Yabancılara Göre Şark
Meselesi
Fransız tarihçi Albert Sorel,
Şark Meselesi; “Türklerin Avrupa’da
mevcudiyetleri ile başladı.” diyerek
meselenin aslında bir Türk meselesi olduğunu vurgulamıştır. Albert Sorel’in
sözü hiçte yabana atılacak türden değildir. Çünkü Katolik Kilisesi
Kardinallerinden Newmann’ın 1854’te söyledikleri Sorel ile örtüşmektedir.
Kardinal Newmann şu çarpıçı
açıklamayı yapmıştır: “Vizokotlardan,
Saresenlere değin, Hristiyanlık ile temasa geçen bütün ırklar, kavimler er geç
Hristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bu genel kuralın tek istisnası Türklerdir.
Hristiyanlığı kabul etmek şöyle dursun, Hristiyanlığı ortadan kaldırmaya
çalışmışlar; tarih sahnesine çıktıkları 1048 yılından beri, Hristiyan (Haçlı)
düşmanlığının öncüsü, sözcüsü, simgesi olmuşlardır. Bu yüzden Türkler, Katolik
Kilisesi (Vatikan Devleti)’nin XI-XVIII. yüzyıllar arasındaki en önemli sorunu,
düşmanı olarak görülmüşlerdir. Hatta, Papalık Devleti’nin son bin yılı
Türklerle savaşarak geçmiştir denilebilir. Türklerin savaş gücünü inkar
etmiyorum. Ama işte bu güç, onları, imanın ve uygarlığın amansız düşmanı
yapıyor. Onun için, Türklerle savaşmak onları yok etmek zorundayız.”
Ünlü Romen tarihçi T. G. Djuvara’nın Cent Projests De
Partage De La Turquie adlı eserine önsöz yazan Fransız devlet adamı Lois
Renault, Sorel’in açıklanan tarihî sözüne şu cümleyi eklemiştir: “Buna,
Türkleri Avrupa’dan atmak için hazırlanan projeler ve hatta girişilen
teşebbüsler ilave edilebilir.”
T.G.Djuvara ise; Şark Meselesi’nin,
daha Türklerin Avrupa’ya gelmelerinden önce Anadolu’ya ayakbastığı günden
itibaren, Hristiyan devletler onları Asya’da mümkün mertebe uzaklara sürmek
için Haçlı Seferleri ile başladığını ifade etmekte ve “Doğrusunu söylemek ve tarafsız olmak gerekirse, Hristiyanlar ile
Müslümanlar arasındaki ilişkilerin hiçbir zaman dostça olmadığını belirtmek
icap eder; kabul edelim ki çağdaş hoşgörü anlayışına rağmen, bu milletler
arasında, bugün de özellikle Hristiyanlar’dan kaynaklanan bir hınç alma duygusu
bulunmaktadır.” demektedir.
Edouard Drıault Şark Meselesi’ni “İslam-Hristiyan mücadelesi” olarak
yorumlarken, Matthew Smith Anderson, “Bir zamanların büyük devleti Osmanlı
İmparatorluğu’nun, XVIII. yüzyılda çökmeye başlamasyla çöküşün büyük Avrupa
devletleri arasında yarattığı rekabet ve Avrupalı devletlerin emelleri yüzünden
çıkan bir meseledir.” şeklinde
Avrupalı güçlerin Osmanlı Devleti topraklarının paylaşılması olarak
nitelemektedir.
Fransız ünlü yazar Sinyobos
Fransız okullarında da okutulan tarih ders kitaplarında Şark Meselesi’ni şöyle
tarif etmektedir; “XVIII. asırdan
itibaren Rusya ve Avusturya-Macaristan Devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nu
istila etmeye ve onun Hristiyan tebaasını isyan ettirmeğe çalışmışlardır. Bu
çalışmalar, Fransa aleyhine açılan muharebelerle inkıtaa uğradı. 1815 tarihinde
Osmanlı İmparatorluğu hâlâ mülk-i tamamiyetini muhafaza ediyordu. Rusya’nın bu
tehdidi, Osmanlı Devleti’nin ne olacağı bir mesele idi. İşte bu meseleye bir
müddet sonra isim takıldı ve adına Şark Meselesi denildi.” şeklinde ifade ederken bir de bu meselenin
çıkışı ile ilgili tarih zikretmektedir.
Rus yazar Soloviyef’e göre Şark Meselesi; “Hristiyan Avrupa Milletleri’nin Müslüman
şark milletlerini iktisadî ve siyasî nüfuz ve hükmü altına almak maksadından meydana
gelen tarihî meselelerin hepsidir. Avrupa devletlerinin Osmanlı
İmparatorluğu’nu, sebepler ihdas ederek parçalamak ve zaptetmek arzusundan ve
Osmanlı idaresi altında bulunan muhtelif milletlerden bazılarının
istiklallerini temin etmek istemelerinden meydana gelen tarihî meselelerin
heyet-i mecmuası, Şark Meselesi adını almıştır.”
A. Malet-P.Grillet’e göre Şark Meselesi; “Türk İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz
etrafında, Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’daki mevcudiyetinden kaynaklanan
problemlerin bütünüdür.”
Günümüzde dünya üzerindeki güç mücadele alanları ve
sebeplerinin açıklanmasında; Harvard Üniversitesi John M.Olin Stratejik
Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Samuel P. Huntington’un “Foreign
Affairs” dergisinin 1993 yılında yayınlanan “The Clash of Civilizations -
Medeniyetler Çatışması” konulu makalesi dikkate değer çarpıcı bir yorum
getirmektedir. Yazarın mevki ve görevi göz önüne alındığında makalede ileri
sürülen görüşler mensubu olduğu devletin bakışını yansıtması açısından önem arz
etmektedir. Yazar makalesinde Haçlı zihniyetini ve Şark Meselesi’ni
hatırlatmakta ve tekrar gündeme getirmektedir. Şark Meselesi mantığının
günümüzün süper gücü ABD’nin bakış açısından da değişmediğini göstermesi
bakımından Prof. Dr. Samuel P. Huntington'un makalede belirtilen görüşlerini aşağıda özetlemeyi yararlı görüyoruz:
“Yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı ideolojik ve ekonomik değil,
kültür temelinde olacaktır. Medeniyetlerin çatışması kaçınılmazdır.
...Medeniyetler birbirlerinden tarih, dil, kültür, gelenek ve en mühimi din
yoluyla farklılaşırlar. Asırlar boyunca en uzun ve şiddetli mücadeleler
medeniyetler arasındaki farklılıklardan husule gelmiştir... Batı
Hristiyanlığının doğu sınırı günümüzde de 1500 yıllarında ki sınır hatlarına
tekabül eder görünmektedir. Bu hattın batı ve kuzeyi Katolik ve Protestan,
doğusu ve güneyi Ortodoks ve Müslüman kültür çevresidir. Batı medeniyeti ile
İslam medeniyeti arasındaki fay hattı boyunca cereyan eden mücadele 1300 yıldan
beri devam etmektedir... Osmanlı Türk gücünün gerilemesi ile İngiltere, Fransa ve
İtalya Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da denetim kurmuşlardır... Batı ile İslam
arasında yüzyıllardan beri devam eden askerî etkileşmenin sona erme ihtimali
yoktur... Şayet olursa bundan sonraki Dünya Savaşı medeniyetler arası savaş
olacaktır... Türklerin İslam aleminin önder gücü sıfatıyla Güney-Doğu Avrupa,
Balkanlar, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika ülkelerindeki mutlak hakimiyetine karşı
koyamayan, Orta Avrupa yönündeki yayılmasını güçlükle durdurabilen Avrupalılar,
Türkleri anlaşılması, uzlaşılması, bir arada yaşaması caiz olmayan kafirler
saymakla beraber, Osmanlının karada ve denizde yenilmez bir güç üstünlüğünü
temsil ettiği sürece Türklere karşı medeni, ırki bir üstünlük iddiasında
bulunmamışlardır. Hatta böyle güçlü, yetenekli meziyetli örnek müesseselere sahip
bir milleti Hristiyanlığa kazanamayışlarından dolayı hayıflanmışlardır. Türk
gücünün zaafa uğradığı dönemde ise Batının Türk’e karşı bakış tarzı değişmiş,
Türk sadece rakip bir din ve medeniyetin mensubu değil, medeniyet yaratmağa,
medenileşmeye istidatsız, tahripkar, tembel, zeka ve fikir yeteneklerinden
yoksun, zalim, sarı ırktan gelme Moğol melezi bir ırk şeklinde gösterilerek
aşağılanmıştır. Türklük Doğu ve Batı Hristiyanlığının ortak eylemi ile
Avrupa’dan çıkarılmıştır...”
Türklere Göre Şark
Meselesi:
Türk milletinin her dönemde ortaya koyduğu güç ve büyüklük
sebebiyle, Şark Meselesi bir sorun olarak düşünülmemiş, ayrıcalıklı ve üzerinde
durulmaya değer bir mesele olarak dikkate alınmamıştır. Bunun sonucu olarak
Türk yazarları Şark Meselesi’ne Batılılar kadar ilgi göstermemişlerdir. Ancak,
Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde “Şark Meselesi” çok daha fazla Türk
düşünürlerin gündemine girmiştir. Bu
konuyla ilgilenenler, Şark Meselesi’ni şöyle ifade etmektedirler:
Tüccarzade İbrahim Hilmi
1332/1916’da yayınladığı eserinde “Dünkü
Şark Meselesi Türkler’in Avrupa’dan Asya’ya atılmaları demekti, bugünkü Şark
Meselesi de Anadolu topraklarının Avrupa devletleri arasında şimdi iktisaden
bilahare siyaseten taksimi meselesi demektir.” diye söz etmektedir.
Prof. Dr. Enver Ziya Karal; “Şark Meselesi terimi ilk defa 1815’te
Viyana Kongresi’nde Rus delegasyonu tarafından kullanılmıştır. XIX. yüzyılın
ilk yarısında Şark Meselesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün
korunması, ikinci yarısında Türklerin Avrupa’daki topraklarının paylaşılması,
XX. yüzyılda ise İmparatorluğun bütün topraklarının paylaşılması manasında
kullanılmıştır.” şeklinde
açıklamaktadır.
Prof. Dr. İsmet Miroğlu’ya göre; “Şark Meselesi, Batı’nın geçmişte Osmanlı’yı günümüzde ise ülkemizi
parçalama planları, çabaları” olduğu
düşüncesindedir.
Şükrü Kaya Seferoğlu: “Şark Meselesi’nin bugün hâlâ devam
ettiğini, ekonomik, politik, askerî ve kültürel yönleri olan bu meselenin dinî
ve ırkî ayrıcalık yaratmak, tahrik ve teşvik etmek gibi bir uygulamasının
olduğu ve Türkiye’nin Güneydoğusu’nda devam ettirilen huzursuzluğun Şark
Meselesi’nin günümüz dünya şartlarındaki bir tezahürü olarak görülmektedir.
Güneydoğu’da, Anadolu’da silahlı hareket şeklinde devam eden; Ortadoğu,
Avrupa’da ve daha bir çok yerde kültürel, siyasî ve iktisadi destek gören
olayın adı Yeni Şark Meselesidir.”
Prof. Dr. Esat Uras’a göre; “Şark Meselesi olarak bilinen ve değişik
periyotlarla dünya kamuoyuna sunulan bu konu gerçekte Osmanlı Devleti’ni imha
planından başka bir şey değildir.” Bir
diğer kaynağa göre Şark Meselesi; “emperyalist ve sömürgeci Avrupa
devletlerinin Osmanlı teb'ası Hristiyanların haklarını korumak bahanesi ile
Osmanlı topraklarını parçalayıp paylaşmayı” ifade etmektedir.”
Arslan Topçubaşı’na göre Şark Meselesi; “Tarih boyunca Hristiyan Batılı milletlerin (bunların etkisiyle Türk
asıllı olmayan diğer Müslüman milletlerin) Müslüman Türk milletini, devletini,
sosyal, ekonomik, sanayi, kültür ve siyasî etkisi altına almak ve öylece tutmak
veya yok etmek kasdından ve gayesinden kaynaklanan meselelerin tümüne verilen
isimdir.”
Raif Karadağ Şark Meselesi’ni iki farklı şekilde ifade
etmektedir:
(I)
Hristiyan Avrupa milletlerinin Müslüman şark milletlerini, iktisadî ve
siyasî nüfuz ve hükmü altına almak maksadından meydana gelen tarihi meselelerin
hepsidir.
(II) Avrupa devletlerinin
Osmanlı İmparatorluğu’nu, sebepler ihdas ederek parçalamak ve zapt etmek
arzusundan ve Osmanlı idaresi altında bulunan muhtelif milletlerden bazılarının
istiklallerini sağlamak istemelerinden meydana gelen tarihi meselelerin
tümüdür.
Doç. Ali Sarıkaya, “Şark Meselesi ve Tarihsel Gelişimi”
başlıklı makalesinde Şark Meselesi’ni,
XI. Yüzyıldan itibaren Türk-Avrupa mücadelesi olarak görmekte ve “Türklerin
Avrupa’daki ilerleyişini durdurmak, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hristiyanları
kurtarmak, onlar lehine reformlar yaptırmak, Osmanlı İmparatorluğu’ndan her
türlü imtiyazı koparmak, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak ve paylaşmak,
böylece Türkleri Avrupa ve Anadolu’dan atmak”
olarak tanımlamaktadır. Sarıkaya, Şark Meselesi’nin devam ettiğini,
“günümüze kadar geçirdiği safhalar göz önünde bulundurulduğunda da, daha uzun
yıllar devam edeceğini söylemek tarihî gerçeklere daha uygun düşmektedir.” sonucuna varmaktadır.
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Şark Meselesi’ni; Osmanlı Devleti’nin etnik gruplar
oluşturulmak suretiyle parçalama politikası olarak ifade ederken, Kürt
konusunun da söz konusu projenin bir parçasını oluşturduğunu belirtmektedir.
Prof. Dr. Çevdet Küçük Şark Meselesi’ni; “Avrupa büyük devletlerinin, Osmanlı
İmparatorluğu’nu iktisadi ve siyasî nüfuz ve hükmü altına almak veya sebepler
ihdas ederek parçalamak ve Osmanlı idaresinde yaşayan muhtelif milletlerin
istiklallerini temin etmek istemelerinden doğan tarihi meselelerin tümü” olarak tarif etmektedir. Konu ile ilgili bir
diğer değerlendirmede de; “Avrupa’ya
karşı Türk’ün asırlardır süren ölüm kalım mücadelesi ” olarak görülmektedir.
Prof. Dr. Bayram Kodaman ; Şark
Meselesi’nin temelinde Hristiyan-Müslüman veya Avrupa-Türk münasebetleri
yatmakla birlikte, “meselenin İslamiyeti de temsil eden Türk devletleri ile
Batı devletlerinin meselesi” olduğunu
belirtmekte ve Şark Meselesi’nin iki ana safhada incelenmesi gerektiğini
ifade etmektedir. Bunlardan birincisinin “1071-1683” yılları, diğerinin ise
“1683-1920” yılına dek süren safha olduğunu söylemektedir. Kodaman, şöyle devam etmektedir: “Balkan Meselesi, bir Ermeni Meselesi, bir
Kutsal Yerler Meselesi, Şark Meselesi’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan ve
Asya toprakları üzerindeki politik tezahürleridir. Osmanlı tebaası ile ilgili
olan meselelerin temelinde Batılı devletlerin çeşitli menfaatleri yanında,
Batı’nın dinî şuurla beslenen siyasî ve millî tahrikleri de rol oynamış bulunmaktadır.”
Nevzat Denk, “Gerek
Balkanlar gerekse Ortadoğu ve Doğu Anadolu ile ilgili tüm sorunların ortaya
çıkış sebebini, Şark Meselesi’nin uygulamaya konulması temel düşüncesinden
kaynaklandığını” ifade etmekte ve “günümüzde
de Ortadoğu, Filistin, Kıbrıs, Ege, Irak ve petrol, irtica ve bölücülük sorunu
olarak mevcut olan Şark Meselesi, jeostratejik ve ideolojik görünümüyle
varlığını sürdürmektedir.” demektedir.
Şark Meselesi; Türklerin batıda kendilerini hissettirdikleri
andan itibaren oluşmaya başlamış, meselenin taraflarına göre farklı anlamlar
içeren, çağa göre kendini yenileyen, Türk milletinin bekasını ve refahını
doğrudan ilgilendiren bir kavramdır. Şark Meselesi terimi çoğu zaman belirli
bir kronoloji veya zaman dilimi söz konusu edilmeksizin, Batı’nın Türklerle
mücadelesinde Batılı devletlerin niyetlerinin adı olmuş ve kuşaklar boyunca, Avrupa diplomasi
tarihinin bir parçasını teşkil etmiştir. Hatta sadece diplomaside değil Türk
düşmanlığı bugün bile söylenegelen bir çok halk şarkısına yansımıştır.
Şark Meselesi’nin amaçları için bir çok farklı fikir ifade
edilebilir. Fakat nihai hedef, Türk milletini tarih sahnesinden silmektir.
Nitekim Avrupa-Türk mücadelesinde, Şark Meselesi Birinci Dünya Savaşı’nda
İngiliz Harbiye Nazırı Lord Kitchener’in;“Türkleri dünya haritasından silinceye
kadar harbe devam etmeliyiz.” sözü bunun
en açık ifadesi olmuştur.
Avrupa, Türkler tarafından kurulan her devleti,
Hristiyanlığın ve büyük Avrupa önünde bir engel, bir tehdit olarak
algılamıştır. Ve bu tehditi ortadan kaldırmak adına, gücü nisbetinde caba
harcamış ve amacına ulaşmak için her yol ve yöntemi mubah saymıştır.
Türk
varlığına duyulan tahamülsüzlük haritalara bile yansımıştır. Öyleki dünyanın en
güçlü devleti olduğu dönemde bile Osmanlı Devleti diğer adıyla “Devlet-i
Aliyye”, Vatikan Katolik Kilisesi tarafından yaptırılan haritada bile yer
verilmemiştir.
Vatikan Kardinaller Meclisi 1662’de devrin harita uzmanı
Guiliane Cordetti’ye, aslı Papalıkta muhafaza edilen kiliselere kopyaları
gönderilen bir dünya haritası hazırlatılmıştır. Hazırlanan dünya haritasında,
Osmanlı egemenliği altında olan Yunan, Bulgar, Arap, Romen, Sırp, Ermeni vb.
tüm unsurlar daha o dönemde ayrı bir devlet olarak gösterilirken Türk ve
Osmanlı ismine yer verilmemiştir.
Avrupa ve Avrupalı, zaman, zaman
Türk’ü, sadece “farklı inanç” olarak değil, “tarihi düşman” ve “medeniyet
tahripçisi” olarak da görmüştür. Türkler hakkında Batı’da din adamlarından,
devlet yöneticilerine hatta düşünürlere kadar her kesimden insan Türkleri bu
bakış açısı ile görmüş, Türk düşmanlığı geleneksel bir durum almıştır. Örneğin
Evrim Teorisi’nin sahibi Charles Darwin Türklere en sert tepki gösteren
düşünürlerden biri olmuştur. Türkler konusunda Darwin’in fikirleri çok
aşırıdır. Charles Darwin, Türkler hakkında şunları söylemektedir: “Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin
umduğunuzdan daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu
ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa Türkler tarafından
işgal edildiğinde, Avrupa ulusları ne kadar büyük risk altında kalmıştı. Ama
artık bugün Avrupa’nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor.
Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk
barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünya’nın çok daha az olmayan bir
geleceğine baktığımızda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek
ırklar tarafından elime edileceğini görüyorum.”
Sonuç olarak;
Konuyla ilgili ilim ve fikir
adamlarının tespitlerinden de anlaşıldığı üzere; Avrupalılar Osmanlı
Devleti’nin yıkılması ve topraklarının paylaşılması, Türkler’in Anadolu’dan
sürülmesi anlamında uzun süreli bir Şark Politikası’nı takip etmişlerdir.
Şark Meselesi’nin Batı için
çözümün adı olan Sevr ile 1920'de parçalanan Türkiye, 1923’de Lozan Antlaşması
ile tekrar ayağa kalmıştır. Sevr’in
etkilerinin, Lozanla birlikte ortadan kalkması gerekirken, Sevr; tarihsel
nedenlerle hâlâ Batı tarafından tartışma konusu yapılmaya devam edilmektedir.
Sözde “Ermeni Soy Kırımının Kabulü”
tasarıları Batı ülkelerinin meclislerinde kabul edilmekte, Türkiye mahkum
edilmeye, sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Öte yandan PKK terör örgütü 1980 li
yıllardan itibaren sözde “Büyük Kürdistan kurma” ideali ile batı ülkelerinde
örgütlenmekte, destek görmekte ve Türkiye’nin terör olayları ile zayıflatılmaya
çalışılmasına destek olunmakta, ulusal birliğimizi hedef alınmaktadır.
Günümüzde de Sevr’de olduğu gibi aynı
şekilde bir “Ermeni ve Kürt Meselesi” yaratma çabalarının yeni boyutlar
kazanarak devam ettirildiği görülmektedir.
Şark Politikası mantığı ile
hareket eden dış güçlere; ülkemiz içerisindeki yerli işbirlikçileri Türkiye’yi
parçalamak, Türkiye’den toprak kopartmak, Türkiye’yi ufaltmak, Türk vatanının
ve Türk milletinin birlik ve bütünlüğünü yıkmak peşinde olmuşlardır.
Nitekim bölücü başı Abdullah Öcalan
yakalandıktan sonra Avrupalı güçlerin maşası olduklarını itiraf etmek durumunda
kalmıştır. Dıetrıch Alexander imzasıyla
Die Welt Gazetesi’nde yayınlanan haberde; “tutuklu PKK terör örgütü liderinin
kendisini batı'nın Türkiye'nin bölünmesine yönelik masası” olarak nitelendirdiğini
yazmaktadır.”
Avrupa’nın tarihsel kompleksinden
kaynaklı “Yeni Şark Meselesi” politikası; “Türkiye
Cumhuriyeti’nin büyümesinin ve güçlenmesinin durdurulması, topraklarının bölünmesi
şeklinde şekillenmekte olduğunu” görüyoruz.
Şark Meselesi anlayışının ve Türk
düşmanlığının Batı’da hâlâ sürdüğünü gösteren en açık örneklerden biride,
Türkiye’nin AB’ne giriş taleplerine karşı, Avrupa kurumlarından yükselen
muhalefettir.
Bu yeni şark politikasıyla;
- Türkiye’nin doğusunun bölücülük (PKK) faaliyetleri ile koparılması, bunun için PKK’yı desteklemek,
- Ülke meclislerinde “Sözde Ermeni Soykırımı yasalarının” kabul edilerek, Ermenilere tazminat ve toprak verilmesinin gündeme getirilmek,
- Türkiye’nin güçlenmesini sağlayacak Jeo - Stratejik ve politik gelişmeleri engellemek veya durdurmak,
- Türkiye’nin coğrafi olarak Ortadoğu ile irtibatını kesmek, bunun için; Suriye’de Türkiye sınır boyunda Akdeniz’e açılan bir PKK devleti, Irak’ta’ da Türkiye’ye hasım bir Kürt devleti kurulmasına destek vermek,
- Irak ve Suriye’de kurulacak Kürt devletleri vasıtasıyla Türkiye’nin ulusal güvenliğinin tehdit etmek, bu gelişmelerle ülkemizde iç kargaşa ortamı yaratılmak,
- FETÖ ve benzeri örgütleri destekleyerek veya yoktan kurarak ülkede iç istikrarsızlık yaratmak ve dış güçlere müdahale olanağı verilmesi amaçlanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder