13 Haziran 2013 Perşembe

AKP, Meydanı Yener mi?


Başbakan Tayyip ERDOĞAN her seçimde galip geldi ve oy oranını artırdı.

Lider özelliği, halkın nabzını tutma ve taraftarlarının beklentilerine cevap veren hükûmet etme becerisi Tayyip Erdoğan’ın popülaritesini korudu. En son seçimde %50 oy oranıyla iktidarını tartışmasız güçlendirdi. AKP, iktidarı süresinde Türkiye’de azımsanamayacak gelişmelere imza atıldı. Siyasi istikrar sağlayan Türkiye, en nihayetinde dünyanın 17 nci büyük ekonomisi oldu. Ancak, hızla büyüyen Türkiye demokratikleşmede aynı eğilimi gösteremedi. Seçimle iş başına gelen AKP lideri zamanla otoriter bir yönetimi benimser göründü.

Siyasi iktidarının gücünün farkında olan ve zamanla güç-iktidar sarhoşuna kapılan Tayyip Erdoğan muhalif kesimlerin sesini gerektiği kadar dinlemedi, önemsemedi. İktidar olduğu 10 yılda hem içerde devlet kurumlarında hem de dış politika ilkelerinde alışılmışın dışında ciddi değişimlere yöneldi. Bu değişim sürecinde de muhalif halk yığınları ile işbirliği yapma için hevesli görünmedi.  

AKP bakış açısına uygun olan bir nevi "Düşük yoğunlukta devrim” gerçekleştirildi.

İçerde;  AKP nin yüklendiği siyasi vizyona uygun olarak  “devlet sistemini değiştirme ve dönüştürme” çabalarında tavizsiz bir tutum sergilendi.  Bir nevi  “düşük yoğunlukta devrim” olarak ta ifade edilebilecek dönüşüm ve değişim gerçekleştirildi.

Devletin genleri ile oynandı ve kuruluş ilkeleri tartışmaya açıldı.

Başta eğitim, sağlık ve adalet sisteminde köklü değişikliklere gidildi. Laik sistemin ve Atatürkçü Düşüncenin yenilmez ve yıkılmaz bekçisi olarak görülen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) personeli arasında yargılamalar yapıldı. Birçok general ve subay tutuklandı ve adalet önünde, iddia makamının suçlamalarına karşı kendini savunma yapmaya mecbur edildi. Devlet kurumlarından Türkiye Cumhuriyeti (TC) nin kaldırılması muamması yaşandı. Atatürk'ün kurduğu ulus devlet tartışmaya açıldı.  Ulusal günlerin kutlanış tarzı değiştirildi. Bu şekilde Atatürk'ü itibarsızlaştırma veya  unutturulmaya çalışıldığı ileri sürüldü.
Toplumsal muhalefet yok denilen düzeye indi veya susturuldu. 

Tüm bu değişim ve dönüşüm; asgari %50 gibi bir seçmen kitlesinin suskunluğu içerisinde gerçekleştirildi. Demokrasilerde vazgeçilmez olan, toplumsal muhalefet yok denilen düzeye indi veya susturulmuştu. Muhalif çizgide olan sivil toplum kuruluşları, yazılı ve görsel medya asgari düzeye inmiş yok olmuştu. Birçok gazeteci işinden oldu veya TV programlarından uzaklaşmıştı.
Hükûmet uygulamalarından hoşnut olmayan kitlenin sokakta yaptığı gösteri ve eylemlere karşı, polis tahammülsüz davrandı. Daha öncelerinde öğrenci, şehit yakınları ve toplumun duyarlı kesimlerinin protesto gösterilerine polisin müdahale yöntemleri her türlü eleştiriye rağmen olanca hızla devam etti.
Aslında ülkemizde kim iktidarda olursa olsun,  muhalefete karşı bir hoşgörüsüzlük geleneği vardı. Ama, zaman eskisi gibi değildi. Küresel iletişim çağında, insan hak ve özgürlüklerine daha duyarlı olunan günümüz dünyasında,  AB adayı Türkiye'de AKP den daha hoşgörülü bir yaklaşım beklenmekteydi.
Başbakan Tayyip Erdoğan; Türk siyasal sistemini kökten değiştirmeye el attı. Başkanlık sistemine geçilmesini, Türk kamuoyunun gündemine soktu.

Yukarda kısaca açıklanan devletin değişimi ve dönüşümü ile yetinmeyen Başbakan Tayyip Erdoğan; Türk siyasal sistemini kökten değiştirmeye el attı. Başkanlık sistemine geçilmesini, Türk kamuoyunun gündemine soktu. Muhalif gruplarca "Sultan-Padişah" olma özlemi olarak eleştirilse de, gücünün zirvesinde olduğunun bilinciyle; halk oylamasıyla yeniden yazılan Anayasa’nın onaydan geçeceği ve bu suretle de “ ilk Türk Başkanı” olacağı, anayasal teminatlarla da yıllarca ülkemizde kan döken PKK terörünün de bitirileceği öngörülmekteydi.
Öte yandan her geçen gün;  kişi hak ve özgürlüklerine müdahale edildiği, laik yaşam tarzının tehlikeye düştüğü, Atatürk ve devrimlerine saldırı olduğunu düşünen ancak, “iktidar olma” imkanı yakın bir gelecekte ihtimal olmayan azınlık, AKP iktidarına ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a kızgın ve sevgi beslemeyen bir muhalefet göstermekteydi. Yapılan veya düşünülen yasal ve idari düzenlemelerde; muhalif grubun düşünce ve önerilerinin AKP iktidarı tarafından dikkate alınmadığı kanısı hakimdi.
Gezi Parkındaki düzenleme toplumsal muhalefet (ÇAPULCU)  fitilini ateşledi. 

İstanbul-Taksim meydanını yeniden düzenleme projesi kapsamında Gezi Parkındaki düzenleme fitili ateşledi. Ağaçların kesilmesini çevre duyarlılığı içerisinde önlemek amacıyla birkaç gencin başlattığı protesto polisin sert ve acımasız müdahalesi ile karşılık buldu. Başbakan Tayyip Erdoğan, orada masum demokratik hak arama ve gösteri yapan kitleyi “ÇAPULCU” olarak lanse etti. Oysa ki, KONDA' nın en son yaptığı araştırmada Gezi Parkı eylemine katılanların %45 üniversite mezunu, %15 Master ve daha üst düzeyde eğitim görmüş, çoğunluğu hiçbir partiye üye olmayan insanlar olduğu açıklanmıştı. 

Başbakan Tayyip Erdoğan Çapulculara meydan okudu.
Başbakan Tayyip Erdoğan; Fas dönüşünde İstanbul’da ve Ankara Havalimanı’nda halka seslendi. Başbakan daha önce %50 zor tutuyorum demişti. Kalabalığın; “Yol ver geçelim.. Taksim’i ezelim.”,“Azınlık şaşırma.. Sabrımızı taşırma..” sloganları barışı ve hoşgörüyü değil çatışma dilini ifade ediyordu. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı kısır, iç politika çekişmesine sürüklenmiş,  sert demeçler veren, diyalogdan uzak bir görünüm vermekteydi. Düzenlemeden vazgeçilmeyeceğini, Topçu Kışlasının yapılacağını, AKM ninde yıkılacağını ayrıca birde Cami  yapılacağını ilan ediyordu.
Başbakan hala büyük resmi görememiş gibiydi. Geniş halk kitlelerinin;  “istek ve duyarlılıklarının dikkate alınmadığı savıyla”  iktidarına karşı bir başkaldırıya yöneldiği, buna da Gezi Parkı gösterilerinde Polisin sert tutumunun ilham olduğu ve tüm Türkiye’ye yayıldığı gerçeğini göz ardı etmiş görünüyordu.
Taksim-Gezi Parkına karşı polisin sert müdahalesi, Başbakan Tayyip Erdoğan’nın aynı sertlikle çıkışı tüm dünyadan tepki çekti.  

Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere yabancı basın ve devlet adamları konuya ilişkin demeçler verdi. Göstericilerin demokratik taleplerine saygı gösterilmesi, polisin şiddet uygulamaması istendi. Örnek olması açısından bir kısım beyanları hatırlatmak gerekirse;
        Devlet Adamları beyanları;
Avrupa Parlamentosu; “İstanbul Gezi Parkı protestolarında polisin aşırı güç kullanmasını kınayan bir karar tasarını onayladı. Kararda, barışçıl protestoculara karşı sert yöntemlere başvurulmaması istendi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a birleştirici ve uzlaşmacı bir tavır sergileme çağrısı yapıldı. "Başbakan Erdoğan'ın uzlaşma yolunda adım atma, özür dileme ve tepkileri anlama konusundaki gönülsüzlüğünün üzüntüyle karşılandığı" belirtildi.
Birleşmiş Milletler Sözcüsü Martin Nesirsky; “Genel Sekreter Ban Ki-Moon’un Türkiye’deki protesto eylemlerinde gösteri ve ifade özgürlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğini yönündeki çağrısını duyurdu.”
Beyaz Saray sözcüsü Caitlin Hayden; “Türkiye’deki gelişmeleri kaygıyla izliyoruz. Çıkarlarımız ifade özgürlüğü ve barışçı gösteri düzenleme hakkı da dahil, toplanma özgürlüğüne destek olma yönündedir.”
Eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey; Türkiye'nin Gezi Parkı konusunda Avrupa'ya yaklaşımı eleştirerek şu ifadeleri kullandı: Türkiye'yi kastederek 'Tabi ki iç işlerinize karışırız'. “Türkiye'nin 'İç işlerimize nasıl karışma cüreti gösterirsiniz' şeklinde bir tavır koyuyor. Evet gösteririz çünkü siz bu topluluğun bir üyesisiniz. Kendinizi izole edemezsiniz, mürekkebinin silindiği 150-200 yıllık Viyana Kongresi'ni ortaya koyup, 'İç işlere karışmazsınız' diyemezsiniz. Türkiye de sürekli ABD hakkında konuşuyor, ve bu iyi bir şey. Memnuniyetle karşılıyoruz ama gelişmiş bir ekonomi ve demokratik bir ülke olmanın gereği bu ve büyük bir problem olmamalı. Oyunun kurallarına karşı durmak biraz endişe verici.”
Almanya Başbakanı Angela Merkel; “Ülkenin sorunları gençlerle masaya oturulup görüşülmeli ve protestoculara karşı şiddet uygulanmamalı. Gösteri yapma hakkı hukukla yönetilen bir ülkenin parçasıdır ve göstericilere hukuki yollarla müdahale edilmelidir. Umarım Türkiye de bunu yapar.”
Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle; “İstanbul'dan gelen görüntüler çok rahatsız edici. Türk hükümeti dünyaya yanlış bir mesaj gönderiyor', Başbakan'ın düşünce özgürlüğü ve miting yapma hakkına saygı duyması gerektiğini, Başbakan'ın Gezi Parkı'ndaki durumu Avrupa hukuku ve barışçıl diyalog yoluyla çözmesini umuyoruz”
Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius; “Türk hükümeti Gezi protestocularına karşı sertlik ve belki de çürüme (kendi kendine çözülme) kartını” oynuyor. Hükümeti diyalog kurmaya, tarafları da sükunet ve itidale davet ediyoruz. Avrupa’nın görmeyi arzu etmediği bir dizi uygulama olduğu da bir gerçek..”
          Avrupa basınında çıkan yorumlar;
Avusturya Der Kurier gazetesi yorumunda;Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın tutumuyla kaybeden taraf olduğunu yazıyor: “Türkiye Başbakanı bir Muammer Kaddafi veya Hüsnü Mübarek değil, ama Tayyip Erdoğan da Arap Baharı'ndan hiç ders çıkartmamış. Boğazların Hükümdar'ı - şimdi Taksim Meydanı'nda yaptığı gibi - demokrasi ve daha fazla katılım taleplerini ezip geçiyor. Elbette barışçıl protesto etmeyenler de var. Ancak çoğunluk barışçıl eylem yapıyor ve Erdoğan'ın sisteminden bıkmış durumdalar. Liberal ve laik güçlerin artık sabrı taştı. Özellikle gençler, sivil toplum ayaklanması deniyor. Erdoğan sert tepki vererek zaten şimdiden kaybetti. Taksim Meydanı'ndaki kavga nasıl sona ererse ersin, ‘Rambo' gibi davranan bir başbakan uluslararası camiada tecrit olacaktır.“
İngiliz Guardian gazetesi yorumunda; "Taksim hiçbir zaman Tahrir olmadı çünkü Türkiye bir diktatörlük değil. Kusurları olsa da, hukukun gücü erimiş olsa da, azınlıkların hakları ihlâl ediliyor olsa da, basın baskı altında ve yönlendirilmiş olsa da Türkiye bir demokrasi. Bir diğer önemli nokta ise, bu, Erdoğan'ın iddia ettiği gibi, Batı'nın bir komplosu da değil. Geçen hafta bir Türk yorumcuya, yaşananlar karşısında Avrupalı liderlerin ne yapması gerektiğini sordum. Bana 'Hiçbir şey. Bunu Türklere bıraksınlar" dedi. O zaman ona hak vermiştim. Ama artık böyle düşünmüyorum. Halkına bu zorbalığı yapan Erdoğan'a karşı Avrupalı liderler seslerini yükseltmeli."
Danimarka Jylands-Posten gazetesi; "Erdoğan'ın zamanı daralıyor. Huzursuzluklar bir Türk Baharı'nın alameti mi? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Mısır'ın devrik Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'le aynı kaderi mi paylaşacak? Şu an durum öyle görünmüyor ama iş bu aşamaya gelebilir. Erdoğan artık güvenilir bir politikacı değil, halkı giderek ondan daha fazla korkuyor. Demokrasiyi, insan haklarını ve düşünce özgürlüğünü değil, tam tersine otoriter bir yönetim tarzını savunuyor. Erdoğan'ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bütün ulusa İslamcı-muhafazakâr değerleri yerleştirmeye çalıştığı endişesi mevcut. Erdoğan ve partisi şimdi neler olup bittiğini anlamıyorlarsa, o zaman Türkiye'nin ve bizzat Erdoğan'ın ciddi bir sorunu var demektir. Erdoğan'ın verdiği sözleri tutarak halkla  işbirliği içinde çalışmasının tam zamanı."
İngiliz Financial Times'ın yorumunda; “Erdoğan, bir cumhuriyetin başbakanı. Oylarını arttırarak üç seçim kazandı. Eğer kendisini Tanrı'nın Türkiye'ye ve Müslümanlara bir lütfu olarak görüyorsa, bu yine de onu Hüsnü Mübarek ya da Çin'in Komünist liderleri gibi bir siyasetçi yapmaz. 10 yılın ardından Erdoğan'ın iktidar sarhoşluğunda olduğunu yazan David Gardner, Erdoğan kendisini Atatürk'le bir tutuyor. Atatürk muhteşem bir komutandı. Erdoğan ise, artık son savaşını veren bir komutana benziyor. Taraftarlarına, 'büyük resmi görme' çağrısı yapıyor, ama asıl kendisi hikayenin ana fikrini kaçırmış durumda."
BBC'nin İstanbul muhabiri Mark Lowen; “Başbakan Erdoğan'ın 'daha fazla hoşgörü göstermeyeceğim' uyarısının ardından polisle göstericiler arasında çatışmanın yeniden başladığını dile getirdi. Yazar, 'Türkiye, derin bir krizin içinde, gideceği yol konusunda kararsız, nüfusun büyük bir bölümünün yabancılaştırıldı ve bu kalabalığın biber gazıyla yıldırılamayacağı belli oldu diye yazdı. BBC muhabiri, 'dünyanın en kilit Müslüman demokrasilerinden  biri tehlikeli sularda.”
Alman Berliner Zeitung; "Erdoğan sayesinde Türkiye'yi Müslüman bir Asya ülkesi olarak gören ve bu nedenle Avrupa'ya uygun olmadığını düşünen ve ona "imtiyazlı ortaklık" teklif eden ülkemiz politikacılarına destek artıyor. Ancak Ankara'daki sultana karşı gelen sivil toplum ise onları yalanlar nitelikte. Yaşanan bu iki haftanın ardından Türkiye artık o eski Türkiye değil."
Lübnan’da yayımlanan Daily Star gazetesi; “Türkiye’deki gösteriler, Arap İslamcıları tedirgin ediyor” başlığını kullandığı Kahire mahreçli haberinde analistlere dayanarak “Türk kentilerini sallayan laik yanlısı gösteriler, Arap dünyasında dalgalamalar yarattı ve Türkiye’yi siyasi İslam’ın başarılı bir modeli olarak öven İslamcı liderleri tedirgin ediyor.”
Çapulcu hareketi sonunda Başta Tayyip ERDOĞAN olmak üzere bir başarı öyküsü olan AKP, ciddi ve azımsanamayacak bir yara almış,  Başbakan Tayyip Erdoğan'nın imajı zedelenmiş, "Ok Yaydan Çıkmıştır."

Avrupa ve Dünya  Medyası olaylara yakın  ilgi göstermiş Tayyip Erdoğan’ı halkıyla barışık olmayan, iletişime kapalı, gösteri yapma gibi demokratik tepkisini polisiye tedbirlerle susturan bir dikta rejimine benzetir eleştiriler getirilmiş ve devlet yetkilileri de sanki 3 ncü dünya ülkesiymişiz gibi Türkiye’nin iç işlerine müdahale eder tarzda çağrıda bulunmuşlardır.

Bir AKP' li Durumu Özetledi.


AK Parti İzmir eski İl Başkanı Ömür Kabak, bir internet sitesindeki köşesinden, "Sayın Başbakanım siz bu milletin babası veya ahlak öğretmeni değilsiniz. Başbakan olarak tüm yasal hak ve yetkileri sonuna kadar kullanmanız hakkınız ve göreviniz, ama halka kendi dini ve ahlaki değerlerinizi dikte etmeyiniz. İçki örneğiyle söylersem, içkinin dinimizce haram olduğunu, sarhoşluğun toplum ahlakında hoş karşılanmadığını, alkolün sağlığımızı tehdit ettiğini herkes biliyor. Buna rağmen insanlar içebiliyor. Sizin içkiyi yok etme göreviniz bulunmuyor. Yüce Allah isteseydi kim içebilirdi ki?"  gelinen durumu özetlemiştir.

Sonuç;

Göstericiler (Çapulcular) amacına ulaşmış, muhalif grup sesini duyurmuş, iktidar sarhoşu olduğu izlenimi veren Tayyip Erdoğan’nın iktidarı sorgulanır, saygınlığı tartışılır hale gelmiştir. Türk gençleri demokratik geleneklerin yerleşmesi açısından başarılı bir sınav vermiş,  kişi hak ve özgürlüklerine sahip çıkmış, öte yandan art niyetlilere ve  terör örgütlerinin kışkırtmalarına pirim vermemiştir.
Her zaman olduğu gibi, tarih tekerrür etmiş;  “Sonunda meydan kazanmıştır..!

Hiç yorum yok: