16 Nisan 2017 Pazar

16 Nisan: “Modern Türkiye’nin Sonumu - Yoksa Yeniden Yükselişimi?

Genç Türkiye: Ümmetten millet olmayı başardı. 

Türkiye 1923‘te yıkılmış ve işgal edilmiş bir imparatorluk mirası üzerinde topyekûn sürdürülen bir İstiklal Savaşı sonucunda kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti‘ni kuran kadro; Parlamenter Sistemi ve “Üniter - Milli Devlet”i esas aldı. Modern dünyanın kabul ettiği evrensel değerler,  demokratik ve laik yönetim şekli benimsendi. Ülkemiz kısa sürede büyük atılım yaptı. Ümmetten millet olmayı başardı. Dünyada kabul gören, saygın bir ülke oldu.

 SSCB’nin Çöküşü Yeni Gelişmelere Başlangıç Oldu:

SSCB’nin çöküş süreciyle birlikte ülkemiz emperyalist ve Siyonist güçlerin hedefi haline geldi. SSCB’nin gücünü koruduğu dönemde istikrarlı bir Türkiye, ABD ve diğer güçler için gerekliydi. Ancak SSCB’nin gücünü kaybetmesiyle birlikte, Türkiye’ye eskisi kadar ihtiyaç kalmadı.

Batı;  1990 lı yıllardan itibaren İslam ülkelerinde “Siyasal İslam” diye adlandırılan, dini referans alan, İslami motifli, siyasi hareketlerin önünü açtı. Bu tür siyasi akımların demokratik usul ve yöntemlerle sisteme angaje edilmesi desteklendi.

Bu sürece paralel olarak;  İslam ülkelerine örnek gösterilen Türkiye’de -İslam motifli - siyasi akımların kurulması ve güçlenmesinin önü de açılmış oldu.

 AK PARTİ kuruluşundan kısa süre sonra  iktidara geldi.

Ülkemizde;  Milli Görüş olarak bilinen siyasi hareket içinden ayrılanlar; bugün ülkemizi yöneten AK PARTİ’yi kurdular. AK PARTİ kuruluşundan kısa süre sonra 2002 de iktidar oldu. AK PARTİ liderlerinin o süreçte çok sık aralıklarla ABD ye gittiği ve oradaki ilgili kurum ve kuruluşlarla iştiraklerde bulunduğu gözlemlendi. AK PARTİ’nin geçen süreç içerisinde Mısır merkezli “Müslüman Kardeşler”e yakın bir ideolojik çizgiyi benimsediği görüldü.

Türkiye AK PARTİ ile birlikte; daha önce tanık olmadığımız bir kısım söylemelerle karşı karşıya kaldı. Özellikle Çözüm süreci olarak isimlendirilen süreçte;
Üniter Milli Devlet”
“Ülke yönetim sistemi”,
 “TSK ve
“ Atatürk”
 gibi daha önce gündeme getirilmeyen bir çok konu devletin kuruluş nitelikleri tartışmaya açıldı.

“Jeopolitik Riskler” Etkili Oldu.

Dünyada değişen  “Jeopolitik Riskler” göz önüne alındığında Siyasal İslam olarak isimlendirilen politik hareketlerin başta ABD ve İsrail olmak üzere Batı’nın orta vadeli çıkarları ile örtüşmediği görüldü.  Çünkü;  “kestirilemez ve öngörülemez uygulamalarla” yeni istikrarsızlıkların odağı olabilme potansiyeli vardı.

İlk pratik tepki Mısırda verildi.

Daha önce ABD ve Batı tarafından desteklenen "Müslüman Kardeşler" ideolojisini benimsemiş ve seçimle iş başına gelmiş olan Mursi yönetimi hedefe oturdu. Ve Mısırın "Siyasal İslam" görünüşlü iktidarı askeri darbe ile alaşağı edildi.  Askeri yönetim ABD tarafından desteklendi. Mursi’yi iktidara getiren güç, aynı şekilde iktidarını da elinden almış oldu. Bu dönemde AKP, Mısırın devrik yönetimine destek verdi.  Mısırın devrik liderliğine destek figürü olan “RABİA” Türk kamuoyu ile tanıştı.

ABD ‘de Başkan seçilen Donald Trump bir çok ülke liderini sırada bekletirken Mısırda askeri darbe ile Müslüman Kardeşleri deviren yönetimle diyalog kurdu.  Trump, Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah Sisi ile Beyaz Saray'da görüştü.

Batı; Türkiye'de AKP liderliğine  ilk dönemde çok ciddi destek verdi.

Bu destek Mısır süreci ile birlikte geri çekildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan şahsında eleştiriler yoğunlaştı. Demokratik dışı uygulamalara, despotik yönelimlere giriştiği ve kökten dinci, radikal akımlara destek verildiği savıyla  başta ABD olmak üzere AB ülkelerinden eleştiri  getirildi.

Bugün 16 Nisan 2017

“Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi” halk oyuna sunuldu ve %51.33 ile kabul edildi. Bu oran ülkenin yönetim sisteminin değiştirmesine halkın güçlü bir onay vermediğini gösterdi. Çok az bir oranlada olsa, ülkemizin yönetim sistemi değişti. Parlamenter Sistem tarihe karıştı. Bir nevi Başkanlık  sistemine geçildi. Bu sistem ile birlikte ülkemizin kuruluşunda 1923 te benimsenen yönetim sistemi tarihe karıştı. Doğal olarak % 50 yakın milyonlarca seçmen kaygılıydı ve bu sonucu üzülerek kabullendi.

Seçim döneminde görüldüğü gibi; taraflar seçime eşit şartlarda giremedi. Orantısız bir şekilde seçim çalışmaları sürdürüldü.

EVET cephesinde; kamu ve devlet gücünün kullanılarak yürütülen seçim kampanyasına karşı, HAYIR cephesi böyle bir güçten yoksundu. Tanıtım ve propaganda faaliyetleri bir nevi asimetrik şekilde orantısız sürdürüldü.

HAYIR cephesi bu süreçte öngörülemez bir BAŞARI gösterdi.

Birçok ayrı fikre ve etnik yapıya sahip, normalde bir araya gelemeyecek milyonlar kendiliklerinden bir sivil toplum örgütü olarak HAYIR cephesinde yerini aldı. Sosyal medya kullanılarak yoğun bir ittifak kuruldu. Bu güç ülkemizde gelecekte olabileceklerinde bir ön izlemesiydi. Ülkenin sokaklarından, caddelerinden ve kamu alanlarından mahrum edilen, sindirilen HAYIR cephesi böylece mücadele azmini, yolunu ve yöntemini bulmuş oldu.

Halk oylamasındaki usulsüzlük iddiaları  tartışma yarattı. Secim sonuçlarına itiraz edildi. 

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Bülent Tezcan, referandumda açık sayım kuralının çiğnendiğini söyledi. Yüksek Seçim Kurulu'ndan (YSK) referandumu iptal etmesini isteyen Tezcan bunun için gerekirse önce Anayasa Mahkemesi'ne (AYM), sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuracaklarını söyledi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Osman Baydemir referandum ile ilgili olarak yüzlerce itiraz dilekçelerinin Yüksek Seçim Kurulu'nda (YSK) olduğunu söyledi. Baydemir, "Hükümet sonucu ilan etmekte acele etmesin. İtirazlarımız sonuçlanana kadar seçim bitmemiştir' dedi.

Batı ülkeleri Halk Oylamasına ilgi gösterdi.  

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nden (AKPM) gözlemciler, "referandumun eşit şartlarda gerçekleşmediğini, referandumunun uluslararası standartların altında kaldığını belirtti".

ABD Dışişleri Bakanlığı; referandum oylaması ve kampanya süreciyle ilgili ilk gözlemlerini aktaran Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) teşekkür ettiklerini ve raporunda dile getirdiği endişeleri not ettiklerini kaydetti.

Almanya Başbakanı Merkel;, "Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın  ülkenin tüm kesimleriyle saygıya dayalı bir diyaloğa geçmesi gerektiğini belirtti. Oylamada usulsüzlük yapıldığı yönündeki iddialara ilişkin olarak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) bugün yayınlayacağı ön raporun beklendiği ve federal hükümetin gözlemcilerin değerlendirmesine oldukça önem verdiği vurgulandı."

Belçika'da (Anayasa değişikliği referandumunda yüzde 80'e yakın "Evet" oyu çıkmıştı); "Türkiye kökenlilerin çifte vatandaşlığının iptal edilmesi tartışması yeniden gündeme geldi. Hükümet ortağı Flaman Hıristiyan Demokrat Partisi; Türkiye'de totaliter bir rejimi destekleyenlerin çifte vatandaşlığına son verilmesini istedi. Belçika'daki Türkiye kökenlilerin büyük çoğunluğunun totaliter bir sisteme destek verdiğini belirten Bogaert, bunun "kabul edilemez" olduğunu söyledi".

Guardian; "Devasa sonuçları olan az farkla bir kazanım."

Times: "Erdoğan'ın zaferi geride 'bölünmüş bir Türkiye' bıraktı."

The Economist; “Yabancı gözlemciler, hükümeti oylamayı kendi lehine etkilemekle suçladı. Hayır kampı da sahtecilik iddialarında bulunuyor. Ülke hiç olmadığı kadar bölünmüş durumda."

New York Times (NYT); "referandumun bir korku atmosferi içinde gerçekleştirildiğini", gazeteye konuşan Orta Doğu Demokrasi Projesi Türkiye uzmanı Howard Eissenstat da referandum sonucunu "Ülke için hayati önemdeki güçler ayrılığına indirilmiş öldürücü bir darbe" olarak yorumluyor ve "Yargı bağımsızlığı referandum öncesinde de şok edici biçimde zayıftı;  yeni sistem bunu daha da beter hale getirdi."

Council on Foreign Relations’ın (ABD’li düşünce kuruluşu) Türkiye uzmanı Steven Cook, referandumda ‘Evet’ sonucu çıkmasıyla birlikte modern Türkiye tarihinin sona erdiğini söyledi.  ‘Huzur içinde yat Türkiye, 1921-2017’ başlıklı bir yazı yazan Cook, ‘Evet’ oyu verilmesiyle Atatürk’ün hayal ettiği modernliğe konan karşıtlığın dillendirildiğini belirterek,  “Erdoğan sadece referandumu kazanmadı, ülkenin modern tarihinin bir devrini tamamen kapattı.”


Ülkemiz artık “yeni bir yönetim sistemiyle”  yönetilecek.

Umarım yazar Steven Cook ve diğerlerinin görüşleri gerçekleşmez.

Ülkemiz iç kargaşaya ve istikrarsızlığa doğru yelken açmaz.

16 Nisan 2017 “Modern Türkiye'nin sonu değil,
Yeni bir başlangıcın umudu olur.

Cumhuriyet; 15 Nisandan daha güçlü,
Güzel ülkemin kuruluş ayarlarına sadık,
Atatürk’ün izinde,  yeniden yükselişi olur..!

18 Temmuz 2016 Pazartesi

FETOCU Terör Örgütünün Tasfiyesi; “Daha Güçlü ve Milli Bir Türk Ordusunun Oluşturulmasının da Önünü Açıyor.”

Türkiye’nin son 14 yılı; hem içerde hem de dışarıda alışık olmadığımız siyasi yönelimlerin yaşandığı yıllar oldu. 
Her ne kadar hükûmet etme konusunda “siyasi istikrar“ sağlanmış olmakla birlikte, içerde ve dışarda birçok konuda ise “istikrarsızlığa” sebep verildi.
İslam ülkelerine bir model olarak sunulan AKP iktidarı ABD tarafından desteklendi. 
Arap baharı sürecine kadar desteklenen AKP’nin, Mısır’da yönetime gelen İHVAN iktidarı ile birlikte mesafe konulduğu ve ABD’nin örtülü ve alenen desteğinin çekildiği gözlendi.
ABD'nin desteğindeki  “Siyasi İslam” olarak adlandırılan din argümanlı siyasi akım ve iktidarların Ortadoğu'da; zamanla ABD çıkarlarına hizmet etmeyeceği görüşünün" ağırlık kazandığı görüldü. 
Bu yüzden;
  • Mısırda iktidara gelen İHVAN  yönetimi askeri darbe ile değiştirildi.
  • Buna paralel olarak Suriye krizinde Türkiye ile farklılıklar yaşandı. ve ABD; ESAD rejimine karşı savaşan "İslamcı - ılımlı muhalefete" ciddi katkı sunmadı.
Diğer yandan AKP'nin “devleti yeniden tanzim etme ve dönüştürme”  mantığıyla “Yeni Türkiye” sloganıyla izlediği siyaseti;  etkisi yıllarca süren olumsuz gelişmelerin önünü açtı.   
  • Özellikle FETO örgütü ile dirsek temasındaki yakınlaşma bürokraside kadrolaşmayı hızlandırdı.
  • Her dönem  TSK’nın  “Askeri Şura toplantılarında; FETOCU/irticai görüşleri nedeniyle Ordudan atılan Askeri Personelden FETOCU'ların atılmasının AKP iktidarları dönemimde durdurulduğu basına yansıdı.
ABD Projesi olan "Siyasal İslam" ın Önündeki En Büyük Engel Türk Ordusuydu. 
Büyük engel olarak görülen “Atatürkçü TSK” nın tepelenmesi ve kadrolarının yok edilmesi için uydurma suçlamalarla, kumpaslarla bildiğimiz “ ERGENOKON, BALYOZ VB” adlarla bu ülkenin yiğit subayları birer birer evlerinden alınarak tutuklandı. ABD’nin üst aklı ve yönlendirmesiyle, devlet içinde bürokrasiye egemen olan FETO'cu kadroların bu operasyonları yaptığını söylemek için kahin olmaya gerek varmıydı? Oysa hükumet bu eleştirilere kulak tıkıyordu.

  • Türk ordusuna düşmanın yapamadığı alçaklık ve aşağılık muamele yapıldı. Vatan evlatları Cezaevlerinde esir edildi. Bu süreçte siyasi gücü elinde bulunduran iktidardan; FETOCU mahkemelere her türlü desteğin sunulduğu ve davaların sözcülüğünü/ savcılığına soyunulduğu bir dönem yaşandı.
  • "Analar Ağlamasın" sloganıyla - şehitlere son verileceği propagandasıyla - PKK ile sürdürülen “Çözüm Süreci” sonlandırıldı.
  • Oysa şimdi her gün 10’larca vatan evladı PKK canilerince kalleşçe şehit edilir oldu. Oysa 2000 yılların başında PKK bitme noktasına getirilmişti.
En son olarak;

Yine ABD’nin üst aklıyla;  FETOCU kadrolar isyan ederek, Türkiye’de yönetimi ZOR’la ele geçirmeye kalkıştı. ABD tarafından burada güdülen amaç muhtemelen şöyleydi; 

"Siyasal İslam belirli bir çizgiye getirilmişti. Ülkemizde daha sonraki dönemlerde FETO örgütünün yapacağı bir operasyon, aynı şu anki AKP gibi, zamanla ABD çıkarları ile örtüşmeyebilirdi. O yüzden Türk ordusunun, o bilinen yapısına; ATATÜRKÇÜ , MİLLİ yapısına tekrar döndürülmesi ABD’nin uzun vadeli çıkarları ile örtüşüyordu."

Kanımca yukardaki açıkladığım gaye doğrultusunda; FETO örgütü kendi ordusuna ve halkına karşı isyan ettirildi. İhanet’e dünden hazır olan FETO'cu, İŞİD ruhlu hainler, TSK içinde darbe yapmaya kalkıştı, silah arkadaşlarına ve Türk milletine silah kullanıldı. Ancak başaramadı. 

"Bu başarısız isyan sonucunda; FETOCU hainler tarafından; hazırlanan dokumanları, her kademedeki isimleri bir nevi arşiv Türk Devletinin eline geçti. Türk Ordusunda ve Türk devletinde yıllarca temizlenemeyecek FETO örgütü; 1 kaç günde tasfiye edilir duruma geldi ve adalet önüne çıkarıldı."

Şimdi Ne Olacak?

1. Muhtemelen;   FETO örgütü elebaşısı Fetullah GÜLEN'nin, Türkiye'ye iade edilmesi kuvvetle bir olasılık olarak görülmektedir.

2. FETO örgütünün deşifre edilmesi sayesinde; “Daha güçlü ve daha milli bir Türk Ordusu’nun oluşmasının önü de açıldı."

3.  ABD açısından; "Siyasal islam argümanlı teşkilatlanmaya karşı",  “Atatürkçü çizgide,  birlik halindeki bir Türk Ordusunun”, Küresel Çıkarlar açısından gerekli olduğu görüşünün  ağır bastığını söyleyebiliriz.


4.  Orta vadede; "Siyasal iktidar tarafından Ordunun siyasallaştırılması", dış odaklar tarafından da "Türkiye'de Siyasal güçler başta olmak üzere, birçok alanın”,  Ordu vasıtasıyla kontrol edilmesi sürecine girilmiş oldu.


5. Diğer yandan; ABD/NATO'nun darbenin arkasında olduğu savı AKP iktidarındaki Türkiye'yi, yeni çıkış yollarına sevk edebilir. Ve Rusya'ya yakınlaştırabilir.

 Bu durumda;  ABD ve AB merkezli olmak üzere; daha önceden ön görülemeyen bir çok olumsuzluklarla  ülkemizin karşı karşıya kalabileceği, güçlü bir olasılık olarak değerlendirebiliriz. 

9 Şubat 2016 Salı

Türkiye: “Rusya-ABD-PYD/PKK İşbirliğindeki Düşmanca Kalkışmayı Bozacak Güçtedir.”

AKP’nin Suriye politikası stratejik bir hataydı ve bedeli de ağır oldu.
  • AKP’nin Suriye politikası baştan beri ulusal çıkarlara hizmet etmeyen, aleyhte stratejik sonuçlara yol açan, yanılgılarla dolu, hatalar içeriyordu. AKP, daha ziyade ABD’nin verdiği rolleri üstlenmiş sadık bir müttefik durumdaydı. Ülkemizin menfaatlerinden ziyade, ABD'nin verdiği ödevleri yerine getirme telaşında olan bir hükumet izlenimi verdi.  Geçen süreçte AKP, Suriye'de bir mevzi kazanamadığı gibi, daha önce var olan ilişkilerde ciddi yara aldı.
  • Tüm bu olumsuzluklara rağmen, son seçimle tekrar iktidarını koruyan "Yeni AKP" "konjonktürel gelişmeler ve ülkemizin sunduğu jeopolitik olanaklarla bu krizden en az hasarla çıkılmasının yolunu bulabilecek gayret ve cesareti gösteren yeni bir umut veriyordu."

Suriye'de zorlanan Türkiye; uzunca bir zamandır dillendirdiği  “Güvenli Bölge” oluşturamama ve bunu kalıcı hale getirmemenin bedelini çok ağır ödemeye başladı. 

Her ne kadar Suriye politikası yanılgılar içersede Güvenli Bölge oluşturma başarısı gösterilseydi; 
  • Türkiye içindeki milyonlarca Suriyeli ile sınırda bekleyen onbinlerce kişinin korunabileceği bir yeri Suriye içinde oluşturabilirdi. 
  • Diğer yandan PKK'nın uzantısı Demokratik Birlik Partisi‘nin (PYD)’nin Türkiye aleyhine mevzi kazanması engellenmiş ve  Türkiye karşıtı güçlerin oyunlarının önüne geçilmiş olunacaktı.
Bugün itibariyle Suriye’de yaşanan gelişmeler  bize şunu gösteriyor:

"ABD ve Rusya işbirliği içinde; Türkiye'yi başta Suriye olmak üzere Ortadoğu'dan uzaklaştırmak istiyor. Ve PKK taşeron olarak kullanılıyor. Kuzey Suriye’de PYD/PKK devleti kurulması süreci hızla ilerliyor. Türkiye sınırı boyunca oluşturulacak bir özerk yapı ile Türkiye’nin İslam coğrafyası ile irtibatı kesilmeye çalışılıyor.

Son gelişmeler ışığında mevcut durumu kısaca şöyle özetleyebiliriz.

 Rusya;
  • Düşürülen uçağın intikam almak için Türkiye'yi Suriye topraklarına çekmek için elinden geleni yapıyor. Askeri bir bedel ödetme peşinde. Türkiye’yi; Karadeniz, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve Ermenistan üzerinden bir kuşatmaya almış durumda. Bu alanlardaki askeri yığınaklarıyla olası bir askeri çatışmada pozisyonunu geliştiriyor.
  • Suriye'de Türkmenler başta olmak üzere muhalif gruplar tasfiye ediliyor. Rus Hava Kuvvetleri Suriye’deki harekâtını yoğunlaştırarak binlerce mülteciyi Türkiye sınırına doğru sürüyor. Türkiye’nin desteklediği silahlı grupları yok olmanın eşiğine getirerek, Türkiye’yi fiili müdahaleye mecbur edebileceğini düşünüyor.
  • Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ortadoğu ve Afrika Özel Temsilcisi, Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov, terör örgütü PKK'nın Suriye kolu PYD'nin Eş Başkanı Salih Müslim'le görüşüyor. Ve Cenevre görüşmelerinde PYD’nin de katılımının sağlanmasını istiyor. PYD’nin Suriye-Türkiye sınırında bir PKK/PYD devleti oluşturacak arazi parçasının ele geçirilmesi için her türlü destek sağlanıyor. 
  • Moskovskiy Komsomolets gazetesine 9 Şubat’ta demeç veren Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov şöyle konuşuyor: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington'dan direkt olarak Kürtler ve Ankara arasında seçim yapmasını istedi. ABD ise, Türkiye'nin terörle bağdaştırdığı PYD'nin IŞİD'le mücadele alanında Washington'un müttefiki olduğu yanıtını verdi. Biz de PYD ile işbirliği yapıyoruz.”

Diğer yandan PKK'ya, Türkiye'ye ayak bağı olacak terör eylemlerine hız verdiriliyor. Şehirlerde isyan provası yapılıyor ve daha geniş eylemler için PKK bahara hazırlanıyor. 
  • PKK terör örgütünün liderlerinden Duran Kalkan  “43 yıldır ilk defa kışın ve şehirlerde üslendik” açıklamasını yapıyor. Ardından, önümüzdeki haftalarda, aylarda eylemleri yayacaklarını, yoğunlaştıracaklarını, hükümete ağır bir ders vereceklerini ilan ediyor.
  • Suriye'nin Türkmen Dağı bölgesinde, baskında, 4 Rus, 5 Esad generali olmak üzere toplam 15 üst düzey subay öldürüldü. Rusya Genelkurmay Başkan'ı Valeri Gerasımov Suriye'de öldürülen Rus generallerle ilgili Interfax'a şöyle konuştu: "Suriye'de olup bitenlerden tamamen Türkiye sorumludur. Bu olay bardağı taşıran büyük bir suikast. Bu büyük bir saldırı ve bu saldırının arkasındaki tek güç Türklerdir. Görülüyor ki sahada yani Suriye topraklarının her bir köşesinde Türkler çok etkililer. Bu suikast unutulmayacak. Bu, Türklerin biz Ruslara karşı ilk icraatları değil. Bunlar Çeçenistan'da, Ermenistan'da, Ukrayna'da, Kırım'da hep karşımıza çıkanlardır.”
  • Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise generallerin öldürülmesini şöyle yorumladı. "Türkiye'nin eylemleri, Rusya'ya karşı eşi görülmemiş bir meydan okumadır. Bu bizim seçimimiz değildi.”
  • Öte yandan Rusya lideri Vladimir Putin 08 Şubat 2016’daki konuşmasında “Suriye’de Beşar Esad’ın düzenli ordusu ile PYD  gruplarının omuz omuza mücadele etmesi gerektiğini”  söyledi.
  • Rusya Esad ve PYD güçlerini birlikte hareket edilmesini sağladı. Bu arada İran'ın yarı resmi Fars Haber Ajansı, "Esad rejimine bağlı Suriye ordusunun 8 Şubat 2016’ da Nusaybin'in karşısındaki Kamışlı'da bulunan PYD/YPG birliklerine dört uçak dolusu silah ve mühimmat yardımı gönderdiğini" bildirdi.
Rusya bir yandan Türkiye’nin kırmızı çizgisi olarak ilan ettiği bölgeye doğru PYD’yi yönlendirirken, Afrin’e de tonlarca silah yığınağı yapmaya devam ediyor.

(PYD) Rusya’nın başkenti Moskova’da büro açtı. 

Deutsche Welle; PYD, Rusya’nın başkenti Moskova’da büro açtığını bildirdi. Uluslararası Kürt Kurumları Birliği Başkanı Mihrab Şamoyev,  açılış töreninde yaptığı konuşmada, “Bu Kürt halkı için tarihi bir an. Rusya büyük bir güç ve Ortadoğu’da önemli bir aktördür. Aslında sadece bir aktör değildir, senaryoyu da yazmaktadır“ diye konuştu. Büronun açılışını ‘Suriyeli Kürtler için büyük bir siyasi adım‘ olarak nitelendiren Şamoyev, Kürt halkının ‘kendi kültür, dil ve kaderini tayin haklarının Suriye anayasası tarafından teminat altına alınması‘ ve Rusya’nın da bu konuda yardımcı olacağı umudunu dile getirdi.
Geçen yıl ilk temsilciliklerini Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne bağlı Kuzey Irak’ta açan PYD, Washington, Paris, Berlin ve Arap ülkelerinde de temsilcilikler açmayı planlıyor.

ABD;
  • NATO müttefiki ve ülkemiz ile yakın ilişkileri bulunan ABD, Suriye iç savaşında Türkiye ile süreç içinde fikir ayrılığına düştü. Türkiye’nin ılımlı, dinci muhaliflere yakın olduğu ileri sürülerek bir yol ayrımı yaşandı.
  • Türkiye’nin pozisyonunu güçlendirecek ve ulusal güvenliğine destek sağlayacak Suriye içinde 90 km uzunluğunda bir “Güvenli Bölge” oluşturulmasına karşı çıktı. Daha sonra Rusya’nın fiili olarak savaşa katılmasıyla birlikte Türkiye'nin “Güvenli Bölge” oluşturulması imkânsız bir hal aldı.
ABD’nin Rusya ile birlikte PYD’ye askeri ve siyasi desteği Türk-ABD ilişkilerinde bir kırılma yaşanacağının habercisi oldu. 
  • ABD’nin 2014’e kadar Suriye politikasındaki en etkili isimlerinden olan eski Şam Büyükelçisi Robert Ford, 3 Ekim 2015 de verdiği bir mülakatta şöyle demekteydi; PKK ile ilişkisine gelirsek, Amerikalı yetkililer ‘PYD, PKK’nın resmen bir parçası değil’ diyeceklerdir. Amerikalı yetkililerin PYD’nin PKK olmadığını söylemesi bence bir safsata. Yani bu, ciddi olmadıkları bir sözlü savunma. Söylersiniz ama aslında doğru değildir ve dinleyen herkes bunun doğru olmadığını bilir.”

Bu demeçten 4 ay  sonra 1 Şubat 2016 da gazeteler şu haber vermekteydi:
  • Obama, özel temsilcisini PYD ile görüşmeye gönderdi. Türkiye’nin “PKK terör örgütünün devamıdır” dediği PYD, ABD Başkanı Barack Obama’nın özel temsilcisi tarafından Kobani’de ziyaret edildi.  Ayrıca ABD Dışişleri’nin iki numarası olan, Bakan Yardımcısı Tony Blinken de, PYD Eş Başkanı Salih Müslim’i telefonla arayarak görüştü. Obama’nın “IŞİD’le mücadele koalisyonu özel temsilcisi” sıfatını taşıyan Brett McGurk, Kobani’de sadece PYD yetkilileri ile değil, PYD’nin askeri kolu olan, Türkiye’nin “PKK ile işbirliği içinde” dediği YPG temsilcileri ile de bir araya geldi. McGurk’un ziyareti, ABD’den PYD/YPG kontrolündeki Kobani’ye yapılan ilk resmi ziyaret olması açısından büyük önem taşıyor. McGurk’un ziyaretinde Fransız ve İngiliz diplomatlar da yer aldı. ABD’nin PYD’yi “meşrulaştıracak” ikinci hamlesi ise, bir telefon görüşmesiyle gerçekleşti. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın iki numarası, Bakan Yardımcısı Tony Blinken, PYD Eş Başkanı Salih Müslim’i telefonla aradı. Blinken, ABD Başkanı Barack Obama’ya en yakın isimler arasında anılıyor. Daha önce de ABD Başkanı’nın “ulusal güvenlik danışmanı” olarak görev yapan Blinken, “Obama’nın dış politikadaki çekirdek kadrosunda” anılıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD’le mücadele özel temsilcisi Brett McGurk’un Kobani ziyaretini” hatırlatarak şöyle yanıt verdi:
  • “PYD bir terör örgütüdür. YPG bir terör örgütüdür. PKK ne ise PYD odur. Bunu bütün uluslararası örgütlere taşıyacağız. Taşımadığımız her an bizim için kayıptır. Terör örgütü olarak ilan edilmesi için adımlar atılmazsa geç kalırız. Bakın, Biden (ABD Başkan Yardımcısı) yanında bir yardımcısı ile geldi. Daha önce Sayın Obama’nın yanında da adı geçen bir ulusal güvenlik temsilcisi. Tam Cenevre’deki görüşmeler sırasında kalkıyor, Kobani’ye gidiyor. Kobani’de sözde bir generalden plaket alıyor. Biz nasıl güveneceğiz? Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki teröristler mi?"
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, 09 Şubat 2016 daki basın brifinginde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’nin PYD ile ilişkisine işaret ederek, “Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki teröristler mi?” şeklindeki eleştirisine dair yorumu soruldu.
  • “ABD'nin PYD'yi terör örgütü olarak görmediği ve destek vermeye devam edeceği yönündeki açıklamasından sonra, ABD Başkanı Barack Obama'nın IŞİD Karşıtı Küresel Koalisyon Temsilcisi Brett McGUrk'un Kobani'ye yaptığı ziyaret sırasında eski bir PKK'lı olan PYD sözcüsü Polat Can'la görüşmesinden, ABD'nin pişmanlık duymadığını belirtti.”
  • ABD Elçisi Dışişlerine Çağrıldı.
ABD'nin PYD'yi terör örgütü olarak görmediği ve destek vermeye devam edeceği yönündeki açıklamasından sonra Ankara'dan ilk somut tepki geldi. ABD Büyükelçisi John Bass Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldı. ABD Büyükelçisi John Bass'e, ABD'nin tutumundan duyulan Türkiye'nin rahatsızlığı iletildi.
  • PKK’ya yakın bir yayında şu haber geçmekteydi;
"ABD'nin Irak askeri koordinasyon Komitesi'nin verdiği bilgilere göre önceki gün YPG'ye silah yardımı yapıldı. Rimêlan havaalanına inen yardımlar ABD tarafından yapıldı. Geçen hafta ABD'nin üst düzey diplomat ve askeri yetkilileri Rojava'yı ziyaret etmiş daha fazla silah yardımının yapılacağı belirtilmişti. Hemen ardından silah yardımının gelmesi ABD'nin yeni dönemde Kürtleri en temel stratejik müttefik olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Ayrıca Afrin ve Minbic tarafından bir hareketlilik olduğu görülürken Cerablus-Azaz-Minbic operasyonlarının birlikte başlaması bekleniyor.”
Nitekim 10 Şubat itibariyle; "PYD'nin, Fırat nehrinin batısında Cerablus-Azez hattına ilerlemek için ABD ve Rusya ile işbirliğine hız verdiği ve ABD, PYD'ye Fırat nehrinin batısında Halep'e bağlı Mümbiç'e düzenleyeceği operasyon için 20 askeri danışman gönderdiği" bilgisi basında yer aldı.

Diğer yandan "PKK - AKP Çözüm Süreci" ile ifade edilen görüşmelerin, AKP Hukumeti eliyle Türk Devletine kurulan bir tuzak olduğu deşifre oldu.


Konumuza dahil olmasada "Çözüm Süreci" olarak adlandırılan ve PKK'nın zaman kazanmasının, siyasallaşmasının ve uluslararası bir değer ve ilişki kazanması sürecide yine Suriye politikası gibi, ABD'nin AKP hukumeti eliyle Türk devletine attığı bir kazık olduğu ortaya çıktı.

İslam Çoğrafyasının Sorunlarını Çözmek İçin “İSLAM ORDUSU” oluşumu:

Suudi Arabistan öncülüğünde Mart  2015’te Arap Birliği bünyesinde "Ortak Arap Gücü" kurulması kararı faaliyete geçirilemeyince "İslam Ordu Gücü" fikri devreye sokuldu.
  • 15 Aralık 2015'te "S. Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Türkiye, Çad, Togo, Tunus, Cibuti, Senegal, Sudan, Sierra Leone, Somali, Gabon, Gine, Filistin, Komorlar Federal İslam Cumhuriyeti, Katar, Fildişi Sahili, Kuveyt, Lübnan, Libya, Maldivler Cumhuriyeti, Mali, Malezya, Mısır, Fas, Moritanya, Nijer, Nijerya ve Yemen." Olmak üzere 34 Müslüman devletin katılımıyla  “İslam Ordu Gücü - Teröre karşı İslam İttifakı” nın kuruluşu ilan edildi.
Suudi Arabistan Savunma Bakanı "İslam ülkeleri terörle ferdi olarak savaşıyor, bu gücü birleştirerek tüm terör örgütleriyle daha etkili mücadele edeceğimize inanıyoruz" açıklamasını yaptı.  
Suudi devlet ajansı SPA koalisyonun, “şekli, mezhebi ve ismi ne olursa olsun yeryüzünde fitne ve fesat çıkaran, insanları korkutan ve öldüren silahlı terör örgütlerine karşı oluşturulduğu” belirtildi.
  • Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'in Suriye'ye IŞİD'e karşı savaşmaları için özel kuvvetler gönderebileceğini söyledi. Türkiye bu güce destek vereceğini deklare etti. Suriye krizinde Arabistan ve Katar ile birlikte hareket eden Türkiye; “İslam Ordu Gücü - Teröre karşı İslam İttifakı” gücü içerisinde yeni bir manevra alanı elde etmiş oldu.

Türkiye Ulusal güvenliğini ve çıkarlarını korumak için ne yapabilir?

Türkiye; “bir taraftan Rusya’nın tacizleriyle savaşa zorlanırken, müttefiki ABD ile de PYD konusunda itilafa düşüldüğü, zor bir süreç yaşıyor.”

Bu durumda ya "içine kapanıp, olan bitene seyirci kalınmalı veya bir karşı manevra geliştirilmeli"  seçeneği haricinde 3 ncü bir yol bulunmuyor. Suriye için o kadar gürültü kopardıktan sonra; - ulusal güvenlik kaygısı - bir yana, siyaseten AKP’nin olan bitene seyirci kalması “çaresizlik ve acizlik görüntüsü vereceği için" bu seçeneğin takip edilmesi düşük ihtimalde görülüyor.

Türkiye;

Ulusal güvenliğini tehdit eder bir noktaya gelen Suriye iç savaşında; "ulusal çıkarlarını korumak zorunda. Bu yüzde olup bitene seyirci kalamaz." Bölgedeki müttefikleriyle işbirliği içerisinde, müşterek veya tek başına bir yol izlemeyi zorunlu kılıyor. 

Bu durumda muhtemel hareket tarzını şöyle düşünebiliriz:


Buradaki sılama önem derecesine göre yapılmamıştır.

Birinci İhtimal;

1.Mevcut şartlar nedeniyle, Türkiye doğrudan Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon içinde yer almaz.
2.Suriye’ye asker gönderebileceğini deklare eden Suudi Arabistan öncülüğündeki “İslam Ordusu”na,  Türkiye lojistik destek,  Karargah ve üs sağlayabilir.
3. Burada oluşturacak müşterek karargah Türkiye'nin dışarda kaldığı; Arabistan ve işbirliği yaptığı diğer ülkelerin destek verdiği Suriye operasyonunu yönetebilir. 
4. İslam Ordusunun; "Suriye Muhaliflerine” vereceği destekle, muhaliflerin imha süreci durdurulabilir ve stratejik denge kurulabilir.
5.Türkiye sınırındaki mülteciler ileri sürülerek Suriye içinde “Güvenli Bölge” bu oluşum vasıtasıyla hayata geçirilebilir.
6. Öte yandan ABD-PYD/PKK işbirliğine karşı Türk Hükümeti uygulayabileceği diplomasi marifetiyle "öngörülemez tedbirler geliştirilebilir.” Ve ABD'nin Türkiye tezlerine yakın, arzu edilen çizgiye gelmesi zorlanabilir.

“İslam Ordu Gücü - Teröre karşı İslam İttifakı” aracılığıyla bir müdahale zor olsada, Türkiye ve Arabistan'nın Suriye'de sıkışması durumunda hayata geçirilmesi  olanak dahilinde olabilir.


İkinci İhtimal;


Türkiye, Suriye muhalifinin en önemli destekçisi olan Suudi Arabistan ile müşterek Suriye harekâtına katılabilir. 

Ücüncü İhtimal;

Savaş siyasetin başka bir şekliyle uygulanmasıdır. Eğer Türkiye, ulusal çıkarlarını korumak ve sürdürebilmek konusunda müttefiklerinden yeterli bir destek bulamaz ise, tek taraflı olarak Suriye ye müdahale edebilir. 
Her ne kadar Rusya'nın bu durumu kabul etmeyeceği düşünülse de, savaşı göze almış bir Türkiye'ye karşı Rusya daha temkinli davranacağı da olanak dahilindedir.
Bu duruma ışık tutması bakımından  eski Şam Büyükelçisi Robert Ford’un şu sözünü hatırlatmak gerekiyor:
 “Amerikalılar Suriye’nin çok uzakta olduğunu düşünüyor. Bu yüzden Suriye onlar için, Türkiye için olduğu kadar büyük bir sorun değil. Ankara’daki yetkililere sorsak, Türkiye Meksika’daki uyuşturucu savaşları sorununu çözmek için ne kadar yardımcı olurdu? Meksika, ABD için acil bir sorun haline gelebilir. Amerika’nın güneyine gittiğinde, basit bir çitin ardından çıplak gözle hemen yakındaki Meksika kasabasını görebilirsin. Türkiye’nin de Suriye’de ABD’nin olduğundan daha fazla çıkarı var. ”

Sonuç ;

  • Türkiye ulusal çıkarlarını ve ihtiyaçlarını öne alan, ulusal güvenliğin zorunlu kıldığı  "Milli bir Politika"   izlemeli, ABD, Rusya nede başka bir gücün talep, beklentilerine veya baskılarına göre yön verilmemeli, 
  • Yaşanan gelişmeler ışığında  reel politika da  bu durumu   (ABD ve Batı müttefiklerine güvenilerek bir pozisyon alınamayacağını)  "Milli bir Politika"  nın takip edilmesini zaten zorunlu kılıyor.
  • Rejim muhaliflerini birleştirme konusundaki çabalar artırılmalı ve bu yöndeki insiyatif muhafaza edilmeli,
  • İslam Ordusu'nun Suriye'ye müdahalesi (yukarda açıklanan hedeflere ulaşılması açısından) desteklenmeli,   
  • Suriye'de işbirliği yaptığı ülkelerle elbirliği içinde PKK/PYD nin siyasi manevra kazanma alanları daraltılmalı (Cenevre  görüşmelerinde PYD dışarda tutulması bu duruma iyi bir örnek oldu)
  • Bölge ülkeleri ve İran karşıtı ülkelerle ilişkiler geliştirmeli, bu kapsamda İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesi düşünülmeli,
  • Rusya'nın Ukrayna ve Kafkasya'da zaafları değerlendirilmeli, Rusya'nın PYD/PKK ya sunduğu destek karşılıksız bırakılmamalı, örtülü ve gizli operasyonlarla  muhalif gruplar desteklenmelidir.

18 Aralık 2015 Cuma

Rusya’nın Doğu Aşiretlerine "Siyasal Kürt Kimliği" Kazandırma Çabaları

Doğu Anadolu aşiretlerine etnik bir kimlik kazandırmak için ilk çalışmalar Rusya tarafından yapıldı.
Kürt adı verilen aşiretlerin ayrı dile ve ayrı ırka mensup oldukları ileri sürüldü. Birbirinden tamamen ayrı özellikler gösteren aşiret ağızlarını müstakil bir dil gibi gösterme gayreti içine girildi. İlmî olmayan, tarih bilimi metoduyla bağdaşmayan tamamen propaganda amaçlı bir Kürt tarihi ortaya çıkarılmaya çalışıldı.
Bu çalışmalar nedeniyle Kürtçü çevreler de, sözde Kürdoloji’nin ana vatanının Rusya olduğunu açıkça beyan edilmiş ve “Kürdoloji bir bilim olarak Rusya’da doğup gelişmeye başlamıştır. Böylece Kürdoloji’nin ana vatanı Çarlık Rusya’sı oldu.”  denilmiştir.
Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin doğu illerinde görevlendirdikleri konsolosları kışkırtıcı, bölücü çalışmalar yaptılar.
Rus görevlileri, “bilimsel araştırmalar görünümünde” çalışmalar yaparlarken, kışkırtıcı ve ayrılıkçı propagandayı da sürdürmüşlerdir. Bu Rus görevlileri arasında;
  • Diyarbakır Konsolosu Yakimanıski,
  • Tebriz Konsolosu Bonayfiyd,
  • 1853 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Loris Malakof ile General Babatov,
  • 1856’da Erzurum Konsolosu Alexandre Jaba‘yı sayabiliriz.

1848-1866 yılları arasında Erzurum’da Konsolosluk yapan Alexandre Jaba, Petersburg Bilimler Akademisi inceleme programı gereği Erzurum ve çevresinde faaliyet göstermiş, temas kurduğu aşiretlerin şivelerinin kelimelerini tespite çalışmış ve böylece “ilk defa oluşturulan Kürtçe sözlük derlemesi” ortaya çıkmıştır.  Bundan sonra Kürt adı verilen bu unsurların ayrı dil ve ırka mensup oldukları iddia edilmeye başlanmıştır.
1853-1858 Osmanlı-Rus Savaşı boyunca Ruslar bir taraftan aşiret önde gelenlerini elde ederek birtakım vaatlerle Osmanlı yönetimine kışkırtırken diğer yandan Kürt dili ve tarihi üzerinde çalışmalar yapmaya daha büyük önem verdiler.
P. İ. Lerh; savaşta esir düşen Kürtler’den dil, kültür ve edebiyat derlemeleri yaptı. Yaptığı bu çalışmalarda Kürtçe’nin bir dil haline getirilmesi için büyük gayret sarf etti. Bu çalışmalarını üç kitap içinde toplayarak Peterburg’da yayınladı.
Velyamin Zernov; 1860’da yine Petersburg’da, en eski yazılı metin olarak kabul edilen Şeref Han Bitlisi’nin 1587’de yazdığı Şerefname yayınlandı.
Chantre,  1860’da yine Kürtlerle ilgili bir eser yayınladı. 
F. B. Charmoy; 1868-1875 yılları arasında Şerefname’yi dört cilt halinde Fransızca’ya çevirerek Petersburg’da yayınladı. 
A.Jaba ve F.Justi; 1879’da Kürtçe-Fransızca bir sözlük hazırladı. Justi Kürtçe grameri 1879’da yayınladı.
Prym 1887, Sıcin 1890’da; Kürtçe Derlemeleri yayınladılar. 
Kürt aşiretleriyle ilgi çalışmalarına aslında XVIII. Yüzyılın son çeyreğinde başlamışlardı.
P. S. Pallas; “Tüm Diller ve Lehçelerin Karşılaştırmalı Sözlüğü” adlı bir çalışma yapılmıştı. Bu çalışmayı ilk üstlenen J. A. Güldenstandt 1768-1775 yılları arasında Kafkasya yöresinde yaptığı gezi sırasında derlemişti. Güldenstadt’ın 1781 yılında ölümü üzerine bu çalışmayı, Pallas tamamlayarak 1787-1791’de Petersburg’da yayınladı.
Doğu Anadolu'da Ermenilere karşı oluşturulan "Aşiret Süvari Alayları (1892-1923)"  Rusları yeni çalışmalara yöneltti.
Aşiretlerden kurulu “Aşiret Süvari Alayları”nın Doğu Anadolu’da Rus ve Ermenilere karşı belirli bir avantaj sağlaması, Rusya’yı yeni arayışlara itti. 
Doğu Anadolu’daki etnik ve sosyal yapı ile ilgili önemli çalışmalara hız verildi. Bunun için Petesburg  ve Tiflis de  araştırma merkezler oluşturuldu. Maksatları vuku bulacak bir Türk-Rus savaşında Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki unsurlardan yaralanma düşüncesiydi.

Bu emellerin tesisi için yürütülen çalışmalardan;
  • Albay V. A. Kartsev’in 1896’da yazdığı (Kürtler Üzerine Notlar, Tiflis,1896) adlı kitabı yayınlandı. Kitap aşiretlerin sosyal yaşantıları hakkında bilgiler vermekte ve Aşiret  Alayları üzerinde durmaktaydı. 
  • A. M. Kalyubakin'in daha sonra 1885’te bölgeyi gezerek bölge hakkında bilgiler edinen aralarında ’ninde bulunduğu bir grup Rus askerî ve uzman personeli tarafından Asya Türkiyesi Üzerine Askerî-İstatiksel Bir Araştırmaya İlişkin Bilgiler” adlı sekiz ciltlik bir jeo-ekonomik araştırma olan kitap hazırlandı.
  • Yüzbaşı Avrianov’un, Kafkasya bölgesindeki Rus Ordusu Başkomutanlığı’nın özel görevlendirmesi üzerine yaptığı ayrıntılı araştırma Rusya’nın bölgeye ve Aşiret Süvari Alayları’na dönük politikasının belirlenmesinde çok önemli bir dokuman oldu. “Rusya’nın XIX. yüzyılda Türkiye ve İran’la Savaşları sırasında Kürtler. Türkiye, İran ve Rusya’daki Kürtler’in Mevcut Siyasal Durumu” gibi anlamlı bir başlık taşıyan bu araştırma, 1900’de Tiflis’te ayrı bir kitap olarak basıldı.
  • Ermeni asıllı Rus Generali Antranik’te  aynı tarihte  “Dersim” adlı kitabını Ermenice olarak Tiflis’te yayınladı.
  • Tuğgeneral Mayevsriy (Mayevski) Van ve Erzurum’da Rus Başkonsolosu olarak görev yapmış olan bu kişi  tarafından yazılan Van ve Bitlis Vilayetleri İstatistikleriadlı bir kitap Tiflis’te 1904 yılında yayınlandı.

Adı geçen yayınlar Rusya’nın Doğu Anadolu politikasının esaslarının tespit edilmesinde etkili oldu. 
Ayrıca aşiretlere yönelik çalışmalarda yeni bir döneme girilmesine yol açtı. Bu yayınlarda; Şeyh Ubeydullah isyanı, diğer aşiret isyanları, aşiret anlaşmazlıkları, diğer etnik gruplar, merkezî hükûmet ve aşiretler arasındaki ilişkiler, Ermeni-Kürt ilişkileri ve Aşiret Süvari Alayları konu edilmekteydi.
Bunlardan; "Avrianov’un çalışması Rusya’nın Doğu Anadolu politikasının oluşmasında ayrı bir yeri ve önemi olmuştur." Bu kitabı hazırlamakta Avrianov’a verilen en önemli görevlerinden biri Rusya’ya karşı olası savaşlarda yer almak ve Rusya’nın yayılmacı planlarına karşı ilk direnişi göstermek olan Aşiret Süvari Alayları’nı ayrıntılı incelemektir. 

Rusya’nın Doğu Anadolu politikasının oluşmasında Yüzbaşı Avrianov’un kitabı  ayrı bir yeri ve önemi oldu.
Avrianov’un calışmasında Aşiret Süvari Alayları önemli bir yer tutmaktadır:" Aşiret Alayları’nın Rus-Türk Savaşı’nda önemine değinilmekte bu alayların Ruslara karşı alacakları vaziyetin önemi belirtilmekte ve Türklerin bu Alaylardan büyük fayda sağlayabilecekleri vurgulanmaktadır. Avrianov Osmanlı Hükûmeti’nin Kürtler üzerine yürüttüğü politikasının başarısına işaret ederek, Aşiret Süvari Alayları’nın Ruslar’ın emellerini gerçekleştirmesine set çekecek bir güç olduğu görüşünü taşımaktadır. Olası bir savaşta Hamidiye Süvarileri’ne karşı Rusya’nın askerî güçünü göstererek bu alay mensuplarının mal ve hayatlarına karşı hiçbir şefkat gösterisi yapılmaması gerektiğini belirtmektedir. Diğer yandan elde edilecek aşiretlerin Aşiret Süvari Alayları’na ve Türk Hükûmeti’ne karşı kışkırtılarak bölgede karışıklık çıkarılmasını mümkün görmekte, bu yönde yöntem ve usulleri açıklayarak önerilerde bulunmaktadır. Avrianov artık geçmişte olduğu gibi rüşvet, para ve birtakım vaatlerle aşiret reislerini elde etmenin güçleştiği tespitinde bulunmaktadır."
Rusya bölgede karışıklık çıkarmak amacıyla Kürt Aşiretleri yanında "Nasturi ve Suryani" lerle ilgilenmiştir. 
Misyoner ve İngiliz görevlilerin Nasturileri kazanma çalışmalarında Rusya’da kendi adına yerini almıştır. 
Rusya’nın Van Konsolosu Mayksovski, Nasturilerle ve onların eğitim işleriyle yakından ilgilenmiştir.  Öte yandan Doğu Anadolu’da yaşayan Süryanileri  de istismar ederek çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen Rusya, "Hakkari bölgesinde Jelou (Celu) olarak bilinen Süryanileri örgütlemiş, 25.000 Süryani’yi Türklere karşı silahlandırmıştır." 
Aynı Süryaniler İngilizlerle de ilişki kurmuşlardır. Daha sonra bu silahlı Süryaniler, Amerikalı misyonerlerin koruyuculuğu altında Rus ve İngiliz desteği ile İran/Urumiye bölgesi arasında kalan mıntıkada Oramar, Bervar ve Artoş’taki aşiretlerle çarpışmışlar,  müslüman halkı kırıma tabi tutmuşlardır.

Rusya, İran’ın Osmanlı sınır bölgesindeki topraklarını işgal ettikten sonra, Nasturilere daha yakın ilgi duymuş ve Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmıştır.
Hemen sınırın diğer yanında bulunan Rus Komutanın yanına giden Nasturilerin dinî lideri Mar Şimon, buradan aldığı destekle 10 Mayıs 1915’te Hakkari, Şemdinli, Oramar bölgesinde isyan başlatmıştır. Osmanlı Ordusu, Aşiret Süvari Alayları ve bölgede bulunan aşiretlerin de desteğiyle isyanı bastırmıştır. Bu isyandan bir yıl sonra 7 Mayıs 1916’da Nasturi desteğindeki Rus birlikleri Revanduz’a kadar ilerlemiştir. 
Bölge Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar işgal altında kalmıştır. Ruslar’ın bölgeyi boşaltmasından sonra Nasturiler bu sefer İngilizlerin hizmetine girmişler ve Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmışlardır.

10 Aralık 2015 Perşembe

Rusya’nın Osmanlı İmp. Döneminde Bölücülük Faaliyetleri

Rusya, XIX .Yüzyıl Başında Kürtlerden bir Alay Oluşturdu
XIX.yüzyılla birlikte  Osmanlı Devleti ile girdiği her savaşta muhakkak Osmanlı ülkesinde de bir karışıklık çıkartmaya çalışan Rusya, Kürtlerle ilk defa 1804-1805 yılında temasa geçmiş ve Kürt  aşiretlerden bir alay oluşturmuştu.
Rusya Kafkasya’ya hakim olduktan sonra bölgeye gittikçe artan bir ilgi göstermeye başladı. Özellikle stratejik önemi en yüksek yerlerin titizlikle ayrıntılı haritaları hazırlandı. 
Bölgedeki aşiretlerin ekonomik, toplumsal ve siyasal yaşamı açısından değişik yerlerle ilgili ayrıntılı araştırmalar yapmak üzere en yetenekli subaylardan oluşan gruplar bölgede görevlendirildi. Bu subaylar aşiretler hakkında ayrıntılı araştırma yapmışlardır. Örneğin; 1842’den başlayarak birkaç yılını Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya sınırındaki sınır bölgesinde geçiren ve Erzurum ile çevresinin önemli haritalarını çizen S. Proskoryakov adlı subay Erzurum’un ulaşım yollarının merkezinde stratejik bir şehir olduğunu belirtmiştir.
1829 yılı Türk-Rus Savaşı sırasında, Botan, Revanduz, Bodinan ve Hakkari mahallî aşiret beyleri Rusya yanında saf tutmuştur.
Yapılan yoğun propaganda sonucunda; 1829 yılı Türk-Rus Savaşı sırasında, Botan, Revanduz, Bodinan ve Hakkari mahallî aşiret beyleri kazanılmış ve bu aşiretler Kafkas cephesinde Türk Ordusu’nun yenilgisinde oldukça menfî bir yol oynamışlardır. Türk Ordusu’nun Erzurum’a çekilmesine sebep olan bu savaşlar sırasında, Rus orduları komutanı Korganof, Erzurum üzerine yürümeden önce, "Zeylani aşiret reisi Süleyman Ağa ile Sepki aşiret reisi Süleyman Ağa’nın tarafsız kalmalarını, kendilerine ödenen altın ve Rus Çarı tarafından verilen göstermelik birer unvanla sağlamayı başarmıştı. Aynı yıllarda Siirt bölgesi Yezidileri’nin  reisi Şeyh Mirza, Kafkas orduları komutanı General Paskiç (Raskeviç)’le, 1828-29 Türk-Rus savaşları sırasında ilişkiye girmiş ve Ruslara destek vermiştir."
1853-1858 yılları arasındaki Osmanlı-Rus Savaşında Bir Kısım Aşiret Osmanlı Ordusu'na Yardım Etmemiştir.
1853-1858 yılları arasındaki Osmanlı-Rus Savaşında Rus propagandası kıskacına alınmış olan bir kısım aşiret, Osmanlı Ordusu’na yardım etmemiştir.  Artık Rusya’nın güdümüne girmiş olan bazı aşiret liderleri açıktan açığa Rusya lehinde faaliyete geçmişlerdi. Ruslar, Rus Genarali Loris Melikof’un komutası altında aşiretlerden "Cafer Ağa ve Ahmet Ağa liderliğinde iki alay teşkil etmiştir.  Cafer Ağa idaresindeki Alay Gence bölgesinde savaşmıştır. Ahmet Ağa liderliğindeki alaya Yezidiler de destek" olmuştur. 
Rus Genarali Loris Melikof Kürt Aşiretleri Konusunda Görevlendirilmiştir.
Rus yönetimi aşiretlerden daha fazla yararlanmak maksadıyla bu konuda tam yetki verdiği Loris Melikof’u görevlendirmiştir. Melikof, 2 Kasım 1854’te bir grup aşiret ileri geleniyle toplantı yapmıştır. Loris Melikof, Yezdişar İsyanı’ndan sonra, "Rusya’nın aşiretleri kendi taraflarına nasıl çekeceği ve bu aşiretleri Osmanlı Devleti’ne karşı nasıl yönlendirileceğine dair bir nizamname hazırlamıştır." Çar’ın yardımcısının da onayladığı bu nizamname daha sonraki yıllarda yürürlüğe konulmuştur.
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşında Rus Kışkırtmasına Rağmen Kars Bölgesi Aşiretleri Osmanlı Yanında Savaşmıştır.
Rusya’nın cephe hattında bulunan aşiretleri kışkırtmalarına rağmen, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşlarında Kars bölgesinde yaşayan Kaskanlı, Zeydanlı, Cemadanlı aşiretleri Ruslar’a karşı gönüllü olarak Osmanlı Ordusu yanında savaşmıştır.  Diğer taraftan Osmanlı yönetimi; "askerî gücünü takviye etmek için, Kuzey Irak’tan Doğubeyazıt’a kadar olan bölgede etkinliği olan nakşi şeyhi Ubeydullah’tan gönüllü askerî birlikler oluşturarak Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yanında savaşmasını, ayrıca İngiliz destekli Hakkari bölgesindeki Nasturi faaliyetlerine karşı bölgedeki aşiretlerin Şeyh öncülüğünde bir birlik sağlanmasını düşünmüştür.  Fakat Şeyh, misyoner ve Rus propagandası etkisinde olduğu için buna yanaşmamıştır."
Rusya, bölgedeki emelleri doğrultusunda aşiretlerlerle ilgilenmiş ve onların liderlerini elde etme gayretlerini devlet politikası halinde devam etmiştir. 
Çar II. Nikola 1889 yılında Şeyh Ubeydullah’ın torunu Seyid Taha, Şıkakan aşireti reisi Cafer Ağa ve Abdurrezzak Bedirhan’ı Rusya’ya davet ederek onlara “nefis hediyelerle ve özlemlerini tahrik eden, hayallerini alevlendiren cesaret verici mektuplarla” geri göndermiştir.  
Aynı amaç için 1894 yılında Tayyar Aşireti reisi Melik Temo’ya konsolosları vasıtası ile altın saat hediye edilerek, 1894-1896 yılları arasında beş defa Melik Tomayı Rusya’ya davet ederek eğitmişlerdir.
1877-78 Osmanlı-Rus savaşında da Ruslar, aşiretleri taraflarında hareket ettirmek istemişlerdir. Aşiretleri elde etmek için para ve mevki verilmesi gibi tekliflerde bulunulmuştur.  Rus yıkıcı faaliyetlerine karşı Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde cephe gerisinde bir kısım ordu birlikleri görevlendirilerek bölgedeki aşiretlerin olası muhtemel asayişi ve güvenliği bozucu hareketlerine tedbirler alınmıştır.
Rusya, Osmanlı Devleti ile ilişkilerin gerginleştiği savaş dönemlerinde doğu aşiretlerini kullanmayı süreklilik arz eden geleneksel bir politika haline getirmiştir. 
Kırım savaşı sırası ve sonrasında Van, Bitlis, Siirt, Hakkari ve Musul bölgelerinde çıkartılan Bedirhanoğullarından Yezdanşir İsyanı ile,  1877-78 Türk-Rus Savaşları sırasında gene aynı ailenin sebep olduğu isyan ve 1880 yılındaki Şeyh Ubeydullah İsyanı Rusya’nın teşvik ve yardımlarıyla meydana gelmiştir.
Rusya, Osmanlı topraklarında karışıklık çıkarmak ve aşiretleri kendi yanına çekmek için her fırsatı değerlendirmiştir. 1908’de İstanbul’da kurulan Bitlis, Musul, Muş ve Erzurum’da şubeleri açılan “Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti” ile derhal irtibat kurmuşlardır. Nitekim Bitlis’teki şubenin faaliyetlerine Rusya’nın Bitlis Konsolosu Akimoviç de katılmıştır."
Doğu Anadolu aşiretlerine farklı bir etnik kimlik yaratmak amacında olan Rusya; bölgedeki aşiret ileri gelenlerinden bazılarını Rus ajanı olarak yetiştirilmiştir. Bunlardan Abdürrezzak Bedirhan ile Şeyh Abdüsselam Barzani en fazla  dikkat çeken olmuştur. Rus ajanları, Barzan aşireti lideri Şeyh Abdüsselam Barzani’yi isyana teşvik etmekteydiler. Abdüsselam bu maksatla Tiflis’e götürüldü ve burada kendisine silah ve para yardımında bulunuldu. Rusya bölücü hareketleri organize etmek ve Kürt aşiretleri arasında birliği sağlamakla Abdürrezzak Bedirhan’ı görevlendirmişti. Abdürrezzak bu maksatla 1912 Şubat ve Mayıs ayında Erzurum’da Rusya’nın gözetiminde bazı aşiret reislerinin katılımı ile bir toplantı düzenledi. Bu toplantılarda bir parti etrafında toplanma ve ortak hareket etme kararına varıldı. Bu karar uyarınca Rus ajanı Abdürrezzak Bedirhan başkanlığında İRŞAD adında bir örgüt kuruldu. 
Rusya'nın gözetiminde Abdürrezzak Bedirhan başkanlığında İRŞAD ve CİHANDANİ (Gehandeni) adında örgüt kuruldu. 
İRŞAD örgütü Rus alfabesi esas alınarak sözde bir Kürt alfabesi hazırlamaya da çalıştı. İRŞAD örgütünün Rusya güdümünde genel bir ayaklanmaya kalkışacağının öğrenilmesi üzerine bu örgüte yönelik gerekli tedbirler alındı. Osmanlı Devleti tarafından İRŞAD örgütünün tasviye edilmesi üzerine yine aynı Abdürrezzak Bedirhan  başkanlığında Rus güdümünde 1913’te Hoy’da CİHANDANİ (Gehandeni) cemiyeti kuruldu.  Bu cemiyetler Doğu Anadolu’da isyanlar çıkarttı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Bitlis’te Molla Selim, Kuzey Irak bölgesinde de Abdüsselam Barzani’nin önderlik ettiği isyanlar çıktı.
Ruslar, bir taraftan Ermeni komitecileri ile aşiretlerin yakınlaşmasını sağlamaya çalışırken, diğer yandan da, aşiretlerin bölgedeki Ermenilere saldırmasının yolunu açmaya da çalışmışlardır. 
Böylece Ermeniler’i kurtarma bahanesiyle Doğu Anadolu’ya müdahale etmek amacı güdülmüştür. Bu maksatla bölgede karışıklık çıkarmak için Ekim 1913’te dört subaya aşiretlerin giydiği yerel kıyafet giydirilerek Hoy’dan Osmanlı arazisine gönderilmiştir. 
Rusya,  8 Mart 1914’te Bitlis isyanını çıkmıştır.
Tüm bu çalışmalar sonunda, Rusya tarafından planlanıp teşvik gören Bitlis isyanı 8 Mart 1914’te çıkmıştır. İsyan elebaşısı Bitlis Hizan ilçesi Şeyhlerinden Molla Selim, Muş yakınındaki Surp Karabet adlı Ermeni manastırında Taşnak liderlerinden Vartan Vartabet ile ortak hareket konusunda anlaşmıştı. Aynı şekilde isyanın arka planındaki Hizanlı Şeyh Seyyid Ali daha önce Ermeni komiteleri ile bir anlaşma yapmıştı.  Ermeni yayın organı Horizon, ayaklanmaya çok sayıda Ermeni’nin de katıldığını yazmıştır.  Ancak bu isyanların önüne geçilerek, Rusya’nın Doğu Anadolu’ya müdahale etmesi önlenmiştir. 1908’de yayına başlayan Ermeni Jamanak dergisi Bitlis isyanından sonra yayınladığı yazıda isyan elebaşlarından olan Şeyh Seyid Ali övülmekteydi.  "Molla Selim ve diğer elebaşı olan üç kişi Rus Konsolosluğuna sığındı. İsyana destek olan Rusya bu kişileri teslim etmedi ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar asiler orada kaldı." Harbin ilân edildiği gün Konsolosluktan alınan Molla Selim ve diğerleri idam edildi.  İsyanın diğer elebaşlarından Şeyh Şihabüddin ve arkadaşları Seyid Ali, Molla Abdurahman Rusya’ya sığınmak üzere Kafkas sınırını geçerken yakalandı.
Rusya kendi yanlarına çektikleri işbirlikçilere aylık bağlamış, para ve silah dağıtmıştır.

Rusya Birinci Dünya Savaşı’nda bir taraftan Ermeni ve Nasturileri Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtırken, diğer yandan da Erzurum, Van, Kars, Bitlis, Bayazıd, Hoy ve Urumiye konsolosluslukları aşiretleri elde etmek için bölgede fesat ve nifak tohumu ekmek üzere özel olarak görevlendirilmişti. Bunun için konsolosloklarda birtakım kişiler de istihdam edilmiştir. Rusya kendi yanlarına çektikleri işbirlikçilere aylık bağlamış, para ve silah dağıtmıştır. Hatta, Kürtlere muhtariyet verilmesini vaat etmiştir. Böylece Doğu Anadolu’yu işgal harekâtında işbirlikçi bir Kürt grubu yaratılmak istenmiştir. 

Sonuç;
Osmanlı İmp. Döneminde; Rusya, aşiretler üzerinde yoğun çalışmalar yapmakla birlikte aşiretlere dönük projelerinde başarılı olamamıştır. Yapılan bütün çabalara ve propagandaya rağmen aşiretleri toplu olarak ayaklandıramamıştır. Çabalar, Bedirhaniler, Molla Selim, Türk-İran sınırında yaşayan Avdoi aşiretinin reisi Simko olarak bilinen İsmail Ağa gibi birkaç bireysel olayla sınırlı kalmıştır. Aksine aşiretler kütle halinde Osmanlı Devleti yanında yer almıştır.

Kaynak;
Atılgan Coşkun, "Emperyalist Devletlerin Doğu Anadolu Politikası ve Aşiret Süveri Alayları", 2004,   S,102-107.