmeti bunlarla 25 Mayıs 1914 günü kontrat imzaladı. Ancak Osmanlı Devleti’nin 1 Kasım 1914 günü Birinci Dünya Savaşı’na dahil olduğu zaman, bu genel müfettişler daha işe başlayamamışlardı. Savaş başlamasıyla birlikte, Osmanlı Hükûmeti 31 Aralık 1914’te bunların işlerine son verdiğini ilân etti. Ermeniler lehine ıslahat konusu da bu şekilde kapanmış oldu.
    Bu sırada Taşnak ihtilal komitesi merkezini İstanbul’dan Erzurum’a taşıdı.
    Batılı devletlerin ihtirasları uğruna trajik bir maceraya sürüklendiler
 Osmanlı Devleti’nin gösterdiği yakın ilgi ve güvene, verilen imtiyazlara,  en üst düzeyde devlet görevlilerin telkinlerine rağmen, Ermeniler; birlikte yaşadıkları toplumla huzur ve refah içerisinde yaşamak yerine dış güçlerle işbirliği yapıp, onların maşaları haline gelmeyi benimsediler.
  Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birbirinden kanlı katliam örnekleri sergilediler. Kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın binlerce Müslüman’ın hayatına son verip, Doğu Anadolu’yu harabeye çevirdiler. Tarafsız Ermenilerin ve diğer vatandaşların can ve mal güvenliğini tehdit ettiler. Düşmanla işbirliği ederek, Osmanlı Devleti’ni yıkmaya, Doğu Anadolu Bölgesi’ni bölmeye kalkıştılar. Bu maksatla ülke içinde ve dışında bir çok terör örgütü kurarak devlete ve halka dönük terörizmi başlattılar, yönetime başkaldırdılar. Batılı devletlerin ihtirasları uğruna trajik bir maceraya sürüklendiler.
    “Ermeni terör örgütlerinin katliamlarını önlemek, halkı korumak, asayişi sağlayabilmek ve düşmanla işbirliğinin önüne geçmek" için Ermeni Tehciri kararı alındı. 27 Mayıs 1915'te Meclis'ten çıkan “Yer Değiştirme Kanunu” 1 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekâyi'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
       Bundan sonraki yazımızda Ermeni Tehciri konusu incelenecektir.     

23 Nisan 2015 Perşembe

ERMENİ SORUNU - III " Ermeni Terör Örgütlerinin Kurulması"

     Ermeni Örgütlerinin Kurulması
   Özellikle Türk katliamının yoğun olarak yaşanacağı Doğu Anadolu Bölgesi’nde Erzurum ve Van illerinde Ermeni cemiyetleri hızla artmıştır. Van bölgesinde; 1870’li yıllarda Araratlı Cemiyeti, 1872'de Kurtuluş Birliği,  1878’de Karahaç Cemiyeti ve Anavatan Savunucuları Cemiyeti, 1882’de Fedakârlar Cemiyeti, 1885 sonbaharında Armenekan Komitesi aynı dönemde Muş’ta, Mektebsevenler, Şarklı/Doğulu ve 1876’da Ermenistan’a Doğru Cemiyetleri kurulmuştur.  
   Erzurum’da 1879’da Milliyetçi Kadınlar Derneği, 1880'de Silahlılar Derneği, 1881’de Rus konsolosluğu ile yapılan işbirliği neticesinde Vatanı Müdafaa Cemiyeti ve Koruyucu Vatandaşlar, 1882’de Anavatan Müdafiler adları altında cemiyetler oluşturulmuştur. Bu dernekler için Türkiye topraklarında bağımsız bir Ermenistan kutsal ve millî bir ülküydü. Bu cemiyetlerin faaliyetleri sonucunda Van, Erzurum, Muş’da silahlı hareketler baş gösterdi.
   Ermenilerin bölge dışında da cemiyetleri vardı. 1860 yılında sözde Kilikya’yı kalkındırmak amacıyla evvela bir Hayırsever Cemiyeti, daha sonra Fedakârlar Cemiyeti kurulmuştu. 1880 yılında İstanbul’da, Yıldırım (Şant) İhtilalci Derneği ve Kurban ismindeki başka bir dernek faaliyette bulunuyordu. Yine 1880'de Kafkasya'da Genç Ermenistan Derneği kurulmuştu. Bu derneklerin kurucuları genellikle, Türkiye Ermenilerinden çok Rus uyruklu Ermenilerdi. Örneğin Kurban Derneği’nin kurucusu Kafkasyalı Patrat Navasartyan isimli bir Ermeni doktordu ve dernek çalışmalarını Tiflis’ten yönetiyordu.
     Örgütlerin Oluşumunda Rus Ermenileri Önemli Rol Üstlenmiştir
    Rus Ermenilerinin üstlendikleri rolü Taşnak komitecilerinden Aknuni şu şekilde açıklamıştır: “Savaş sırasında Osmanlı Ermenileri lehinde Kafkasya’da, özellikle Tiflis’te başlayan propaganda, bütün şiddetiyle devam etti. Kafkasya’daki Ermeni gazeteleri, Osmanlı idaresinin baskısına karşı feryat ve şikâyetlerde bulunuyorlardı. Ermeni kaçaklarına, mültecilerine, Türkiye’deki Ermeni cemiyetlerine yardım ediliyordu. Ermeni gönüllüleri, propagandacıları hududu geçiyorlar, esir hayatı süren Türkiye Ermenileri arasında isyan çıkarıyorlardı. Raffi, romanlarında bu isyanın programını, planlarını çiziyor, ayrıntılarını açıklıyordu. Arzruni, ateşli makaleleriyle çok çekici olan Ermeni bağımsızlığını anlatıyor, Kamar Katiba savaşçıların yüreklerindeki ateşi parlatıyordu. Türkiye Ermenileri, faal propagandaya girişmek üzere Kafkasya’ya sığınıyorlardı. Bu dönem, hayali bağımsızlık programının hazırlandığı bir birleşme, kaynaşma dönemiydi.”
    Yine bir başka Ermeni yazar S. Kaprielyan “Ermeni Bunalımı ve Tekrar Doğuşu” adlı eserinde Türkiye’de karışıklık çıkarılmasında Rus Ermenilerin Rolünü çarpıçı bir şekilde şöyle ifade etmiştir: “Hatırlanmalıdır ki, Ermeni sorununun doğuşundan beri illerde ve hükûmet merkezinde yapılan gösteriler, daima Kafkas Ermenilerinden olan şahıslar tarafından yapılmıştır. İhtilal vaatleri, fikirlerini de Rusya Ermenilerine borçluyuz. Rusya, Osmanlıları yenmişti. Bunun sonucu olarak Rusların Osmanlılara karşı almış oldukları alaylı tavrı, Osmanlılara karşı Kafkas Ermenileri de takınmışlardı.”
      Lenin: "Çarlık Rusya'sı Ermeni çetelerini örgütlüyor, bunları savaşta ateşe sürecek"
  Öte yandan Ermeni terör örgütlerinin oluşturulmasında Rusya Ermenileri yanında Rusya da etkin bir rol üstlenecektir. Bu durumu Lenin "Emperyalizm" kitabında "Çarlık Rusya'sı Ermeni çetelerini örgütlüyor, bunları savaşta ateşe sürecek ve Osmanlı'yı parcalayacak" diyecektir.
       Hınçak ve Taşnak Terör Örgütlerinin Kurulması
    Ermeni cemiyetleri, planlı bir şekilde başlattıkları siyasî faaliyetleri her geçen gün daha da sistematik bir hale getirerek genişletiyorlardı. Bu cemiyetlerin yanında, bir başka yol da denenmiş ve Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulmuştu. 1887'de İsviçre'nin Cenevre kentinde Hınçak (Ermenice:Çan),  1890'da Tiflis'de Taşnak / Daşnaksutyun: (Ermenice: Birlik) Ermeni Devrimci Federasyonu  komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere hedef olarak; “Erivan’dan Akdeniz’e Büyük Ermenistan’ın” kurulması için Anadolu toprakları ve amaç olarak Osmanlı Ermenilerini “kurtarmak” gösterilmiştir. 
    Taşnak ve Hınçak terör örgütleri Ermeni ayaklanması ve terör eylemlerinin organizasyonunda kilit rol oynadı.
  Taşnak Tarihi adlı eseri yazan M. Varantyan, Berlin Kongresi sonrasında Ermeni sorunun devletler arası bir şekil aldığını, yılardan beri mevcut olan Türkiye ve Kafkas Ermenileri arasındaki ayrılığı kaldırdığını ifade etmekte ve şöyle devam etmektedir: “Raffi’nin, Azruni’nin, Türkiye Ermenilerinden Hrımyan’ın, K.Odyan’ın ideallerini yürütü; birleştirdi. Her şeyden önce, millîyet fikri ilerledi. İlk iş olarak Karabağ’dan, Muş’a, Zeytun’a kadar olan Ermeniler, bir toprak, bir kan, bir dil, bir kültür, bir din, bir tarih sahibi olduklarını duydular. Milliyet, aynı zamanda hareket ve çalışmada birleşmeyi temin etti.”  
  Bu amaç için birleşen Ermeniler her yerde yeniden teşkilatlanıyorlar, cadde ve sokaklardaki bürolarına tabelalar asarak faaliyet gösteriyorlardı. Türkiye’ye, isyanda kullanılmak üzere bol miktarda silah sokuyorlar, bu silahlar, çarşıda, pazarda serbestçe satılıyordu. Rusya’dan gelen Ermeni komitacıları durmadan Ermeni gençlerine ateş ve silah talimi yaptırıyordu. Taşnak Komitesi Tiflis'te silah fabrikası bile kurmuştu.
    Taşnak ve Hınçak terör örgütleri kuruluşlarıyla birlikte en küçük Ermeni köyüne varıncaya kadar silahlı teşkilat için talimatnameler ve komiteciler göndermeye başladı. Komite teşkilatlanması; “siyasî haberci çeteler, köy çeteleri, esnaf dernekleri, yedek çeteleri, mütefekkir ve aydınlar cemiyetleri, seyyar müfrezeler” şeklinde organize edilmişti. Bunlardan başka “her köyde 30-40 kişilik haberci müfreze, yardımcı müfreze, silah ve cephane tedarik edecek müfreze, haberleşmeyi temin için kadınlar müfrezesi” şeklinde tüm alanlara yayılmış bir terör örgütlenmesi oluşturulmuştu.
     1880 yılı sonlarına kadar, Berlin Antlaşması’nın 61’nci maddesinin kendilerine vaat ettiği hakları büyük devlerce takip edilen ve bu döneme kadar isyan hazırlıkları yapan Ermeniler, bu tarihten sonra “ıslahat - muhtariyet” isteğiyle harekete geçtiler. Hınçak Gazetesi 7 Eylül 1890 tarihli nüshasında; “Ermeniler, Avrupa’nın nihai gayelerine aykırı düşecek bütün tekliflerini ret edeceklerdir ve bu dava için kanlarının son damlasına kadar mücadeleye hazırdırlar.” diyerek Osmanlı Devleti’ne tehdit savurmaktaydı.
      Taşnak Komitesi'nin İlk Emri: “Türkü, Kürdü Her Yerde, Her Türlü Şartlar Altında Vur."
   Bu komiteler gayelerine ulaşmak için hiçbir engel tanımamış, hatta kendilerinden olanları bile çekinmeden öldürmüşlerdir. Taşnak komitesi vermiş olduğu ilk emirlerde; “Türkü, Kürdü her yerde, her türlü şartlar altında vur. Gericileri, hainleri, sözünden dönenleri, hafiyelerini öldür, intikam al” direktifini vermekteydi.  
     Bir başka bildiride şunlar yazılıydı: “Bizim gayemiz Rusya ile aynıdır. Şimdi binlerce Ermeni, Moskova ordularında yiğitçe savaşıyor. Ermenistan’ı kurmak ve Türk boyunduruğundan kurtarmak için canlarını feda edeceklerdir. Asya-Avrupa Türklerden temizlenecek. Bizler Rusların, İngilizlerin, Fransızların yanında bağımsızlığımızı kazanana kadar savaşacağız.”
    1890 yılında yayınladıkları beyannamede: “...0 halde arkadaşlar, mukaddes maksadımız uğrunda, müşterek düşmana karşı birleşelim. Gençler! Her yerde yüksek mefkurenin müdafii olan sizler de halkla birleşin. Zenginler, sizler de halkın düşmanlara Kürt Beylerine karşı göğüslerini siper edenlere, kendilerini korumak için silah almalarını temin edin. Ermeni kadını sen de bu mukaddes işe ruh ver. Din büyükleri, hürriyet askerlerini vaftiz et. Beklemenin zamanı değil toplanınız, vatanın kurtarılması işini kahramanca gerçekleştirelim.”  denmektedir.
    Taşnak Komitesi’nin 1891’de yayınladığı bir başka bildiride şöyle deniliyordu: “...Ermeni arkadaşlar, umutla, inançla, sönmez bir aşk ve arzu ile gece gündüz hazırlanınız. Her saniye hazır bulunarak bekleyiniz ki, her türlü zulüm ve haksızlığa uğramakta bulunan Türkiye Ermenistan’ındaki kardeşlerimize genel isyan işaretini verebilelim...”
      Hınçak Gazetesi : "Örgütlenin! Silahlanın! "
  Hınçak Gazetesi 1892 Temmuz ayında şunları yazmıştır: “Kötü olaylara gebe, nakit günler geçiriyoruz. Bıçak kemiğe dayandı. Kaçınılmaz sonuç için hazırlanın. Örgütlenin! Silahlanın! Elinize ne geçerse onunla silahlanın. Bir yer ayaklandığında ya da direnişe geçtiğinde, siz de bulunduğunuz yerde, aynını yapın. Özgürlük ışığını yakın!”
  Ermeni iddialarının öncülerinden Louise Nalbandian Hınçak Komitesi'ni anlatırken şunları söylemektedir: “Ermeni halkının duygularını harekete geçirmek için tahrik ve teröre ihtiyaç vardı. Halk, düşmanlarına karşı kışkırtılacak ve aynı düşmanın misilleme faaliyetinden yararlanılacaktı. Terör, halkı korumak ve Hınçak programına güven duymasını sağlamak için bir yöntem olarak kullanılacaktı. Parti (komite), Osmanlı Hükûmeti’ni terörize etmeyi amaçlamıştı. Bu suretle rejimin prestiji azaltılacak ve tam anlamıyla dağılması için çaba harcanacaktı. Terörist taktiklerin tek odak noktası hükûmet olmayacaktı. Hınçaklar, o sırada hükûmet hesabına çalışan en tehlikeli Ermeni ve Türkleri de öldüreceklerdi.” 
      Aynı şekilde Van'daki İngiliz Konsolos Yardımcısı Williams 4 Mart 1896 tarihli yazısında; “Taşnak ve Hınçakların kendi vatandaşlarını terörize ettiklerini, aşırılık ve çılgınlıklarıyla Müslüman halkı kışkırttıklarını, reformların uygulanması için girişilen tüm çabaları felce uğrattıklarını ve bütün Anadolu'da olup bitenlerden Ermeni komitelerinin cinayetlerinin sorumlu olduğunu” belirtmişti. 
      Hınçak faaliyetleri hakkında Trabzon’dan İngiliz Konsolosu, Elçi Sir Philip Currie’ye 28 Ekim 1895 de şöyle yazmıştır: “Hınçaklılar, hareketleri dışarıdan idare ediyorlar ve kendileri tamamen emniyet içinde bulundukları halde, Türkiye’deki ırkdaşlarına hayatı dayanılmaz bir hale getiriyorlardı. Amaçları, Müslümanları Hristiyanlara karşı kışkırtmak ve katliamlar çıkartarak memleketi dehşet içinde bırakmaktır. Bütün dünyaca bilinmelidir ki, bu örgütün, anarşik bir karakteri vardır.” 
    ABD Misyonerleri; " Bütün Hristiyan Halka ve Misyonerlerin Faaliyetlerine Büyük Kötülükler Yapmakta ve Istıraplara Sebep Olmaktadır."
     Ermeni toplumu arasında ayrılıkcı fikirlerin oluşturulmasında yıllarca mesai harcayan misyoner örgütleri bile Ermeni tedhiş hareketlerinden rahatsız olmuşlardır. ABD misyoner örgütü, “Massachusetts Hom Missionary Society (Boston)” başkanı Charles B. Rice mensuplarına şu bildiriyi yayınlamıştır: “Ermeniler arasında ihtilalci Hınçak Partisi’nin yangıncı ve ihtilaci gayelerini göz önüne alan Massachussets misyoner merkez cemiyeti (Boston), bütün ilgilileri, bu partiye hoşgörü ile davranmamaları konusunda uyarır.”  
     Aynı şekilde İstanbul’daki Robert College’nin müdürü Dr.Hamlin, ABD’nin Boston şehrinde yayınlanan Congregationalist Dergisi’ne 23 Aralık 1893’te yazdığı mektupta Taşnak partisi hakkında benzer şikâyette bulunmuştur: “Taşnak ihtilal partisi, Türk İmparatorluğu’nda bazı taraflarında bütün Hristiyan halka ve misyonerlerin faaliyetlerine büyük kötülükler yapmakta ve ıstıraplara sebep olmaktadır. Bu gizli bir komitedir ve ancak doğuya has bir sahtekârlıkla yönetilmektedir.”
     Hınçak Marşı;"Ermeniler Her Tarafta Ayaklansın"
  Taşnak terör örgütünün marşı; “Taşnaksağan Çetesi, Sason’a gidelim. Yiğit arkadaşlarımız bizi bekliyor”, sözleri ile başlıyor “Anamız Ermenistan’ı elden çıkardık, şimdi kuvvetliyiz tekrar alalım” cümlesiyle sona eriyordu. Hınçak terör örgütü’nün marşı; “Erzurum’da, İstanbul’da ra’d asa (gök gürültüsü gibi) ilk hareketin çanını çabuk çal! Ermeniler her tarafta kıyam etsin! (ayaklansın)”  deniliyordu.
  Hınçak komitesinden önce İstanbul’da kurulmuş olan Ermeni Vatanperverler Cemiyeti, yayınladığı bildiride kuruluş gayesini şöyle açıklamıştı: “Türkiye Ermenistanı’na, Ermeni milletinin ihtiyaçlarına uygun olarak idarî ıslahat yaptırmaya çalışmak. Ermeni milletine  serbestçe kendi kendini idare etmek hususundaki haklarını almak. Ermenileri gayelerine ulaştırmak için şartlara uygun vasıtalara başvurmak suretiyle hürriyetini elde etmek için dâhili bir güç peydah etmeye çalışmak. Vatanın kurtarılması için çalışanların faaliyetlerine maddî ve manevî yardımlar yapmak.”
   Ermeni örgütleri ve kuruluşlarının müşterek amacı; yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı gibi her fırsattan yararlanarak Türkiye’yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde Doğu Anadolu’da işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak bağımsız bir Ermenistan kurmaktı. Kurulan Ermeni örgütleri; “Çeteler teşkil etmek, Osmanlı toplumunun maneviyatını bozmak, Türkleri eldeki bütün imkânları kullanarak  öldürmek, yok etmek, egemenlik haklarından mahrum kılmak, Ermeni azınlık topluluklarını silahlandırmak, ihtilal, isyan ve terör için hazırlamak, ihtilal komiteleri, katliam grupları, katliam birlikleri kurmak, hükûmet kuruluşlarını tahrip etmek, yağmalamak gibi doğrudan teröre ve terörün yaygınlaşmasına çalışan”  ve kuruluş düzenleri bu esaslara dayanan yol ve yöntemleri kullandılar.
  Diğer taraftan terör eylemleriyle umutlanan Ermeniler; Amasya çarşısı yangınından sonra, Eylül 1895’de kendilerini o kadar emniyette ve kuvvette gördüler ki hükûmetin aldığı tedbirleri protesto etmek için İstanbul’da gürültülü bir gösteri yaptılar. Aşiret Süvari Alayları’nın dağıtılmasını ve aynı şekilde Avrupa tarafından kabul olacak bir genel valinin tayinini istediler.
    Erzurum Rus Konsolosu Mayevsrıy; "Nifak Tohumu Komitacıların Hayal Ettikleri ve Fiiliyata Geçirdikleri Bir Olgudur”  
    Tüm bunlara rağmen Ermeni komite faaliyetlerinin yoğunluk kazandığı 1895 yılına gelindiğinde Ermenilerin Doğu Anadolu’da durumunu Erzurum’da Rus konsolosu olan Mayevsrıy (Mayafeski) şu şekilde ifade etmektedir: “Doğu illerini bilen her tanınmış âlim itiraf eder ki Kürdistan’da yaşayan bütün Hristiyan köyleri müslüman köylerinden çok zengin ve refah içinde yaşarlar. …Ermeniler kürt köylerine göre diğer halka göre çok zengin. Görüldüğü gibi 1895 yılına kadar Ermenilerin Osmanlı ülkesindeki sıkıntıları hep hayali, abartılmış uydurmalardır. Osmanlı ülkesindeki Ermenilerin başka yerlerde yaşayan Ermenilerden daha aşağı bir yaşantıları yoktur. Fakat Ermeni ihtilalcilerin yağmacılıkları, savaş ve başka halleri iddia ettikleri bütün durumlar maalesef Kafkasya’da vardır.  …Nifak tohumu komitacıların hayal ettikleri ve fiiliyata geçirdikleri bir olgudur...”  
   Ermenilerin 1905 yılında II. Abdülhamit’e düzenledikleri suikast girişimi nedeniyle başlatılan kovuşturma kapsamında İzmir Ermeni İhtilal Komitesi Nizamnamesi ele geçirilmiştir. Bu nizamname komitelerin maksatlarını yansıtan bir belge olması açısından ilginçtir. Bu nizamnamede, Ermeni toplumunun esir olduğu, hayat hakkından yoksun bulunduğu ve bu koşullarda isyanın en doğal hakları olduğu hükümlerinin yer aldığı görülmüştür. Yine bu koşullarda, Ermeniler ’in varlıklarını koruyabilmek için, isyan ve terör yolunu seçtikleri bu amaçlarına ulaşmak için de, savaşçılara ve bunlara yardımcı kuruluşlara ihtiyaçlarının olduğu nizamnameden anlaşılmıştır. 
       Sadettin Paşa: "Yanlış Yola Gidiyorsunuz. Önümüzde Ölüm Tehlikesi Var. Vazgeçin, Dört Asırdan Beri İzlediğiniz Yoldan Sapmayın, Sadakatten Ayrılmayın. Ümit ve Arzu Ettiğiniz Şeyler Avrupa’nın Siyasî Dengesine Uymadığından Gerçekleşme Şansına Sahip Değildir."
    Ermenilerin yoğun bir şekilde  örgütlenerek Müslümanlara yönelik terör eylemlerine giriştikleri bölgelerden olan Van’da Sadettin Paşa 10 Şubat 1896’da Ermenilere hitaben şu tarihi uyarıyı yapmıştır:
“...Devletin gösterdiği kolaylık ve kendi eliyle açtığı mektepler sayesinde dünya ahvalinden haberder oldunuz, zenaat ve ticaretin nimetlerinden nasiplendiniz. Memleket ticaret hayatının önemli bir kısmını elinizde tuttunuz, ona sizler yön verdiniz. Arazinin en verimli yerlerine sahip oldunuz. Devletin size duyduğu güven sayesinde Hazine-i Hassa nezareti, Hariciye memurlukları ve Şura-yı Devlet azalıkları gibi görevler, nüfustaki azınlığınıza bakılmaksızın sizlere verildi ve verilmekte terettüt edilmiyor.
   Sözün kısası, sayılmakla bitmez bunca nimetlere, bunca yardımlara, kolaylıklara karşı, devletin azametli eteğine dört elle değil, bin elle sarılıp o eteği günde bin defa öpüp baş üstüne koymak insanlığın gereği iken siz Ermeniler aksi davranışlarda bulundunuz. Buna teessüf etmemek elden gelmez. Yanlış yola gidiyorsunuz. Önümüzde ölüm tehlikesi var. İşte devlet size haber veriyor. Vazgeçin, dört asırdan beri izlediğiniz yoldan sapmayın, sadakatten ayrılmayın. Pişman olursunuz. Son pişmanlık fayda vermez. Ümit ve arzu ettiğiniz şeyler Avrupa’nın siyasî dengesine uymadığından gerçekleşme şansına sahip değildir.”
     Ermenilere Yurt Verilmesini İçeren “Anadolu Islahatı” Sürecinin Başlaması
    Daha önce açıklandığı üzere, 3 Mart 1878 tarihli Yeşilköy Antlaşması’nda yer alan; “Anadolu’nun doğusunda Ermenilerle meskûn yerlerde ıslahat yapılması ve Ermenilerin Kürtler ve Çerkeslere karşı himaye edilmesi” hükmü Ermeni Sorunu’nun uluslararası alana taşınması yolundaki ilk adım olmuştur. Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’nda, Yeşilköy Antlaşması’ndaki “Ermenilerin oturmakta bulunduğu Anadolu vilayetlerinde yeni bir idare tarzının kurulması ve Ermenilerin Kürtlerle Çerkeşlere karşı korunması” şeklindeki hüküm bu kez; “yeni bir idare tarzının kurulması” şeklindeki ifadeyle Ermenilere ayrı bir yurt sürecinin başlamasına neden olmuştur.
    İngiltere’nin öncülüğünü yaptığı Avrupa Devletleri; Osmanlı Devletini baskı altında tutarak, Berlin Antlaşması’nın Rumeli ve Doğu Anadolu’ya ait hükümlerinin yerine getirilmesini talep etmişler ve Doğu Anadolu’da  Ermeniler lehine düzenlemeler ihtiva eden ıslahat (reform)hususlarında bir  çok nota vermişlerdir.   
       Büyük devletlerin sırf kendi nüfuz politikaları sebebiyle ortaya çıkardıkları, “Anadolu Islahatı”nın diğer bir deyişle Osmanlı toprakları üzerinde “Ermeni Devleti” kurma planının çözüme kavuşturulması teşebbüsleri  sonraki yazımızın konusu olacaktır.




ERMENİ SORUNU - II "1877-78 Osmanlı Rus Savaşı ve Ermeni Sorununun Ortaya Çıkması"

     1877-78 Osmanlı - Rus Savaşı 
   Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinir. Hem Osmanlı Devleti'nin batı sınırındaki Tuna (Balkan) Cephesi'nde, hem de doğu sınırındaki Kafkas Cephesi'nde savaşılmıştır. Savaşa hazırlıksız yakalanan Osmanlı Devleti, çok ağır bir yenilgi almıştır. Savaşın başlıca sebepleri; "Osmanlı Devleti'nde yaşanan azınlık isyanları, Rusya ve Batı Avrupa ülkelerinde, Osmanlı Devleti'nde yaşayan Hıristiyanların insan haklarının çiğnendiği konusunda oluşan tek taraflı kamuoyu, Rusya'nın Balkanlardaki genişleme siyaseti, Romanya ve Bulgaristan'ın bağımsızlık istekleri ve Panslavizm akımıdır."
   Özellikle Balkanlarda bu olaylar neticesinde etnik temizlikler yaşanmış ve yer yer kırımlar görülmüştür. Sonunda batıdaki Osmanlı savunma hatlarını kıran Rus ordularının önü açılmış, dirençle karşılaşmadan İstanbul'un eşiğine Yeşilköy (Ayastefanos)'e kadar ilerlemiştir. Doğu’da ise Erzurum dahil Rusların eline geçmiştir.
    Rus ilerleyişi Osmanlı Devleti'nin varlığını tehdit etmiş ve bunun sonucunda Yeşilköy Antlaşması imzalanmıştır. Ancak Batı Avrupa ülkelerinin bu antlaşmanın koşullarından hoşnut kalmamaları sonucu bu antlaşma geçerliliğini yitirmiş ve yeniden imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti, çok fazla toprak kaybetmiş, Balkanlar'daki nüfuzunu büyük ölçüde yitirmiştir. Balkanlar'da ve Kafkasya'da sayıları 1 milyonu aşkın Osmanlı vatandaşı mülteci konumuna düşmüş, savaş süresince ve savaştan sonra Anadolu'ya dev göç dalgaları yaşanmıştır. 
     Osmanlı - Rus Savaşı ve Ermeniler
    19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı devleti için ciddi bir Ermeni sorunu yoktu. Ancak 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında yapılan Yeşilköy ve Berlin antlaşmalarıyla Ermeni meselesi ortaya çıkartılarak devletler arası bir boyut kazandı.
    Ermeni milliyetçiliğinin ortaya çıkmasında Ermeni Kilisesi  birinci derecede önemli bir rol oynamıştır. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın son günlerinde Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan’ın başkanlığında toplanan Ermeni Meclisi, Rus Çarı’na başvurmayı kararlaştırmıştır.  Çar’a gönderdikleri bir mektupta; “Doğu Anadolu’da Fırat nehrine kadar olan bölgenin Türklere geri verilmeyip, Rusya’ya ilhak edilmesini; bu olmadığı takdirde, Bulgar milletine verilecek imtiyazların Ermeni milletine de verilmesini, işgal edilen toprakların boşaltılması halinde ise, Osmanlı Hükûmeti’nden ıslahat yapılması için maddî bir teminat alınmasını ve bu ıslahatın tatbik ve tamamlanmasına kadar Rus işgalinin devam etmesini istiyorlardı.” 
   Ermeniler, bu amaçla mütareke görüşmelerinin yapıldığı Edirne'ye bir kurul gönderdiler. Rus heyetinde bulunan eski İstanbul elçisi general İgnatief; Ermeni kuruluna "Osmanlı topraklarında Ermenistan diye bir bölgenin mevcut olmadığını, Ermenilerin dağınık halde yaşadıklarını ileri sürerek Bulgarlara tanınan hakların kendilerine verilemeyeceğini bildirdi.”
     Yeşilköy Antlaşması
    Yeşilköy'de devam eden barış görüşmeleri sırasında Patrik Nerses Varjabedyan, Rus heyeti başkanı ve Çar’ın kardeşi Grandük Nikola ile görüştü. Ve antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir madde konulmasını talep etmiştir. Rusya da kendi çıkarları için Ermenilerin bu talebini uygun buldular.  3  Mart 1878  tarihli  Yeşilköy Antlaşması’nın 16’ncı maddesinde Ermeniler ile ilgili bir hüküm konuldu. Bu antlaşma, Ermenilerin politik eylemleri için bir dönüm noktası oldu.  Antlaşmaya  Ermenilerle  ilgili  şu  madde  eklendi:
   “Madde:16-Ermenistan’da (Doğu  Anadolu’da)  Rus  işgalinde  bulunan   ve  Türkiye’ye geri  verilecek  olan  toprakların  Rus  askerince  boşaltılması,  oralarda,  iki  devletin  (Türkiye  ve  Rusya’nın)  iyi  ilişkilerine zararlı   karışıklıklara  yol  açabileceğinden,  Bab-ı Ali (Osmanlı  Hükümeti),  Ermeniler’in  yaşadığı   vilayetlerde  yerel  durumun  gerektirdiği   iyileştirmeleri  ve reformları   zaman  yitirmeden   gerçekleştirmeyi  ve Kürtler  ile  Çerkesler’e  karşı Ermeniler’in   güvenliğini  sağlamayı   üzerine  alır.”
    Patrik Nerses Varjabedyan, Berlin Kongresi öncesinde 17 Mart 1878’te İstanbul’da İngiliz Büyükelçisi Layard’ı ziyaret ederek, “Bir yıl öncesi Osmanlı idaresinden şikayetimiz yoktu, ancak Rus zaferi şimdi durumu değiştirdi. Doğu’da bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz yardım edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya’ya müracaat ederiz.”  şeklinde destek istedi. Girişimlerine devam eden patrik Nerses, 13 Nisan 1878’de İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury'ye gönderdiği muhtırada “Türklerle beraber yaşayamayacaklarını” bildirdi. Ayrıca Patrik, Berlin Konferansı’nda doğu illerinde o zamanki “Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ ve Sivas’ı kapsayan bölgede bir Ermenistan kurulması için bir muhtıra verdi.”
   Yeşilköy Antlaşmasına en ciddi itiraz İngiltere'den geldi. Antlaşma gereğince; Kars,  Ardahan ve  Batum’un Rusya’ya  katılması, Ermeniler  üzerinde  Rus  nüfuzunun  artması   ve  Rusya’nın  Doğu’da prestij  kazanması  İngiltere’nin  “hayati  çıkarlarına”  ters düşüyordu. İngiltere’nin Hindistan İmparatorluğu’na giden birinci  yol   Süveyş  Kanalı’ndan,  ikinci  yol Doğu  Anadolu’dan  geçiyordu. Doğu Anadolu  Asya’da, İngiliz-Rus  rekabetinin   bir  düğüm  noktası  olarak   görülüyordu. Özellikle  Osmanlı  Ermenileri  Rusya’nın  kucağına  düşecek,  Osmanlı  Devleti’nin  Doğu  Anadolu  toprakları   Rusya  tarafından   işgal edilebilirdi.
      Berlin Antlaşması
     İngiltere,  Ayastefanos  Antlaşması’nı   değiştirmek  için  harekete  geçti. 4  Haziran 1878  günü  İngiltere  ile  Osmanlı  hükümeti  arasında  ikili  bir  antlaşma  imzalandı. ”Kıbrıs  Antlaşması”  olarak  ta  bilenen bu antlaşmaya  göre,  eğer  Rusya, ilerde  Osmanlı  Devleti’nin  Asya  topraklarından  bir  bölümünü  ele  geçirmeye  kalkarsa, İngiltere Osmanlı Devleti’ne yardım edecekti. Bu  olası  yardıma  karşılık Kıbrıs  adası  yönetimi geçici süre  İngiltere’ye  bırakıldı. Böylece Kıbrıs'a İngiltere yerleşecek ve günümüze kadar da çıkmayacaktır.
    İngiltere’nin girişimleri sonucunda 18 Temmuz 1878 günü imzalanan Berlin   Antlaşması’nda Osmanlı  Ermenileri  ile  şu  madde   yer  aldı:
    “Madde : 61: Bab-ı Ali  (Osmanlı  Devleti) Ermeniler’in  yaşadığı  eyaletlerde  yerel  ihtiyaçların  gerektirdiği   reformları  geciktirmeden  yapmayı  ve  Çerkes  ve Kürtlere  karşı  Ermeniler’in   huzur  ve  güvenliğini  sağlamayı  taahhüt  eder. Bu hususta alınacak  önlemleri   büyük  devletlere   bildirecektir  ve devletler  de  alınan  önlemlerin  uygulamasını   gözetleyeceklerdir.”
    Görüldüğü üzere Berlin görüşmelerinde Yeşilköy Antlaşması’nın 16’ıncı maddesi fazla değişikliğe uğramadan Berlin Antlaşmasının 61’incı maddesi olarak kabul edilmiştir. Berlin Antlaşması’nın bu hükmü ile Türk - Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilme hakkı tanınmış oldu. Büyük devletlerin sunî olarak çıkardıkları “Ermeni Meselesi” Berlin Antlaşmasıyla artık “Şark Meselesi’nin” bir parçası haline getirilmiş ve devletler arası bir karakter kazanarak Osmanlı Devleti’ni uğraştırmaya başlamıştır.
     Nurias Cesas: İleride kuracağımız binanın temelleri atıldı
    Ermeniler, Berlin Kongresi'nde bağımsızlık için çalıştılarsa da Ermeniler lehine yeni imtiyazlar verilmesi koşulu ötesinde yeni bir şey elde edememişler ve Berlin'den ayrılırken protestoda bulunmuşlardır. Sakin bir millet olduklarından kendilerinin dinlenmediğini, bunun kendileri için bir ders olduğunu, derslerini öğrenmiş olarak geri döndüklerini açıklamışlardır. Berlin Antlaşmasının 61’incı maddesinin tatbikinin kendilerini ayrı bir devlet kurmaya götüreceğini, adı geçen maddenin uygulanmaması halinde olaylar çıkaracaklarını itiraf etmişlerdir. Eski Ermeni Patriği Hırımyan ile birlikte Berlin’e gönderilen Nurias Cesas, 1879‘da yayınladığı bir broşürde soydaşlarına şöyle seslenmiştir:
 “Berlin Kongresi, Ayastefanos Antlaşması’nın 16’ınci maddesi yerine 61’inci maddeyi koymakla kalmadı, yani maddenin sıra numarasını değiştirmekle yetinmedi. İleride kuracağımız binanın temellerini de arttı. Bab-ı Alî, Ermenilerin yaşadığı yerlerde gereken reformları yapmaya söz verdi. Bu reformlar bir gün idari özerkliğe dönüşecektir. Cesaretimizi yitirmeyelim. Bize bahşedilen nimetlerden en büyük yararı sağlamaya çalışalım. Avrupa elimize silah verdi. Paslanmadan bu silahı kullanalım. Bab-ı Alî, Ermenistan’da reform yapmaya söz verdi; bu reformlar gerçekleşmezse eyleme geçmek gerekir. Bab-ı Alî, Ermenileri Kürtlere ve Çerkeslere karşı korumaya söz verdi. Kürtler ve Çerkesler cezalandırılmadan kalırsa eyleme geçmek gerek.”
   Ermenileri delegasyonu başkanı Hırimyan Hayrig: Silahlı güçle isteklerini elde edilebileceğine işaret etmekteydi
    Berlin Konferansı bittikten sonra İstanbul’a dönmüş olan Osmanlı Ermenileri delegasyonu başkanı Hırimyan Hayrig, Ermenilerin isteklerini elde edemedikleri şeklinde eleştirenlere şu şekilde kendini savunmuştur: “Konferansa katılan delegasyonlara, büyük bir kazan içinde, nefis bir yemek sunuldu. Her delegenin elinde demirden yapılmış büyük kepçeler vardı. Onlar karınlarını doyuruncaya kadar kazanı boşalttılar. Bizim delegemize ise ancak kağıttan yapılmış bir kepçe verilmişti. Kepçemizi kazana soktuk fakat en ufak bir yiyecek dahi ağzımıza götüremedik.” Demir kepçe çeşitli delegelerin askerî gücünü, kağıt kepçe ise Ermenilerin her türlü silahlı güçten yoksun durumunu ifade ediyordu. Hrimyan bu açıklaması ile halkın ancak silahlı güçle isteklerini elde edilebileceğine işaret etmekteydi. Böylece silahlı güçlerin oluşturulması gereği en yetkili Ermeni temsilci tarafından bu şekilde ifade edilmişti.
   Ermeni cemiyetleri, Patrik ve  kiliseler, Berlin Antlaşmasın’dan sonra ayrılıkçı faaliyetlerin örgütlenmesine hız verdiler. Çünkü Berlin Antlaşması Ermenilere umdukları bağımsızlık veya Lübnan benzeri muhtariyeti sağlamamış, ıslahat vaadinden başka bir şey getirmemişti. Ermeniler bu duruma memnun kalmamışlar, bu sebeple amaçlarına ulaşmak için kilisenin öncülüğünde isyan çıkarmak ve kan dökmek sureti ile Avrupa ve Rusya’nın müdahalesini isteyeceklerdir.
    Patrik Nerses Varjabedyan:"Okullarda öğrencilerin fikirlerini Ermenistan meselesi ile doldurun"
   Patrik Nerses Varjabedyan, Berlin Kongresi sonrasında, Ermeni kiliselerine mektuplar yazdı. Papazlara, Ermeni devleti kurulması yönünde Ermeni toplumunu aydınlatılması tavsiye etmekteydi. Patrik, mektuplarında, Avrupa devletlerinin Anadolu’nun her tarafına konsolos tayin ettiklerini belirterek Ermeni ileri gelenlerinin bu konsoloslarla irtibata geçmelerini, Ermeni milletinin zulüm gördüğünü bunlara anlatmalarını istiyordu. Varjabedyan, mektuplarında, Ermeni toplumuna devamlı olarak Osmanlı aleyhine cemiyetler kurmasını tavsiye ederken, bir mektubunda da okullarda öğrencileri gelecek için hazırlamaları hususunda şunları söylemekteydi: 
   “Okullarda öğrencilerin fikirlerini Ermenistan meselesi ile doldurun. Okul olmayan veya öğretmen tutamayan köylerde papazlar erkek ve kız öğrencilere imza atmasını mutlaka öğretmelidirler. Çünkü, bu ilerde bize çok lazım olacak. Ayrıca, şehirlerde okuma-yazma bilmeyen büyükler kalmamalı, herkes öğrenmelidir.”
      Büyük Ermenistan “Ermeni Ararat Krallığı” ülküsü
   Avrupa devletleri Berlin Antlaşması’nı bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine doğrudan karıştılar, birbiri arkasına Ermeni bağımsızlığının yolunu açacak bugünkü Avrupa Birliği'nin ülkemizde uygulanmak üzere sunulan reform paketleri benzeri "reform-ıslahat projeleri" sundular ve notalar vererek Osmanlı Devleti’ni sıkıştırdılar.
    Osmanlı Devleti’nin,  batılı ülkelerini memnun etme gayesiyle diğer azınlıklara olduğu gibi Ermenilere geniş özgürlükler tanıması, büyük devletlerin baskıları ve ilave reform talepleri, diğer yandan, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında Avrupa’nın güçlü devletlerinin desteği "Bağımsız bir Ermenistan" için Ermenileri umutlandırmıştır. 
   Bu süreçte; Doğu Anadolu Bölgesi’ni içine alan “Ermeni Ararat Krallığı” (Büyük Ermenistan)’nın kurulması Ermeniler arasında bir düşün ötesinde, büyük bir ülkü haline gelmiştir. Bu ülkü uğruna çarklar dönmeye başlayınca, bir “Ermeni millîyetçiliği” Ermeniler arasında hızla yayılmaya, buna karşılık “Türk düşmanlığı” şeklinde de şiddetli bir kin yeşermeye başlamıştır. Büyük Ermenistan’nı kurmak adına, silahlı terör örgütleri kurulmasına hız verilecek ve Müslüman halka karşı terör eylemleri başlatılacaktır.
  Ermeni terör Örgütlerinin Oluşturulması süreci sonraki yazımızın konusu olacaktır.