Başbakan
Tayyip ERDOĞAN her seçimde galip geldi ve oy oranını artırdı.
Lider
özelliği, halkın nabzını tutma ve taraftarlarının beklentilerine cevap veren hükûmet
etme becerisi Tayyip Erdoğan’ın popülaritesini korudu. En son seçimde %50 oy
oranıyla iktidarını tartışmasız güçlendirdi. AKP, iktidarı süresinde Türkiye’de
azımsanamayacak gelişmelere imza atıldı. Siyasi istikrar sağlayan Türkiye, en
nihayetinde dünyanın 17 nci büyük ekonomisi oldu. Ancak, hızla büyüyen Türkiye
demokratikleşmede aynı eğilimi gösteremedi. Seçimle iş başına gelen AKP lideri
zamanla otoriter bir yönetimi benimser göründü.
Siyasi
iktidarının gücünün farkında olan ve zamanla güç-iktidar sarhoşuna kapılan
Tayyip Erdoğan muhalif kesimlerin sesini gerektiği kadar dinlemedi,
önemsemedi. İktidar olduğu 10 yılda hem içerde devlet kurumlarında hem de dış
politika ilkelerinde alışılmışın dışında ciddi değişimlere yöneldi. Bu değişim
sürecinde de muhalif halk yığınları ile işbirliği yapma için hevesli görünmedi.
AKP bakış açısına uygun olan bir nevi "Düşük yoğunlukta devrim” gerçekleştirildi.
İçerde; AKP nin yüklendiği siyasi vizyona uygun
olarak “devlet sistemini değiştirme ve
dönüştürme” çabalarında tavizsiz bir tutum sergilendi. Bir nevi
“düşük yoğunlukta devrim” olarak ta ifade edilebilecek dönüşüm ve
değişim gerçekleştirildi.
Devletin genleri ile oynandı ve kuruluş ilkeleri tartışmaya açıldı.
Başta
eğitim, sağlık ve adalet sisteminde köklü değişikliklere gidildi. Laik sistemin
ve Atatürkçü Düşüncenin yenilmez ve yıkılmaz bekçisi olarak görülen Türk
Silahlı Kuvvetleri (TSK) personeli arasında yargılamalar yapıldı. Birçok general ve subay tutuklandı ve
adalet önünde, iddia makamının suçlamalarına karşı kendini savunma yapmaya
mecbur edildi. Devlet
kurumlarından Türkiye Cumhuriyeti (TC) nin kaldırılması muamması yaşandı. Atatürk'ün kurduğu ulus devlet tartışmaya açıldı. Ulusal günlerin kutlanış tarzı değiştirildi. Bu şekilde Atatürk'ü itibarsızlaştırma veya unutturulmaya çalışıldığı ileri sürüldü.
Toplumsal muhalefet yok denilen düzeye indi veya susturuldu.
Tüm
bu değişim ve dönüşüm; asgari %50 gibi bir seçmen kitlesinin suskunluğu
içerisinde gerçekleştirildi. Demokrasilerde vazgeçilmez olan, toplumsal
muhalefet yok denilen düzeye indi veya susturulmuştu. Muhalif çizgide olan
sivil toplum kuruluşları, yazılı ve görsel medya asgari düzeye inmiş yok
olmuştu. Birçok gazeteci işinden oldu veya TV programlarından uzaklaşmıştı.
Hükûmet
uygulamalarından hoşnut olmayan kitlenin sokakta yaptığı gösteri ve eylemlere
karşı, polis tahammülsüz davrandı. Daha öncelerinde öğrenci, şehit yakınları ve toplumun duyarlı
kesimlerinin protesto gösterilerine polisin müdahale yöntemleri her türlü
eleştiriye rağmen olanca hızla devam etti.
Aslında
ülkemizde kim iktidarda olursa olsun, muhalefete
karşı bir hoşgörüsüzlük geleneği vardı. Ama, zaman eskisi gibi değildi. Küresel
iletişim çağında, insan hak ve özgürlüklerine daha duyarlı olunan günümüz
dünyasında, AB adayı Türkiye'de AKP den
daha hoşgörülü bir yaklaşım beklenmekteydi.
Başbakan Tayyip Erdoğan; Türk siyasal sistemini kökten değiştirmeye el attı. Başkanlık sistemine geçilmesini, Türk kamuoyunun gündemine soktu.
Yukarda
kısaca açıklanan devletin değişimi ve dönüşümü ile yetinmeyen Başbakan Tayyip
Erdoğan; Türk siyasal sistemini kökten değiştirmeye el attı. Başkanlık
sistemine geçilmesini, Türk kamuoyunun gündemine soktu. Muhalif gruplarca
"Sultan-Padişah" olma özlemi olarak eleştirilse de, gücünün
zirvesinde olduğunun bilinciyle; halk oylamasıyla yeniden yazılan Anayasa’nın
onaydan geçeceği ve bu suretle de “ ilk Türk Başkanı” olacağı, anayasal
teminatlarla da yıllarca ülkemizde kan döken PKK terörünün de bitirileceği öngörülmekteydi.
Öte
yandan her geçen gün; kişi hak ve
özgürlüklerine müdahale edildiği, laik yaşam tarzının tehlikeye düştüğü,
Atatürk ve devrimlerine saldırı olduğunu düşünen ancak, “iktidar olma” imkanı
yakın bir gelecekte ihtimal olmayan azınlık, AKP iktidarına ve
Başbakan Tayyip Erdoğan’a kızgın ve sevgi beslemeyen bir muhalefet
göstermekteydi. Yapılan veya düşünülen yasal ve idari düzenlemelerde; muhalif
grubun düşünce ve önerilerinin AKP iktidarı tarafından dikkate alınmadığı
kanısı hakimdi.
Gezi Parkındaki düzenleme toplumsal muhalefet (ÇAPULCU) fitilini ateşledi.
İstanbul-Taksim
meydanını yeniden düzenleme projesi kapsamında Gezi Parkındaki düzenleme fitili ateşledi. Ağaçların
kesilmesini çevre duyarlılığı içerisinde önlemek amacıyla birkaç gencin
başlattığı protesto polisin
sert ve acımasız müdahalesi ile karşılık buldu. Başbakan Tayyip Erdoğan, orada masum demokratik
hak arama ve gösteri yapan kitleyi “ÇAPULCU” olarak lanse etti. Oysa ki, KONDA'
nın en son yaptığı araştırmada Gezi Parkı eylemine katılanların %45 üniversite
mezunu, %15 Master ve daha üst düzeyde eğitim görmüş, çoğunluğu hiçbir partiye
üye olmayan insanlar olduğu açıklanmıştı.
Başbakan Tayyip Erdoğan Çapulculara meydan okudu.
Başbakan
Tayyip Erdoğan; Fas dönüşünde İstanbul’da ve Ankara Havalimanı’nda halka
seslendi. Başbakan daha önce %50 zor tutuyorum demişti. Kalabalığın; “Yol
ver geçelim.. Taksim’i ezelim.”,“Azınlık şaşırma.. Sabrımızı taşırma..” sloganları
barışı ve hoşgörüyü değil çatışma dilini ifade ediyordu. Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı kısır, iç politika çekişmesine sürüklenmiş, sert demeçler veren, diyalogdan uzak bir
görünüm vermekteydi. Düzenlemeden vazgeçilmeyeceğini, Topçu Kışlasının yapılacağını, AKM ninde yıkılacağını ayrıca birde Cami yapılacağını ilan ediyordu.
Başbakan
hala büyük resmi görememiş gibiydi. Geniş halk kitlelerinin; “istek ve duyarlılıklarının dikkate
alınmadığı savıyla” iktidarına karşı bir
başkaldırıya yöneldiği, buna da Gezi Parkı gösterilerinde Polisin sert tutumunun ilham olduğu ve tüm
Türkiye’ye yayıldığı gerçeğini göz ardı etmiş görünüyordu.
Taksim-Gezi
Parkına karşı polisin sert müdahalesi, Başbakan Tayyip Erdoğan’nın aynı
sertlikle çıkışı tüm dünyadan tepki çekti.
Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere yabancı basın ve devlet adamları konuya ilişkin
demeçler verdi. Göstericilerin demokratik taleplerine saygı gösterilmesi, polisin şiddet uygulamaması istendi. Örnek olması açısından bir kısım beyanları hatırlatmak
gerekirse;
Devlet Adamları beyanları;
Avrupa Parlamentosu; “İstanbul
Gezi Parkı protestolarında polisin aşırı güç kullanmasını kınayan bir karar
tasarını onayladı. Kararda, barışçıl protestoculara karşı sert yöntemlere
başvurulmaması istendi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a birleştirici ve
uzlaşmacı bir tavır sergileme çağrısı yapıldı. "Başbakan Erdoğan'ın
uzlaşma yolunda adım atma, özür dileme ve tepkileri anlama konusundaki
gönülsüzlüğünün üzüntüyle karşılandığı" belirtildi.
Birleşmiş Milletler
Sözcüsü Martin Nesirsky;
“Genel Sekreter Ban Ki-Moon’un
Türkiye’deki protesto eylemlerinde gösteri ve ifade özgürlüğüne saygı
gösterilmesi gerektiğini yönündeki çağrısını duyurdu.”
Beyaz Saray sözcüsü
Caitlin Hayden; “Türkiye’deki gelişmeleri kaygıyla
izliyoruz. Çıkarlarımız ifade özgürlüğü ve barışçı gösteri düzenleme hakkı da
dahil, toplanma özgürlüğüne destek olma yönündedir.”
Eski Ankara Büyükelçisi
James Jeffrey; Türkiye'nin Gezi Parkı konusunda Avrupa'ya
yaklaşımı eleştirerek şu ifadeleri kullandı: Türkiye'yi kastederek 'Tabi ki iç işlerinize karışırız'. “Türkiye'nin
'İç işlerimize nasıl karışma cüreti gösterirsiniz' şeklinde bir tavır koyuyor.
Evet gösteririz çünkü siz bu topluluğun bir üyesisiniz. Kendinizi izole
edemezsiniz, mürekkebinin silindiği 150-200 yıllık Viyana Kongresi'ni ortaya
koyup, 'İç işlere karışmazsınız' diyemezsiniz. Türkiye de sürekli ABD hakkında
konuşuyor, ve bu iyi bir şey. Memnuniyetle karşılıyoruz ama gelişmiş bir
ekonomi ve demokratik bir ülke olmanın gereği bu ve büyük bir problem olmamalı.
Oyunun kurallarına karşı durmak biraz endişe verici.”
Almanya Başbakanı Angela
Merkel; “Ülkenin sorunları gençlerle masaya oturulup
görüşülmeli ve protestoculara karşı şiddet uygulanmamalı. Gösteri yapma hakkı
hukukla yönetilen bir ülkenin parçasıdır ve göstericilere hukuki yollarla
müdahale edilmelidir. Umarım Türkiye de bunu yapar.”
Almanya Dışişleri Bakanı
Guido Westerwelle; “İstanbul'dan gelen görüntüler çok rahatsız
edici. Türk hükümeti dünyaya yanlış bir mesaj gönderiyor', Başbakan'ın düşünce
özgürlüğü ve miting yapma hakkına saygı duyması gerektiğini, Başbakan'ın Gezi
Parkı'ndaki durumu Avrupa hukuku ve barışçıl diyalog yoluyla çözmesini
umuyoruz”
Fransa Dışişleri Bakanı
Laurent Fabius; “Türk hükümeti Gezi protestocularına karşı
sertlik ve belki de çürüme (kendi kendine çözülme) kartını” oynuyor. Hükümeti
diyalog kurmaya, tarafları da sükunet ve itidale davet ediyoruz. Avrupa’nın
görmeyi arzu etmediği bir dizi uygulama olduğu da bir gerçek..”
Avrupa
basınında çıkan yorumlar;
Avusturya Der Kurier
gazetesi yorumunda; “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın tutumuyla
kaybeden taraf olduğunu yazıyor: “Türkiye Başbakanı bir Muammer Kaddafi veya
Hüsnü Mübarek değil, ama Tayyip Erdoğan da Arap Baharı'ndan hiç ders
çıkartmamış. Boğazların Hükümdar'ı - şimdi Taksim Meydanı'nda yaptığı gibi -
demokrasi ve daha fazla katılım taleplerini ezip geçiyor. Elbette barışçıl protesto
etmeyenler de var. Ancak çoğunluk barışçıl eylem yapıyor ve Erdoğan'ın
sisteminden bıkmış durumdalar. Liberal ve laik güçlerin artık sabrı taştı.
Özellikle gençler, sivil toplum ayaklanması deniyor. Erdoğan sert tepki vererek
zaten şimdiden kaybetti. Taksim Meydanı'ndaki kavga nasıl sona ererse ersin,
‘Rambo' gibi davranan bir başbakan uluslararası camiada tecrit olacaktır.“
İngiliz Guardian gazetesi
yorumunda; "Taksim hiçbir zaman Tahrir olmadı
çünkü Türkiye bir diktatörlük değil. Kusurları olsa da, hukukun gücü erimiş
olsa da, azınlıkların hakları ihlâl ediliyor olsa da, basın baskı altında ve
yönlendirilmiş olsa da Türkiye bir demokrasi. Bir diğer önemli nokta ise, bu,
Erdoğan'ın iddia ettiği gibi, Batı'nın bir komplosu da değil. Geçen hafta bir Türk
yorumcuya, yaşananlar karşısında Avrupalı liderlerin ne yapması gerektiğini
sordum. Bana 'Hiçbir şey. Bunu Türklere bıraksınlar" dedi. O zaman ona hak
vermiştim. Ama artık böyle düşünmüyorum. Halkına bu zorbalığı yapan Erdoğan'a
karşı Avrupalı liderler seslerini yükseltmeli."
Danimarka Jylands-Posten
gazetesi; "Erdoğan'ın zamanı daralıyor.
Huzursuzluklar bir Türk Baharı'nın alameti mi? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
Mısır'ın devrik Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'le aynı kaderi mi paylaşacak? Şu
an durum öyle görünmüyor ama iş bu aşamaya gelebilir. Erdoğan artık güvenilir
bir politikacı değil, halkı giderek ondan daha fazla korkuyor. Demokrasiyi,
insan haklarını ve düşünce özgürlüğünü değil, tam tersine otoriter bir yönetim
tarzını savunuyor. Erdoğan'ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bütün ulusa
İslamcı-muhafazakâr değerleri yerleştirmeye çalıştığı endişesi mevcut. Erdoğan
ve partisi şimdi neler olup bittiğini anlamıyorlarsa, o zaman Türkiye'nin ve
bizzat Erdoğan'ın ciddi bir sorunu var demektir. Erdoğan'ın verdiği sözleri
tutarak halkla işbirliği içinde
çalışmasının tam zamanı."
İngiliz Financial Times'ın
yorumunda; “Erdoğan, bir cumhuriyetin başbakanı.
Oylarını arttırarak üç seçim kazandı. Eğer kendisini Tanrı'nın Türkiye'ye ve
Müslümanlara bir lütfu olarak görüyorsa, bu yine de onu Hüsnü Mübarek ya da
Çin'in Komünist liderleri gibi bir siyasetçi yapmaz. 10 yılın ardından
Erdoğan'ın iktidar sarhoşluğunda olduğunu yazan David Gardner, Erdoğan
kendisini Atatürk'le bir tutuyor. Atatürk muhteşem bir komutandı. Erdoğan ise,
artık son savaşını veren bir komutana benziyor. Taraftarlarına, 'büyük resmi
görme' çağrısı yapıyor, ama asıl kendisi hikayenin ana fikrini kaçırmış
durumda."
BBC'nin İstanbul muhabiri
Mark Lowen; “Başbakan Erdoğan'ın 'daha fazla hoşgörü
göstermeyeceğim' uyarısının ardından polisle göstericiler arasında çatışmanın
yeniden başladığını dile getirdi. Yazar, 'Türkiye, derin bir krizin içinde,
gideceği yol konusunda kararsız, nüfusun büyük bir bölümünün yabancılaştırıldı
ve bu kalabalığın biber gazıyla yıldırılamayacağı belli oldu diye yazdı. BBC
muhabiri, 'dünyanın en kilit Müslüman demokrasilerinden biri tehlikeli sularda.”
Alman Berliner Zeitung;
"Erdoğan sayesinde Türkiye'yi Müslüman bir Asya ülkesi olarak gören ve bu
nedenle Avrupa'ya uygun olmadığını düşünen ve ona "imtiyazlı
ortaklık" teklif eden ülkemiz politikacılarına destek artıyor. Ancak
Ankara'daki sultana karşı gelen sivil toplum ise onları yalanlar nitelikte.
Yaşanan bu iki haftanın ardından Türkiye artık o eski Türkiye değil."
Lübnan’da yayımlanan Daily
Star gazetesi; “Türkiye’deki gösteriler, Arap İslamcıları
tedirgin ediyor” başlığını kullandığı Kahire mahreçli haberinde analistlere
dayanarak “Türk kentilerini sallayan laik yanlısı gösteriler, Arap dünyasında
dalgalamalar yarattı ve Türkiye’yi siyasi İslam’ın başarılı bir modeli olarak
öven İslamcı liderleri tedirgin ediyor.”
Çapulcu hareketi sonunda Başta Tayyip ERDOĞAN olmak üzere bir başarı öyküsü olan AKP, ciddi ve
azımsanamayacak bir yara almış, Başbakan
Tayyip Erdoğan'nın imajı zedelenmiş, "Ok
Yaydan Çıkmıştır."
Avrupa
ve Dünya Medyası olaylara yakın ilgi göstermiş Tayyip Erdoğan’ı halkıyla barışık olmayan, iletişime kapalı, gösteri yapma gibi demokratik tepkisini polisiye tedbirlerle susturan bir dikta rejimine
benzetir eleştiriler getirilmiş ve devlet yetkilileri de sanki 3 ncü dünya ülkesiymişiz gibi Türkiye’nin iç
işlerine müdahale eder tarzda çağrıda bulunmuşlardır.
Bir AKP' li Durumu Özetledi.
AK
Parti İzmir eski İl Başkanı Ömür Kabak, bir internet sitesindeki köşesinden, "Sayın Başbakanım siz bu milletin
babası veya ahlak öğretmeni değilsiniz. Başbakan olarak tüm yasal hak ve
yetkileri sonuna kadar kullanmanız hakkınız ve göreviniz, ama halka kendi dini
ve ahlaki değerlerinizi dikte etmeyiniz. İçki örneğiyle söylersem, içkinin
dinimizce haram olduğunu, sarhoşluğun toplum ahlakında hoş karşılanmadığını,
alkolün sağlığımızı tehdit ettiğini herkes biliyor. Buna rağmen insanlar
içebiliyor. Sizin içkiyi yok etme göreviniz bulunmuyor. Yüce Allah isteseydi
kim içebilirdi ki?" gelinen
durumu özetlemiştir.
Sonuç;
Göstericiler (Çapulcular) amacına ulaşmış, muhalif grup
sesini duyurmuş, iktidar sarhoşu olduğu izlenimi veren Tayyip Erdoğan’nın
iktidarı sorgulanır, saygınlığı tartışılır hale gelmiştir. Türk gençleri demokratik geleneklerin yerleşmesi açısından başarılı bir sınav vermiş, kişi hak ve özgürlüklerine sahip çıkmış, öte yandan art niyetlilere ve terör örgütlerinin kışkırtmalarına pirim vermemiştir.
Her
zaman olduğu gibi, tarih tekerrür etmiş; “Sonunda meydan kazanmıştır..!”