Üniter, milli devlet sistemi var olduğu sürece; etnik bölücülerin, siyasal İslamcılarla işbirliği içerisinde, Atatürk ve O’nun miras bıraktığı devlet sistemiyle mücadelesi kaçınılmaz devam edecektir.
Komünist kuramcılardan Lenin “Üretim
araçlarında özel mülkiyet düzeni var olduğu sürece, bu ekonomik temel üzerinde,
emperyalist savaşlar, mutlak biçimde kaçınılmaz olacaktır.” şeklinde mülkiyetin ideolojik mücadele
sistemlerindeki belirleyiciliğine dikkat çekmiştir.
Bu kuramı ülkemiz şartlarında farklı
bir şekilde uyarlamak mümkündür: “Büyük Atatürk’ün kurduğu üniter, milli devlet
sistemi var olduğu sürece; emperyalist güçlerin desteğiyle; etnik bölücülerin,
siyasal İslamcılarla işbirliği içerisinde, Atatürk ve O’nun miras bıraktığı
devlet sistemiyle mücadelesi kaçınılmaz devam edecektir.”
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş sürecinde ve devamında iki grupla kıyasıya mücadele edilerek kurulmuştur.
Yukarıda öngörü olarak ifade edilen
fikir, günümüz şartları içerisinde oluşan bir olgu değildir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş süresi ve devamında emperyalist dış güçlerin
desteklediği bu iki grupla kıyasıya mücadele edilmiştir.
Genç Türk devletine
meydan okuyan;
-
Eskiye özlemi çağrıştıran irticai, gerici akımlar ve,
-
Kürt bölücülüğü olmuştur.
“Üniter, Milli Devlet’e” muhalif olan gruplar
ve yandaşları, Mustafa Kemal ATATÜRK döneminde ciddi, kalıcı ve kesin bir
yenilgiye uğratılmıştır. Bu grupların yenilgiye uğramalarındaki etkenlerin
başında; Büyük ATATÜRK ve arkadaşlarının üstün devlet adamı özellikleridir. Diğer
önemli bir neden bu muhaliflerin arkalarında yeterli “halk desteği
olmayışıdır.” Bununla birlikte emperyalistlerden arzu ettikleri dış yardımı
alamamış” olmaları da ayrı bir etkendir.
NATO sayesinde ülkemizdeki iç dinamiklerin kontrolü dış güçlerin özellikle ABD’nin eline geçmiştir.
2 nci Dünya Savaşına kadar ülkemizde
iç istikrarı bozucu ciddi olaylar olmamıştır. 2 nci Dünya Savaşı sonrasında,
Rusya’nın ülkemiz üzerindeki baskısı ve Boğazlarda üs talep etmesinin de
etkisiyle Türkiye NATO’ya girmiştir. NATO üyeliği “ülkemizin bağımsızlığından”
da ödün verildiği yeni bir dönemi açmıştır. NATO sayesinde ülkemizdeki iç
dinamiklerin kontrolü dış güçlerin özellikle ABD’nin eline geçmiştir.
Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu
dünya düzeninde “Üniter Milli Devlet” ciddi bir saldırı ile karşılaşmamıştır.
Egemen güçler, mevcut statükonun devamının kendi güvenliği ve çıkarları
açısından uygun görmüşlerdir. Ancak “gerici dini gruplar, mezhepsel
farklılıklar ve ayrılıkçı kürt bölücüler” gibi gruplar kargaşa ortamı
yaratılması için istismar edilebilecek unsurlar olarak değerlendirilmiştir.
Nitekim 1970 li yıllardan itibaren
Ortadoğu’da ABD-Rusya mücadelesi Türkiye’yi yeni sorunlarla karşı karşıya
bırakmıştır. ABD, komünist yayılmaya karşı “Yeşil Kuşak” olarak adlandırdığı
strateji çerçevesinde ülkemizdeki dini gruplara destek olmuştur. Diğer yandan
Türk devlet adamlarının öngörüsüzlüğüyle Türkiye; “Ortadoğu batağına çekilmiş,
komşu ve islam ülkeleri ile arasını bozacak, ulusal güvenliğini tehdit edecek
politik tercihlere yönelmiştir.”
Bu süreçte Türkiye;
“İran-Suriye-Rusya” ittifakına karşı “ABD-İsrail-Türkiye” işbirliğinde yer
almıştır. Rusya, Türkiye’nin cezalandırılması için düşmanca tavırlara
girmiştir. Bu çerçevede “ayrılıkçı kürt”
kartını ileri sürmüş “Kürdistan İşçi Partisi-PKK” kurulmasında etkin rol
oynamıştır. Rusya müttefiki olan Suriye’de, PKK’lı militanlarının barınma,
üslenme ve eğitilmesini sağlanmıştır. Türkiye karşıtı cepheye daha sonra
İran’da katılmış, PKK’ya topraklarını açmıştır.
Küresel rekabetin devam ettiği
dönemde; PKK her ne kadar Rusya desteği ile kurulan bir örgüt olsa da, NATO
üyesi ülkelerinde PKK’lı teröristlere kucak açmış ve her türlü desteği sonuna
kadar vermişlerdir.
Türkiye, bir yerde;
müttefiki olan NATO ülkelerinin desteğini alan Kürt ayrılıkçıları ile
mücadeleye girmiştir. Bu dönemde, Batıya ciddi bir ikaz, uyarı ve itiraz
yapılamamıştır. Bir çok NATO ülkesi toprakları PKK teröristlerin cirit attığı
bir üs bölgesi haline gelmiştir.
Diğer yandan PKK terör örgütü ile
birincil mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), eskiden beri rticai,
gerici dini akımları da, Cumhuriyete bir tehdit görmüştür. Devlet sistemi de bu
zihniyetle bürokratik mücadeleyi devam
ettirmiştir.
İki kutuplu dünya sisteminde
Rusya’nın oyun dışı kaldığı süreçte; ABD, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek adına
harekete geçmiştir. ABD’nin Irak’a müdahale sürecinde ABD politikasına TSK’dan
alışılmadık şekilde, önemli itirazlar gelmiştir.
TSK sözcülerinin;
- NATO’yu eleştiren görüşlerle öne
çıkması,
- NATO’ya bir alternatif olabilecek
"Şangay birliği" ile Türkiye-Rusya-İran-Çin ekseninde işbirliğinin
öneminin dillendirilmesi,
-
ABD’ nin Ortadoğu’daki düzenlemelerine karşı çıkması,
gibi nedenlerle TSK, ABD ve diğer Batılı ülkelerin dikkatini
çekmiştir. Uzun vadede bölgesel çıkarlarının tehlikeye düşeceği kaygısıyla ABD
harekete geçmiş ve ABD nin yeni hedefi Türk Ordusu olmuştur. ABD, öncelikle; en
büyük engel olarak görünen “TSK’nın tasfiye edilmesini hedeflemiştir”. Bunun
için demokratik usul ve yöntemlerin kullanılması ilke olarak benimsenmiştir.
Diğer yandan “Müslüman dünyaya
pro-tip olacak, örnek gösterilebilecek “siyasal islami” bir iktidar sunulması
gayesi de güdülmüştür.” Ezelden beri TSK
düşmanlığı olan birçok politik grup kullanılmış, aralarında sorunlar olmasına
rağmen bu gruplar “TSK ve Uniter Milli Devlet düşmanlığı” içinde
birleşmişlerdir.
Aynı şekilde TSK aleyhinde kamuoyu oluşturmak için
medya-basın bir araç olarak
kullanılmıştır.
Karşıt gruplar;
- Siyasal İslami gruplar,
- Cemaat türü dini yapılar,
- PKK, Kürt ayrılıkçı örgütler
olmuştur.
Siyasi atmasfer değiştirilmiş ve AKP İktidar olmuştur.
Ülkemizde; egemen güçlerin örtülü ve
gizli desteğiyle siyasi atmosfer değiştirilmiştir. Oluşturulan olumlu hava
sonucunda ilk kez dini argümanı politik bir misyon olarak üstlendiğini deklare
eden AKP iktidara gelmiştir. ABD destekli AKP, iktidarını pekiştirdiği süreçle
birlikte ittifak ettiği ve iktidarını paylaştığı İslami gruplarla işbirliği
içerisinde “Devleti yeniden şekillendirme” içine girmiştir. Bir nevi sessiz
devrim yapılmıştır. Daha önce akla bile gelmeyen birçok şey kökten değişmiştir.
Laik, Üniter, Milli Devlet’i hedefi alan Cumhuriyetin ve devletin genleri ile
oynanmıştır.
Tabiki asıl hedef olan TSK’nın
tasfiyesi de bu süreçte tamamlanmıştır. TSK’nın devre dışı bırakılmasıyla
birlikte; “Atatürk, TC, Üniter Milli Devlet, İrtica, Türk Milleti, PKK vb.” tartışmaya açılmıştır.
Gücünü cemaatla paylaşan AKP, ülkeye itibar kaybettirmiştir.
Geçmişin hıncını alma sevdasıyla cemaat başta olmak üzere bazı güçlerle
hareket ettiği gözlenen siyasi iktidar,
gücünü bu gruplarla paylaşmıştır.
Diğer yandan AKP'nin küresel, bölgesel sorunlara odaklı ve etkin dış politika sürdürüldüğü yaygın olarak
söylensede, sürdürülen dış politika
içinden çıkılmaz hal almış, Dış politikadaki
her önemli adım Türkiye aleyhine dönen bir kuşatmaya dönmüştür. Modern
Dünya'da Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının Suriye’de; Kökten dinci örgütlere
destek oldukları iddiaları ile Uluslararası Mahkemede yargılanması talep
edilmeye başlanmıştır. Devlet kurumları arpalık haline getirilmiş, yandaş
zihniyete peşkeş çekilen, kadrolaşılan alanlar haline dönüşmüştür. Türkiye
Cumhuriyeti hızla itibar kaybetmiş,
saygınlığı sorgulanan bir ülke haline gelmiştir.
ABD gözetiminde AKP-PKK görüşmelerinin başlatılmıştır.
Öte yandan; ABD gözetiminde; AKP-PKK
görüşmeleri basına yansımıştır. AKP, kendinde aslında var olmayan özgüvenle PKK
terörünü bitirip, ülkede barışı egemen kılacağını ilan etmiştir. PKK’nın, dış
bağlantılarından ziyade, “sanki ülke içerisindeki dinamiklerin, sorunların bir
sonucu olduğu iddiası” ile kendisinden önceki siyasal iktidarların ve askeri
vesayetin, PKK terörünün bitirilmesinde engel olunduğu yaygarası yayılmıştır.
Birçok siyasi kişilik, bürokrat PKK örgütüne şirin görünme yarışına girmiştir.
Aslında yapılanlara bakıldığında
“Çözüm” olarak AKP’nin yapmaya çalıştığı; PKK’nın dolayısıyla Terörist Abdullah
Öcalan’ın isteklerinin kabul edilmesinden başka bir şey değildir.
AKP eliyle sonuçlandırılmak istenen sözde "Çözüm Süreci" istekleri
- Uniter Milli Devletin dağıtılmas,
- Anayasa’nın değiştirilmesi,
- Anayasada Kürtlerin ayrı bir halk
olarak tanınması,
- Anayasada Kürtçenin eğitim dili
olarak serbest bırakılması,
- Anayasada İdari yapıda federasyon
benzeri siyasi ve ekonomik bir “ Özerk” ayrı bir yapının oluşturulması,
- Köy Koruculuğunun kaldırılması,
- Abdullah Öcalan’nın serbest
bırakılması,
- PKK teröristlere Af getirilmesi,
- Okullarda Andımızın kaldırılması,
- Türk Devleti kurucusu Atatürk’ün
resim ve heykellerinin kaldırılması,
- Araştırma komisyonu oluşturulması bu sayede
eski yıllarda bölgede görev yapan güvenlik personelinin yargılanması,
- Bölge, yer ve şahıs isimlerin
mahalli isimlerle değiştirilmesidir.
PKK’nın yukarıda sıralanan talepleri
daha önce, gündeme getirilmiştir.
Abdullah Öcalan’nın Kenya'dan
Türkiye'ye getirildikten sonra 2 Ağustos 1999 tarihinde yaptığı bir çağrı ile
PKK gruplarını sınır dışına çıkarmış, 22 Eylül 1999 tarihinde de sözde “Demokratik Cumhuriyete destek ve iyi niyet
adımı” olarak bir grup PKK’lının Türkiye'ye gelmesini istemişti. Bunun
üzerine PKK 1 Ekim 1999 tarihinde: sözde “Barış
ve Demokratik Çözüm Grubu”, Türkiye'ye silahlı olarak giriş yapmıştır.
“Görevim gereği, gözaltına alınan 8 kişilik sorgulaması sırasında bulunmuştum.
Bu kişilerin öne sürdükleri ve istedikleri şartlar, yukarda sıralanan şartlarla
aynıydı. Ancak, zamanın Hükümeti bunlara itibar etmedi. Ön koşulsuz olarak tüm
silahlı grupların teslim olması haricindeki talepler kabul görmedi.”
AKP, PKK'nın isteklerini yerine getirme konusunda istekli görünmektedir.
AKP, PKK’nın isteklerini yerine getirilmesinde
önceki hükûmetlerin aksine istekli olduğu görünmektedir. Bu doğrultuda kamuoyu
oluşturmak adına her türlü imkân seferber edilmiştir. Bu süreçte; TSK’nın
operasyonları askıya alınmış, TSK ateşkes durumuna geçmiş, Bölge PKK’ya teslim
edilmiştir. PKK’nın tehditleri karşısında birbiri ardına “Reform Paketi” adı
altında kanuni düzenlemeler yapılmıştır. Diyarbakır’da konuşan Başbakan
Kürdistan tabirini keyifle dillendirmiştir. Ancak, bu düzenlemelerle PKK’nın
taleplerinin karşılanması mümkün değildir.
Burada yapılmak istenen örgütle
mücadele olmadığını söylemek mümkündür: Amaç, siyasal İslam’ın “ümmet
felsefesine” uygun olarak devletin yeniden inşa edilmesi, Üniter, Milli
Devlet’in tasfiye edilmesidir. Nitekim; sözbirliği içerisinde başta siyasi iktidarın
sözcüleri olmak üzere; Siyasal İslami gruplar, Cemaat türü dini yapılar ve Kürt
ayrılıkçı örgütler; “Üniter, Milli
Devlet”i iştahla tartışmaya açmışlardır. Hatta bir Türk Irkı olmadığını,
insanların sabrını zorlar şeklinde ifade eder olmuşlardır.
AKP, ABD ve egemen güçlerden aldığı
destekle PKK ile yapılan görüşmelerin olumlu sonuçlanması durumunda siyasi
kazanımlar elde edileceği öngörmektedir.
Bölgede; PKK’nın kontrolü dışında başka siyasi partilerinde olabileceği,
İslami Kürt partilerinin de var olacağı, AKP oylarının artacağı, bu olumlu hava
ile İktidarının daha uzun yıllar süreceği hesabı yapıldığı gözlenmektedir.
Süreçte muhtemel gelişmeleri / olabilecekleri şöyle sıralayabiliriz.
- “PKK, kadrolarını yenilemiş, ilişki ve
ittifaklarını geliştirmiş, militanlarını eğitmiş, lojistik imkânlarını
artırmış, Silahlarını yenilemiş ve tamamlamış, başta Suriye’de olmak üzere yeni
siyasal kazanımlar, mevziler elde etmiştir. PKK, terör eylemlerine olanca
hızıyla geri dönebilecek duruma gelmiştir.”
- AKP’nin, neye mal olursa olsun ve her
şeye rağmen PKK’nın taleplerini yerine getirme gücü yoktur. AKP, “tüm bu 11
yıllık süreçte, iktidara geldiği andaki sorundan çok daha fazlasını şu an
kendisinden sonra miras bırakır hale gelmiştir.”
- Toplumsal ayrıştırma, Atatürk, TSK ve
milli değerleri itibarsızlaştırma, PKK’yı siyasallaştırma, uniter devleti
tartışmaya açma gibi hayati konularda ağır tahribatlar açmıştır. Bununla
birlikte despotik ve kanun dışı uygulamalarla da modern dünyadan çığ gibi tepki
toplamıştır. En nihayetinde üstlendiği
misyonu tamamlamıştır. Önümüzdeki süreçte;
varoluş mücadelesine gireceği ve kendisini iktidar eden güçlerin
avucunda eriyeceği değerlendirilmektedir.
- Diğer yandan; ABD-AKP ilişkileri arzu
edilen düzeyde gitmeme riskleri taşımaktadır.
- Gelişen jeopolitik durumlara göre
PKK'ya farklı misyon verilmesi de imkan dahilindedir.
- ABD, İmparatorluk
felsefesinde yönetilen, uzun vadeli plan ve uygulamalarla dünya ölçeğinde
gücünü, kudretini koruyabilen bir devlettir. ABD, içerde operasyon yapmak
istediği ülkede; işbirliği yaptığı politik güçleri veya figürleri bir süre
sonra deviren, saf dışı eden bir algıya sahiptir. Siyasi tarih bunun birçok
örneği ile doludur. Hedef ülkede çatışma ve rekabet içinde olan gruplar ve
politik figürler zevkle kullanılmaktadır. Süreç içinde yeni sorunlar ve kargaşa
ortamının yaratılması sağlamaktadır. Bu, büyük güç olmanın doğası
gereğidir.
Sonuç;
Uzun bir şekilde özetlemeye çalışıldığı gibi, PKK ancak; “emperyalist gücün taşeronu alan siyasi kadrolarla değil; milli ve öngörü sahibi devlet adamlarının kararlı, taviz vermez tutumlarıyla, Israrla takip edilecek milli dış politikayla, buna paralel olarak örgütün lider kadrosunun yok edilmesiyle ve kesintisiz sürdürülecek askeri başarıyla bitirilebilir.”