12 Aralık 2017 Salı

Şark Meselesi: "Hedefteki Ülke Türkiye-2"

Yabancılara Göre Şark Meselesi
Fransız tarihçi Albert Sorel, Şark Meselesi; “Türklerin Avrupa’da mevcudiyetleri ile başladı.”  diyerek meselenin aslında bir Türk meselesi olduğunu vurgulamıştır. Albert Sorel’in sözü hiçte yabana atılacak türden değildir. Çünkü Katolik Kilisesi Kardinallerinden Newmann’ın 1854’te söyledikleri  Sorel ile örtüşmektedir. 
Kardinal Newmann şu çarpıçı açıklamayı yapmıştır: “Vizokotlardan, Saresenlere değin, Hristiyanlık ile temasa geçen bütün ırklar, kavimler er geç Hristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bu genel kuralın tek istisnası Türklerdir. Hristiyanlığı kabul etmek şöyle dursun, Hristiyanlığı ortadan kaldırmaya çalışmışlar; tarih sahnesine çıktıkları 1048 yılından beri, Hristiyan (Haçlı) düşmanlığının öncüsü, sözcüsü, simgesi olmuşlardır. Bu yüzden Türkler, Katolik Kilisesi (Vatikan Devleti)’nin XI-XVIII. yüzyıllar arasındaki en önemli sorunu, düşmanı olarak görülmüşlerdir. Hatta, Papalık Devleti’nin son bin yılı Türklerle savaşarak geçmiştir denilebilir. Türklerin savaş gücünü inkar etmiyorum. Ama işte bu güç, onları, imanın ve uygarlığın amansız düşmanı yapıyor. Onun için, Türklerle savaşmak onları yok etmek zorundayız.”
Ünlü Romen tarihçi T. G. Djuvara’nın Cent Projests De Partage De La Turquie adlı eserine önsöz yazan Fransız devlet adamı Lois Renault, Sorel’in açıklanan tarihî sözüne şu cümleyi eklemiştir:  “Buna, Türkleri Avrupa’dan atmak için hazırlanan projeler ve hatta girişilen teşebbüsler ilave edilebilir.”
T.G.Djuvara ise; Şark Meselesi’nin, daha Türklerin Avrupa’ya gelmelerinden önce Anadolu’ya ayakbastığı günden itibaren, Hristiyan devletler onları Asya’da mümkün mertebe uzaklara sürmek için Haçlı Seferleri ile başladığını ifade etmekte ve “Doğrusunu söylemek ve tarafsız olmak gerekirse, Hristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerin hiçbir zaman dostça olmadığını belirtmek icap eder; kabul edelim ki çağdaş hoşgörü anlayışına rağmen, bu milletler arasında, bugün de özellikle Hristiyanlar’dan kaynaklanan bir hınç alma duygusu bulunmaktadır.”  demektedir.
Edouard Drıault Şark Meselesi’ni “İslam-Hristiyan mücadelesi” olarak yorumlarken,  Matthew Smith Anderson, “Bir zamanların büyük devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun, XVIII. yüzyılda çökmeye başlamasyla çöküşün büyük Avrupa devletleri arasında yarattığı rekabet ve Avrupalı devletlerin emelleri yüzünden çıkan bir meseledir.”  şeklinde Avrupalı güçlerin Osmanlı Devleti topraklarının paylaşılması olarak nitelemektedir.
Fransız ünlü yazar Sinyobos Fransız okullarında da okutulan tarih ders kitaplarında Şark Meselesi’ni şöyle tarif etmektedir; “XVIII. asırdan itibaren Rusya ve Avusturya-Macaristan Devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nu istila etmeye ve onun Hristiyan tebaasını isyan ettirmeğe çalışmışlardır. Bu çalışmalar, Fransa aleyhine açılan muharebelerle inkıtaa uğradı. 1815 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu hâlâ mülk-i tamamiyetini muhafaza ediyordu. Rusya’nın bu tehdidi, Osmanlı Devleti’nin ne olacağı bir mesele idi. İşte bu meseleye bir müddet sonra isim takıldı ve adına Şark Meselesi denildi.”  şeklinde ifade ederken bir de bu meselenin çıkışı ile ilgili tarih zikretmektedir.
Rus yazar Soloviyef’e göre Şark Meselesi; “Hristiyan Avrupa Milletleri’nin Müslüman şark milletlerini iktisadî ve siyasî nüfuz ve hükmü altına almak maksadından meydana gelen tarihî meselelerin hepsidir. Avrupa devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nu, sebepler ihdas ederek parçalamak ve zaptetmek arzusundan ve Osmanlı idaresi altında bulunan muhtelif milletlerden bazılarının istiklallerini temin etmek istemelerinden meydana gelen tarihî meselelerin heyet-i mecmuası, Şark Meselesi adını almıştır.”  
A. Malet-P.Grillet’e göre Şark Meselesi; “Türk İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz etrafında, Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’daki mevcudiyetinden kaynaklanan problemlerin bütünüdür.”
Günümüzde dünya üzerindeki güç mücadele alanları ve sebeplerinin açıklanmasında; Harvard Üniversitesi John M.Olin Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Samuel P. Huntington’un “Foreign Affairs” dergisinin 1993 yılında yayınlanan “The Clash of Civilizations - Medeniyetler Çatışması” konulu makalesi dikkate değer çarpıcı bir yorum getirmektedir. Yazarın mevki ve görevi göz önüne alındığında makalede ileri sürülen görüşler mensubu olduğu devletin bakışını yansıtması açısından önem arz etmektedir. Yazar makalesinde Haçlı zihniyetini ve Şark Meselesi’ni hatırlatmakta ve tekrar gündeme getirmektedir. Şark Meselesi mantığının günümüzün süper gücü ABD’nin bakış açısından da değişmediğini göstermesi bakımından Prof. Dr. Samuel P. Huntington'un makalede belirtilen görüşlerini aşağıda özetlemeyi yararlı görüyoruz:
“Yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı ideolojik ve ekonomik değil, kültür temelinde olacaktır. Medeniyetlerin çatışması kaçınılmazdır. ...Medeniyetler birbirlerinden tarih, dil, kültür, gelenek ve en mühimi din yoluyla farklılaşırlar. Asırlar boyunca en uzun ve şiddetli mücadeleler medeniyetler arasındaki farklılıklardan husule gelmiştir... Batı Hristiyanlığının doğu sınırı günümüzde de 1500 yıllarında ki sınır hatlarına tekabül eder görünmektedir. Bu hattın batı ve kuzeyi Katolik ve Protestan, doğusu ve güneyi Ortodoks ve Müslüman kültür çevresidir. Batı medeniyeti ile İslam medeniyeti arasındaki fay hattı boyunca cereyan eden mücadele 1300 yıldan beri devam etmektedir... Osmanlı Türk gücünün gerilemesi ile İngiltere, Fransa ve İtalya Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da denetim kurmuşlardır... Batı ile İslam arasında yüzyıllardan beri devam eden askerî etkileşmenin sona erme ihtimali yoktur... Şayet olursa bundan sonraki Dünya Savaşı medeniyetler arası savaş olacaktır... Türklerin İslam aleminin önder gücü sıfatıyla Güney-Doğu Avrupa, Balkanlar, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika ülkelerindeki mutlak hakimiyetine karşı koyamayan, Orta Avrupa yönündeki yayılmasını güçlükle durdurabilen Avrupalılar, Türkleri anlaşılması, uzlaşılması, bir arada yaşaması caiz olmayan kafirler saymakla beraber, Osmanlının karada ve denizde yenilmez bir güç üstünlüğünü temsil ettiği sürece Türklere karşı medeni, ırki bir üstünlük iddiasında bulunmamışlardır. Hatta böyle güçlü, yetenekli meziyetli örnek müesseselere sahip bir milleti Hristiyanlığa kazanamayışlarından dolayı hayıflanmışlardır. Türk gücünün zaafa uğradığı dönemde ise Batının Türk’e karşı bakış tarzı değişmiş, Türk sadece rakip bir din ve medeniyetin mensubu değil, medeniyet yaratmağa, medenileşmeye istidatsız, tahripkar, tembel, zeka ve fikir yeteneklerinden yoksun, zalim, sarı ırktan gelme Moğol melezi bir ırk şeklinde gösterilerek aşağılanmıştır. Türklük Doğu ve Batı Hristiyanlığının ortak eylemi ile Avrupa’dan çıkarılmıştır...”
Türklere Göre Şark Meselesi:
Türk milletinin her dönemde ortaya koyduğu güç ve büyüklük sebebiyle, Şark Meselesi bir sorun olarak düşünülmemiş, ayrıcalıklı ve üzerinde durulmaya değer bir mesele olarak dikkate alınmamıştır. Bunun sonucu olarak Türk yazarları Şark Meselesi’ne Batılılar kadar ilgi göstermemişlerdir. Ancak, Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde “Şark Meselesi” çok daha fazla Türk düşünürlerin gündemine girmiştir. Bu  konuyla ilgilenenler, Şark Meselesi’ni şöyle ifade etmektedirler:
Tüccarzade İbrahim Hilmi 1332/1916’da yayınladığı eserinde “Dünkü Şark Meselesi Türkler’in Avrupa’dan Asya’ya atılmaları demekti, bugünkü Şark Meselesi de Anadolu topraklarının Avrupa devletleri arasında şimdi iktisaden bilahare siyaseten taksimi meselesi demektir.”   diye söz etmektedir.
Prof. Dr. Enver Ziya Karal; “Şark Meselesi terimi ilk defa 1815’te Viyana Kongresi’nde Rus delegasyonu tarafından kullanılmıştır. XIX. yüzyılın ilk yarısında Şark Meselesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunması, ikinci yarısında Türklerin Avrupa’daki topraklarının paylaşılması, XX. yüzyılda ise İmparatorluğun bütün topraklarının paylaşılması manasında kullanılmıştır.”  şeklinde açıklamaktadır.
Prof. Dr. İsmet Miroğlu’ya göre; “Şark Meselesi, Batı’nın geçmişte Osmanlı’yı günümüzde ise ülkemizi parçalama planları, çabaları”  olduğu düşüncesindedir.
Şükrü Kaya Seferoğlu: “Şark Meselesi’nin bugün hâlâ devam ettiğini, ekonomik, politik, askerî ve kültürel yönleri olan bu meselenin dinî ve ırkî ayrıcalık yaratmak, tahrik ve teşvik etmek gibi bir uygulamasının olduğu ve Türkiye’nin Güneydoğusu’nda devam ettirilen huzursuzluğun Şark Meselesi’nin günümüz dünya şartlarındaki bir tezahürü olarak görülmektedir. Güneydoğu’da, Anadolu’da silahlı hareket şeklinde devam eden; Ortadoğu, Avrupa’da ve daha bir çok yerde kültürel, siyasî ve iktisadi destek gören olayın adı Yeni Şark Meselesidir.”
Prof. Dr. Esat Uras’a göre; “Şark Meselesi olarak bilinen ve değişik periyotlarla dünya kamuoyuna sunulan bu konu gerçekte Osmanlı Devleti’ni imha planından başka bir şey değildir.”  Bir diğer kaynağa göre Şark Meselesi; “emperyalist ve sömürgeci Avrupa devletlerinin Osmanlı teb'ası Hristiyanların haklarını korumak bahanesi ile Osmanlı topraklarını parçalayıp paylaşmayı” ifade etmektedir.”
Arslan Topçubaşı’na göre Şark Meselesi; “Tarih boyunca Hristiyan Batılı milletlerin (bunların etkisiyle Türk asıllı olmayan diğer Müslüman milletlerin) Müslüman Türk milletini, devletini, sosyal, ekonomik, sanayi, kültür ve siyasî etkisi altına almak ve öylece tutmak veya yok etmek kasdından ve gayesinden kaynaklanan meselelerin tümüne verilen isimdir.”  
Raif Karadağ Şark Meselesi’ni iki farklı şekilde ifade etmektedir:
                (I)  Hristiyan Avrupa milletlerinin Müslüman şark milletlerini, iktisadî ve siyasî nüfuz ve hükmü altına almak maksadından meydana gelen tarihi meselelerin hepsidir.
                (II) Avrupa devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nu, sebepler ihdas ederek parçalamak ve zapt etmek arzusundan ve Osmanlı idaresi altında bulunan muhtelif milletlerden bazılarının istiklallerini sağlamak istemelerinden meydana gelen tarihi meselelerin tümüdür.
Doç. Ali Sarıkaya, “Şark Meselesi ve Tarihsel Gelişimi” başlıklı makalesinde Şark Meselesi’ni, XI. Yüzyıldan itibaren Türk-Avrupa mücadelesi olarak görmekte ve “Türklerin Avrupa’daki ilerleyişini durdurmak, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hristiyanları kurtarmak, onlar lehine reformlar yaptırmak, Osmanlı İmparatorluğu’ndan her türlü imtiyazı koparmak, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak ve paylaşmak, böylece Türkleri Avrupa ve Anadolu’dan atmak”   olarak tanımlamaktadır. Sarıkaya, Şark Meselesi’nin devam ettiğini, “günümüze kadar geçirdiği safhalar göz önünde bulundurulduğunda da, daha uzun yıllar devam edeceğini söylemek tarihî gerçeklere daha uygun düşmektedir.”  sonucuna varmaktadır.
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Şark Meselesi’ni; Osmanlı Devleti’nin etnik gruplar oluşturulmak suretiyle parçalama politikası olarak ifade ederken, Kürt konusunun da söz konusu projenin bir parçasını oluşturduğunu  belirtmektedir.
Prof. Dr. Çevdet Küçük Şark Meselesi’ni; “Avrupa büyük devletlerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nu iktisadi ve siyasî nüfuz ve hükmü altına almak veya sebepler ihdas ederek parçalamak ve Osmanlı idaresinde yaşayan muhtelif milletlerin istiklallerini temin etmek istemelerinden doğan tarihi meselelerin tümü”  olarak tarif etmektedir. Konu ile ilgili bir diğer değerlendirmede de; “Avrupa’ya karşı Türk’ün asırlardır süren ölüm kalım mücadelesi ”   olarak görülmektedir.
Prof. Dr. Bayram Kodaman ; Şark Meselesi’nin temelinde Hristiyan-Müslüman veya Avrupa-Türk münasebetleri yatmakla birlikte, “meselenin İslamiyeti de temsil eden Türk devletleri ile Batı devletlerinin meselesi” olduğunu  belirtmekte ve Şark Meselesi’nin iki ana safhada incelenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bunlardan birincisinin “1071-1683” yılları, diğerinin ise “1683-1920” yılına dek süren safha olduğunu söylemektedir.  Kodaman, şöyle devam etmektedir: “Balkan Meselesi, bir Ermeni Meselesi, bir Kutsal Yerler Meselesi, Şark Meselesi’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan ve Asya toprakları üzerindeki politik tezahürleridir. Osmanlı tebaası ile ilgili olan meselelerin temelinde Batılı devletlerin çeşitli menfaatleri yanında, Batı’nın dinî şuurla beslenen siyasî ve millî tahrikleri de rol oynamış bulunmaktadır.”
Nevzat Denk, “Gerek Balkanlar gerekse Ortadoğu ve Doğu Anadolu ile ilgili tüm sorunların ortaya çıkış sebebini, Şark Meselesi’nin uygulamaya konulması temel düşüncesinden kaynaklandığını” ifade etmekte ve “günümüzde de Ortadoğu, Filistin, Kıbrıs, Ege, Irak ve petrol, irtica ve bölücülük sorunu olarak mevcut olan Şark Meselesi, jeostratejik ve ideolojik görünümüyle varlığını sürdürmektedir.” demektedir.
Şark Meselesi; Türklerin batıda kendilerini hissettirdikleri andan itibaren oluşmaya başlamış, meselenin taraflarına göre farklı anlamlar içeren, çağa göre kendini yenileyen, Türk milletinin bekasını ve refahını doğrudan ilgilendiren bir kavramdır. Şark Meselesi terimi çoğu zaman belirli bir kronoloji veya zaman dilimi söz konusu edilmeksizin, Batı’nın Türklerle mücadelesinde Batılı devletlerin niyetlerinin adı olmuş  ve kuşaklar boyunca, Avrupa diplomasi tarihinin bir parçasını teşkil etmiştir. Hatta sadece diplomaside değil Türk düşmanlığı bugün bile söylenegelen bir çok halk şarkısına yansımıştır. 
Şark Meselesi’nin amaçları için bir çok farklı fikir ifade edilebilir. Fakat nihai hedef, Türk milletini tarih sahnesinden silmektir. Nitekim Avrupa-Türk mücadelesinde, Şark Meselesi Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Harbiye Nazırı Lord Kitchener’in;“Türkleri dünya haritasından silinceye kadar harbe devam etmeliyiz.”  sözü bunun en açık ifadesi olmuştur.
Avrupa, Türkler tarafından kurulan her devleti, Hristiyanlığın ve büyük Avrupa önünde bir engel, bir tehdit olarak algılamıştır. Ve bu tehditi ortadan kaldırmak adına, gücü nisbetinde caba harcamış ve amacına ulaşmak için her yol ve yöntemi mubah saymıştır. 
Türk varlığına duyulan tahamülsüzlük haritalara bile yansımıştır. Öyleki dünyanın en güçlü devleti olduğu dönemde bile Osmanlı Devleti diğer adıyla “Devlet-i Aliyye”, Vatikan Katolik Kilisesi tarafından yaptırılan haritada bile yer verilmemiştir.
Vatikan Kardinaller Meclisi 1662’de devrin harita uzmanı Guiliane Cordetti’ye, aslı Papalıkta muhafaza edilen kiliselere kopyaları gönderilen bir dünya haritası hazırlatılmıştır. Hazırlanan dünya haritasında, Osmanlı egemenliği altında olan Yunan, Bulgar, Arap, Romen, Sırp, Ermeni vb. tüm unsurlar daha o dönemde ayrı bir devlet olarak gösterilirken Türk ve Osmanlı ismine yer verilmemiştir.
Avrupa ve Avrupalı, zaman, zaman Türk’ü, sadece “farklı inanç” olarak değil, “tarihi düşman” ve “medeniyet tahripçisi” olarak da görmüştür. Türkler hakkında Batı’da din adamlarından, devlet yöneticilerine hatta düşünürlere kadar her kesimden insan Türkleri bu bakış açısı ile görmüş, Türk düşmanlığı geleneksel bir durum almıştır. Örneğin Evrim Teorisi’nin sahibi Charles Darwin Türklere en sert tepki gösteren düşünürlerden biri olmuştur. Türkler konusunda Darwin’in fikirleri çok aşırıdır. Charles Darwin, Türkler hakkında şunları söylemektedir: “Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin umduğunuzdan daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa Türkler tarafından işgal edildiğinde, Avrupa ulusları ne kadar büyük risk altında kalmıştı. Ama artık bugün Avrupa’nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünya’nın çok daha az olmayan bir geleceğine baktığımızda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elime edileceğini görüyorum.” 
Sonuç olarak;
Konuyla ilgili ilim ve fikir adamlarının tespitlerinden de anlaşıldığı üzere; Avrupalılar Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve topraklarının paylaşılması, Türkler’in Anadolu’dan sürülmesi anlamında uzun süreli bir Şark Politikası’nı takip etmişlerdir.
Şark Meselesi’nin Batı için çözümün adı olan Sevr ile 1920'de parçalanan Türkiye, 1923’de Lozan Antlaşması ile tekrar ayağa kalmıştır.  Sevr’in etkilerinin, Lozanla birlikte ortadan kalkması gerekirken, Sevr; tarihsel nedenlerle hâlâ Batı tarafından tartışma konusu yapılmaya devam edilmektedir.
Sözde “Ermeni Soy Kırımının Kabulü” tasarıları Batı ülkelerinin meclislerinde kabul edilmekte, Türkiye mahkum edilmeye, sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Öte yandan PKK terör örgütü 1980 li yıllardan itibaren sözde “Büyük Kürdistan kurma” ideali ile batı ülkelerinde örgütlenmekte, destek görmekte ve Türkiye’nin terör olayları ile zayıflatılmaya çalışılmasına destek olunmakta, ulusal birliğimizi hedef alınmaktadır.
Günümüzde de Sevr’de olduğu gibi aynı şekilde bir “Ermeni ve Kürt Meselesi” yaratma çabalarının yeni boyutlar kazanarak devam ettirildiği görülmektedir.
Şark Politikası mantığı ile hareket eden dış güçlere; ülkemiz içerisindeki yerli işbirlikçileri Türkiye’yi parçalamak, Türkiye’den toprak kopartmak, Türkiye’yi ufaltmak, Türk vatanının ve Türk milletinin birlik ve bütünlüğünü yıkmak peşinde olmuşlardır.  
Nitekim bölücü başı Abdullah Öcalan yakalandıktan sonra Avrupalı güçlerin maşası olduklarını itiraf etmek durumunda kalmıştır.  Dıetrıch Alexander imzasıyla Die Welt Gazetesi’nde yayınlanan haberde; “tutuklu PKK terör örgütü liderinin kendisini batı'nın Türkiye'nin bölünmesine yönelik masası” olarak nitelendirdiğini yazmaktadır.”
Avrupa’nın tarihsel kompleksinden kaynaklı “Yeni Şark Meselesi” politikası;  “Türkiye Cumhuriyeti’nin büyümesinin ve güçlenmesinin durdurulması, topraklarının bölünmesi şeklinde şekillenmekte olduğunu” görüyoruz.
Şark Meselesi anlayışının ve Türk düşmanlığının Batı’da hâlâ sürdüğünü gösteren en açık örneklerden biride, Türkiye’nin AB’ne giriş taleplerine karşı, Avrupa kurumlarından yükselen muhalefettir.

Bu yeni şark politikasıyla;

  •     Türkiye’nin doğusunun bölücülük (PKK) faaliyetleri ile koparılması, bunun için PKK’yı desteklemek,
  •        Ülke meclislerinde “Sözde Ermeni Soykırımı yasalarının” kabul edilerek, Ermenilere tazminat ve toprak verilmesinin gündeme getirilmek,
  •      Türkiye’nin güçlenmesini sağlayacak Jeo - Stratejik ve politik gelişmeleri engellemek veya durdurmak, 
  •        Türkiye’nin coğrafi  olarak Ortadoğu ile irtibatını kesmek, bunun için; Suriye’de Türkiye sınır boyunda Akdeniz’e açılan bir PKK devleti,   Irak’ta’ da Türkiye’ye hasım  bir Kürt devleti kurulmasına destek vermek,
  •       Irak ve Suriye’de kurulacak Kürt devletleri vasıtasıyla Türkiye’nin ulusal güvenliğinin tehdit etmek, bu gelişmelerle ülkemizde iç kargaşa ortamı yaratılmak,
  •        FETÖ ve benzeri örgütleri destekleyerek veya yoktan kurarak ülkede iç istikrarsızlık yaratmak ve dış güçlere müdahale olanağı verilmesi amaçlanmaktadır.


Hiç yorum yok: