16 Eylül 2012 Pazar

Türk Ordusu’nun yenilgisi, Türklüğün yenilgisidir.!!


Türk tarihindeki en büyük deniz yenilgisi “Navarin” Faciasıdır.. Batı, Yunanistan’a bağımsızlık verilmesini istemiş, ancak Osmanlı bu isteği kabul etmemiştir. Bunun üzerine Rus donanması öncülüğünde Fransız ve İngiliz müttefik donanması Akdenize indi . Mora-Navarin’de bulunan Osmanlı Donanması 20 Ekim 1827’de  yakıldı. 80 Parçadan oluşan donanma yok oldu. Ayrıca, şehirde 10.000 Türk öldürüldü.

O gün den sonra kalıcı bir şekilde Yunanistan Bağımsız devlet oldu ve sürekli olarak Türk toprakları aleyhinde genişledi ve burnumuzun dibindeki MEİS adasına  kadar büyüdü..

Günümüzde ise, Deniz Kuvvetlerinde farklı bir facia yaşanıyor. Bu facia Cephede savaş ortamında savaşın acılarıyla değil,  inanmakta zorluk çekilen bir biri ardında açılan davalar sonucun da oluyor. Bu davalar neticesinde Türk Deniz Kuvvetleri bir savaşa girmeden Navarin Olayı benzeri bir felekat yaşıyor. Çok değerli subayları, görevlerinden uzaklaşıp, özgürlüğünü kaybediyor,  cezaevine giriyor.

Askeri casusluk davası başta olmak üzere, devam eden diğer davalar sonucunda Deniz Kuvvetlerinin Komuta kademsi yok olmuş durumda. En son olarak bugün;  Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral tutuklanıyor. Deniz Kuvvetleri Komuta yapısı darmadağın olmuş durumda. Bu sarsıntıların Deniz Kuvvetlerine nasıl yansıdığını bizler değil, orada görevli personel görebiliyor. Şu an bir kriz anında Deniz Kuvvetlerinin sevk ve idaresinde ciddi sıkıntılar olacağı alenen görülüyor.

Hükümetin yaptığı açıklamaya göre; kamuoyunca yakından takip edilmekte olan önemli davalar kapsamımda, yargılama süreci devam eden 207’si tutuklu (58 general/amiral, 140 subay, 7 astsubay, 1 uzman erbaş, 1 sivil memur) toplam 404 (64 general/amiral, 273 subay, 60 astsubay, 4 uzman erbaş, 3 sivil memur) muvazzaf personel bulunuyor.

Yukarda açıklanan sayıdan da anlaşılacağı üzere, Türk ordusu ciddi bir tramva yaşıyor. Türk Ordusunun 3 generalden 1’i içerde. Bu ordu Suriye krizi başta olmak üzere, Bölücü PKK ve diğer düşmanlarla nasıl ve ne şekilde baş edecek?

 Savaş, insan sayısı ve silah üstünlüğü ile değil, MORAL-MOTİVASYON ve İYİ KOMUTANLARLA kazanılır.

Unutulmasın ki, Türk Ordusu’nun yenilgisi, Türklüğün yenilgisidir. Türk ordusu sadece Anadolu Tüklüğü’nün değil, Dünya Türklüğünün de yenilmez ve ikamesi olmayan yegane gücüdür.  


8 Eylül 2012 Cumartesi

AKP ‘nin Dış Politikası, Bir Hezimettir ve Ulusal Güvenliği Tehdit Etmektedir.


Atatürk öncülüğünde ümmetci, teokratik devletten çağdaş, Laik değerle kurulan Cumhuriyet’e geçildi.        
Emperyalist dayatma ve saldırıyı Milli Kurtuluş Savaşı ile bertaraf eden Türkiye; büyük önder Atatürk öncülüğünde yeni bir devlet yarattı. İçeride çağdaş devrimler yapılıp, Ümmetci, teokratik devletten Cumhuriyet’e geçildi. 

Türkiye Cumhuriyeti 3 temel esasta kuruldu;
  • Demokratik – Laik devlet, 
  • Sosyal - Hukuk devlet ve 
  • Milli Üniter devlet.
 “Atatürkçü dış politika” ilkeleri takip edildi.
 İçerde devlet sistemi oluşturulurken, o dönemin egemen güçlerinden medet umulmadı, hiçbir devletin hegomanyası, himayesi kabul görmedi.  Bu süreçte oluşturulan “Atatürkçü dış politika” ilkeleri takip edildi.  Atatürk’ün bağımsız ve barışçı dış politika ilkeleri; jeopolitik konumun verdiği güç göz önünde bulundurularak, dünyada meydana gelen olaylara duyarsız kalmamakla birlikte, komşularla iyi ilişkileri esas alan “Akılcı-Çağdaş ve Milli” ilkelerine dayanmıştı. İktidarlar değişmesine rağmen Cumhuriyet Hükümetleri genel olarak dış politika ilkelerine sadık kaldı. 
 
AKP iktidarı ile birlikte “geleneksel ve temel” dış politika ilkelerinde ciddi sapmalar olduğu görülüyor.
Bu değişimin temelinde AKP-ABD işbirliğinin yattığı görülmektedir.  AKP,  devlet mekanizmasını, kendi misyonuna uygun  bir şekilde yeniden tanzim etmeyi bir gaye  olarak ortaya koymuştur. Bu misyonla yani  “devlet sisteminin değişim ve dönüşüm”  sürecinde küresel güç ABD’ne yaklaşırken, ABD’de; stratejik hedeflerine uyumlu siyasi vizyon üstlenen AKP’yi işbirliği yapılabilecek bir siyasi hareket olarak algılanmıştır.  AKP nin, devleti değiştirme ve dönüştürme çabası bir nevi “ düşük yoğunlukta devrim” olarak ta adlandırılmıştır.

AKP‘nin, üstlendiği siyasi misyon, ABD’nin  “Büyük Ortadoğu Projesi-BOP” olarak adlandırdığı uzun süreli politik çıkarları ile örtüşmüştür. AKP misyonu, İslam ülkelerine sunulabilecek siyasal bir model olarak görülmüştür. Bu model “Ilımlı İslam” olarak adlandırılmaktaydı. ABD, BOP ile bölgedeki bazı islam ülkelerini yeniden bir dönüşüm ve değişime zorlarken, “Ilımlı İslam” modeli olarak AKP modelini işaret etmekteydi. AKP‘nin Türkiye’deki başarısı, ABD‘nin (İslam Dünyasındaki) uzun vadeli çıkarları açısından hayati önemdeydi.  AKP’nin üstelendiği siyasi misyona uygun olarak devlet sisteminin yeniden inşa edilmesi ve dönüştürülmesi, bu inşanın da ABD’nin küresel çıkarlarına paralellik teşkil etmesi nedeniyle karşılıklı fayda ilişkisi içerisinde ABD-AKP ittifakı sorunsuz bir şekilde bugünlere kadar gelmiştir.

Takip edilen dış politika uygulamalarıyla; “Yeni Osmancılık”, “ Bölgesel Güç Türkiye”  şeklinde lanse edilerek, kamuoyu oluşturulmakta istenmiştir.
Geçmiş süreç göz önüne alındığında Türk dış politikasının ABD merkezli yürütüldüğü alenen görülmektedir. Takip edilen dış politika uygulamalarıyla; “Yeni Osmancılık”, “ Bölgesel Güç Türkiye”  şeklinde lanse edilerek, kamuoyu oluşturulmakta istenmiştir.  Oysa; AKP dış politikasının, ABD'nin onayladığı rolleri üstelenmekten öteye geçmeyen, “Akılcı-Çağdaş ve Milli”  ögeleri içermediği,   öte yandan Bölgesel Güç olma vizyonundan çok uzaklarda olduğu da bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır. 

“Stratejik Derinlik” tezine göre  dış politika;

Uygulanmak istenen dış politikanın fikirsel alt yapısı Ahmet Davutoğlu’nun  “Stratejik Derinlik” tezine dayanmaktaydı.   “Stratejik Derinlik” tezine göre  dış politika;
  • Komşularla Sıfır Sorun,
  • Merkez Ülke ve
  • Derin Strateji” olarak adlandırılan üç temel unsuru içermekteydi. 
 “Stratejik Derinlik” tezi, teori düzeyinde gerekçelerle açıklanabilen her Türk vatandaşının iştahını kabartan gayeler içermekteydi. 
  Ne yazik ki uygulamada çok farklı noktalara gelindiğini görüldü. “Komşularla Sıfır Sorun” strateji,  pratikte; “milli çıkarlara” göre  değil, ABD güdümlü dizayn edildiği için iflas etmiş, “Komşularla Ciddi Sorun” yaratan ve yalnızlığa itilen bir Türkiye yaratmıştır. Bu başarısızlığın nedeni; ABD’nin “küresel misyonu” yanında, Türkiye’nin bölgesel politikaları ve tercihlerinin, tümüyle geçersiz ve anlamsız kalmış olmasıdır.
 “Komşularla Sıfır Sorun”  teziyle gündeme getirilen ve son noktada komşulardan nasıl düşman yaratıldığını inceleyelim;

            Iran ;
İran, ABD ve AB tarafından dünyadan soyutlanmak istenmekte ve  ABD, İran’a vurmak için uluslararası destek peşindedir. Bu denklem içerisinde görünürde İran ile iyi ilişkiler sürdürmeye çalıştığı izlenimi verilen AKP nin dış politikasının aslında  İran’a karşı, düşmanca olduğu ortaya çıkmaktadır. ABD’nin İran'ı hedef alan  “Füze Kalkanı” sistemini topraklarımıza yerleştirmesine izin verilmiştir. İran, Türkiye’yi en yetkili ağızlardan defalarca uyarmakta ve Türkiye’yi vurmakla tehdit etmektedir. Benzer tehdit Rusya tarafından da  yapılmaktadır.  İran ile ilişkilerin bozulmasına neden olan Radar Üssünün bir taraftardan da İsrail’in güvenliğini de gözettiği yaygın olarak konuşulmaktadır.
 Öte yandan, Stratejik Ortağı olan Suriye'ye karşı, Türkiye’nin  tutumuna  karşı çıkmakta, onaylamamaktadır.  Türkiye'nin Suriye'ye karşı tutumu İran ilişkilerini derinden etkilemektedir.
            Irak ;
INTERPOL tarafından aranan Sunni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el Haşimi’yi  Irak’a teslim etmemesi nedeniyle, Şii Başbakanı Nuri el Maliki açıkça  AKP Hukümetini “Türkiye iç işlerimize karışmasın” diye uyarmıştır.
    Ayrıca; Türkiye’nin Sınır Ötesi Operasyonlarına ve  Kuzey Irak’ta bulunan Bamerni Üssü’ne karşı itiraz gelmektedir.   Irak Bakanlar Kurulu, "Irak’ta herhangi bir askeri üs veya varlığı kabul etmeyecektir. İsyancılara yönelik kovalama adı altında Irak’a asker girmesini reddeder. Bakanlar Kurulu, Irak Parlamentosu’na bu hususla ilgisi olan ülkelerle daha önce yapılan anlaşmaları iptal etmesi veya uzatmamasını tavsiyede bulunacaktır.” açıklamalarında bulunmuştur.
     
AKP, Irak içerisinde Şii-Sunni rekabetinde Sunni tarafı tutmaktadır. ABD tarafından yoktan var edilen, Barzani - Kürt yönetimi AKP’nin ittifak ettiği sözde bir devlet görünümü kazanmıştır.  Hiç arzu edilmeyecek bir şekilde AKP, Barzani ile birlikte hareket etmeye zorlanmıştır.
           Ermenistan-Azerbaycan;
ABD, gözetiminde Ermanistan ile diplomatik ilişkilerin başlatılması kararlaştırılmıştır. Hazırlanan protokol Ermenistan Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Ermenistan ile ilişkilerde bir adım atılamadığı gibi, Azerbaycan’da Türkiye kırgınlığı oluşmuştur.
            Suriye ;
Türkiye ile ortak askeri tatbikat düzenleyen, ortak Bakanlar Kurulu toplanan ve  karşılıklı vizeler  kaldırılan, Esad ve Başbakan Tayyip Erdoğan’nın birlikte samimi pozlar verilen Suriye ile ilişkiler birden bire, “Arap Baharı”  sonrasında farklı bir boyuta yönelmiş ve iki ülke savaş ilanı noktasına gelmiştir.  ABD‘nin  BOP projesi kapsamında sıranın Suriye’ye geldiği, Suriye’de de “Ilımlı İslam” modelinin iktidar olması için, AKP ile sıkı ilişkilerde bulunan Esad yönetiminin çökertilmesi gerekli görülmüştür. AKP-Suriye ilişkileri sanki bir vahiyden gelen bir talimat gibi aniden, sebepsiz  gerginleşmiştir.  
AKP yönetimi alenen Suriye’nin iç işlerine yönelik açıklamalarda bulunmuş, Esad yönetimini devirmek için mücadele eden, “Özgür Suriye Ordusu” Hatay’da karargah kurmuştur.  Libya örneği gibi kısa sürede ESAD’ın devrilip, Sunni bir hukumetin kurulacağını hayal eden AKP, Suriye bataklığına saplanmıştır.
            Rusya;
Suriye krizi ile birlikte eski haline dönmüş, bu bölgede Rusya'sız bir düzenlemeye gidilemeyeceğini hatırlatmıştır.  Türkiye, Suriye krizindeki tutumuyla Rusya'yı karşısına almıştır.  Rusya'nın Suriye konusundaki çıkışlarına karşı, Türkiye caresiz kalmıştır. Rusya, Türkiye'ye karşı bir blok oluşturan İRAN ve IRAK  üzerindeki ağırlığını artırmıştır. ABD işgalinden bu yana ilk kez IRAK, Rusya'ya yaklaşmış ve 5 milyar dolar civarında silah anlaşması imzalamıştır.
            PKK;
 Suriye-Irak ve İran sınırında PKK daha rahat hareket eder hale gelmiştir. Sınır güvenliği ciddi zaafiyetlere uğramıştır. İran, Suriye ve Irak; Türkiye’nin Suriye politikasının karşılığında PKK’ya desteğini artırmışlardır. Bu süreçte; PKK’nın manevra alanı genişlemiş,  yeni ittifaklara kavuşmuş, terör eylemlerini artırmıştır. Suriye Kuzeyinde PKK’nın Suriye şubesi Demokratik Birlik Partisi - (PYD)  etkinliği artırmış ve bölgede silahlı denetim kurma başarısı göstermiştir. Suriyenin kuzeyinde, Irak kuzeyinde olduğu gibi özerk bir yapı oluşturulmaya çalışılmaktadır.
   Bu şekilde Uluslararası konjektörden cesaret alan PKK; Hakkari-Şemdinli, Çukurca ve Beytülşebap bölgesinde kurtarılmış bölge oluşturmaya girişmiş; “BOTAN-BEHDİNAN HUKUMETİ” oluşturma sevdasına düşmüştür.  Bölgede yeni bir aktör olma şansını kazanmıştır. Öte yandan AKP Hükümetini,  tekrar Oslo benzeri görüşmelere zorlamak adına ülke genelinde şiddeti tırmandırmaktadır.
           
Sonuç:

  • AKP’nin dış politikası “ABD’nin küresel çıkarlarına ve hegomanyasına zarar vermeden, sonuçta ABD çıkarlarına hizmet eden, bölgesel içerikli taktiksel manevralar içerdiği”  görülmektedir.  Taktiksel alanda izlenen bölgesel dış politika açılımlarına zaman zaman AB nin güçlü ülkesi Almanya ve Fransa’nın da ciddi itirazıyla karşılaşılması AKP nin ayrı bir çıkmazı olarak ortaya çıkmaktadır.
  • Uygulanan dış politikanın, ülkemiz tarihinde benzeri olmayan bir başarısızlıkla sonuçlandığı gayet açıktır. Bu başarısız politika ülkemizin iç güvenliğini de tehdit eder duruma geldiği görülmektedir. Komşularımız; İRAN-IRAK-SURİYE bir bütün olarak Türkiye’ye karşı bir blok oluşturmuş, karşı cephe açmışlar, RUSYA ile Suriye konusunda rekabete girilmiştir. Azerbaycan kırgınlığa uğratılmış, Ermenistan çok daha şımartılmıştır. Dost olduğumuz komşularımızla bile düşman olma ile karşı karşıya bırakılmıştır.  PKK yeni manevra alanlarına kavuşmuştur.
  • Türkiye’ hem içerde, hem de komşuları için çok daha fazla sorunlar yaşayan bir ülke konuma gelmiştir. Siyasi tarih, Küresel güçlerle sıkı-fıkı olan ülkelerin zamanla nasıl, emperyal gücün peyki konuma geldiğinin örnekleriyle doludur. Emperyalist ABD, Türkiye’yi tuzağa düşürmüş ve geri dönülmez bir noktada AKP, ABD’ye su ve ekmek kadar muhtaç hale getirilmiştir.  

7 Eylül 2012 Cuma

PKK Terör Örgütünü Hangi Devlet Kurdu?

1980"li yıllarla birlikte "etnik bölücü" terörün saldırılarına hedef olmaktadır.

Bölücü terörün ortaya çıkması ve bugüne kadar büyümesinin nedeni olarak farklı görüşler ileri sürüldü. Bu görüşlerden en dikkate değer olanı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin ekonomik geri kalmışlığı, aşiret yapılı beşeri hayat ve eğitimsizlik gibi genel olarak "ekonomik ve sosyal geri kalmışlık" gösterildi. Oysa bölücü terör, ülkemizin iç dinamiklerin zorlamasıyla değil, Türk dış politikasının tercihleri ve iki kutuplu dünyada küresel güçlerin mücadelesi sonucu ortaya çıkmıştır.

Türkiye'nin NATO'ya Dahil Oluşu

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)"nin yayılmacı emelleri ile karşı karşıya kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı"nın galip ülkesi SSCB, Türkiye"den toprak ve boğazlarda üs talep etmekteydi. Kuzeyden gelen bu güçlü tehditle tek başına karşı koyacak güçte olmayan Türkiye; bir koruma şemsiyesi olarak gördüğü ABD öncülüğündeki Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatı “(North Atlantic Treaty Organization-NATO)"na yöneldi. Ancak, NATO"ya hemen kabul edilmedi. Daha önce iki kez Türkiye’nin başvurusunu kabul etmeyen NATO, Kore"ye asker göndermesi şartıyla NATO üyeliğini 18 Şubat 1952"de onayladı.

ABD ve SSCB’nin Ortadoğuda Güç Rekabeti ve Türkiye’nin ABD Taraftarlığı

Soğuk Savaş dönemimde SSCB ile küresel mücadele içinde olan ABD, SSCB"nin Ortadoğu"da etkin rol üstlenmesini önlemek için Yunanistan, Türkiye, İran ve Afganistan ekseninde "Kuzey Cephesini" güçlendirme stratejisi içerisindeydi. ABD, bu plân doğrultusunda Türkiye"ye yönelmiştir. Bu dönemde Türkiye"nin bölgesel çıkarları, ABD"nin global çıkarları ile uyuşmaktaydı. Diğer taraftan bu süreçte Sovyetler Birliği ve Bulgaristan ile sınır komşusu olan Türkiye, NATO ile Doğu Bloku ülkeleri arasındaki ortak sınırların % 37"ni savunmaktaydı.
NATO üyesi Türkiye zamanla ABD güdümlü dış politikaya her geçen gün çok daha uyumlu hale geldi ve Türk dış politikası tam anlamı ile Amerikan ipoteği altına girerek bağımsız niteliğini kaybetti.

ABD-SSCB arasındaki güç mücadelesinde Türkiye"nin ABD-İsrail ekseninde yer alma tercihi, çok pahalıya mal olacaktır.

Bu gelişmenin doğal sonucu olarak; Türkiye"deki bir takım askeri üs ve tesisler, Amerika"ya tahsis edildi. Türkiye, ABD güdümlü dış politika tercihine paralel olarak, millî çıkarına uygun düşmeyen bir denklemin içine de girmekteydi. ABD ve Batı için Sovyet tehdidine karşı ileri cephe görevi üslenen Türkiye; Ortadoğu"da da ciddi bir rol üstlendi. ABD"nin zorlamasıyla Arap ve Müslüman ülkelerle çatışma halinde olan İsrail"in yanında yer alması sağlandı. Bu şekilde Ortadoğu"da dengeleri değiştirecek bir işbirliği oluştu. İsrail"in varlığını ve bekasını devam ettirmeyi bir zorunluluk olarak gören ABD için, Ortadoğu"da Müslüman ve bölgenin önemli ülkesi Türkiye ile işbirliği önem arz etmekteydi. ABD ile güç çatışması içinde olan SSCB, bu oluşumdan rahatsızlık duymuştur. Ortadoğu"daki bu işbirliğine karşı; SSCB-İran-Suriye cephesi oluşmuştur. ABD-SSCB arasındaki güç mücadelesinde Türkiye"nin ABD-İsrail ekseninde yer alma tercihi, çok pahalıya mal olacaktır.

SSCB,Marksist-Leninist ideolojik temelde örgütlenen "Kürdistan İşçi Partisi - Partiya Karkeran Kurdistan - PKK" terör örgütünü 1978"de kurulmasını sağlamıştır.

SSCB, Ortadoğu"da ABD-İsrail safında yer alan ve NATO ülkesi olması nedeniyle de zaten hedef ülke konumunda olan Türkiye"yi cezalandırmak için harekete geçmiştir. Ülkemizde desteklediği birçok sol örgüt yanında, Türkiye"nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan pek çok ili, Irak"ın kuzeyi, Suriye"nin kuzeydoğusu ve İran"ın kuzeybatısını kapsayan bölgede "Bağımsız, birleşik, demokratik bir Kürdistan" kurmayı amaçlayan, Marksist-Leninist ideolojik temelde örgütlenen "Kürdistan İşçi Partisi - Partiya Karkeran Kurdistan - PKK" terör örgütünü 1978"de kurulmasını sağlamıştır. PKK aracılığıyla Türkiye"ye karşı - Kürt kartını - kullanmak istemiştir. Müttefiki Suriye ve İran"a, PKK terör örgütünün geliştirilmesi ve bir terör organizasyonuna dönüşmesi için görev verilmiştir. Özellikle Hatay ili üzerinde hak iddia eden ve İsrail ile işbirliğinden rahatsız olan Suriye ve İran PKK"ya destek sağlanmasında çok istekli davranmıştır.

PKK Mücadele Alanı Olarak Türkiye'yi Seçmiştir:

Kurulacak sözde "Bağımsız, birleşik, demokratik bir Kürdistan" devletinin toprakları dört ayrı ülkede olmasına rağmen, temel mücadele alanı olarak Türkiye seçilmiştir. SSCB güdümünde olan diğer üç devlet (İran-Irak-Suriye) topraklarında gözü olduğunu ilan eden PKK"ya karşı tavır almak yerine, örgüte hayati destek sağlamışlardır.

PKK terör örgütüne yönelik operasyonlar artınca örgütün lideri Abdullah Öcalan, Haziran 1979"da Suriye istihbarat servisi Muheberat tarafından Suriye"ye kaçırılmıştır.

SSCB"nin güdümünde ve kontrolünde bulunan İran, Suriye ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), PKK"nın gelişmesi ve yurt dışında üslenmesi için her türlü desteği sağlamıştır. Suriye denetimindeki Helve ve Beka kampları PKK"ya tahsis edilmiştir. PKK, Güney Lübnan"ın Sayda şehrinde ASALA (Ermenistan"ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) ile ortak bir basın toplantısı düzenleyerek "Türk Devleti aleyhine işbirliği yaptıklarını" bütün dünyaya ilân etmiştir. ASALA, PKK"yı himayesine alarak PKK"nın daha sonra üstleneceği taşeronluk misyonu için hazırlamaya başlamıştır.

İran kontrolünde bulunan Barzani, 1983"de PKK"yı Kuzey Irak"a taşımıştır. KGB Bölge Şefi Anthony Primakov (Ekim 1998"de A. Öcalan Şam"ı terk ederek Rusya"ya geçtiğinde Primakov Rus Başbakanıydı) ve Suriye yönetimi PKK"lıların eğitilmelerini sağlamışlardır. Filistin kamplarında SSCB uzmanlarca eğitilen PKK"lılara 300 Lübnan Lirası ödeme yapılmıştır.

Türkiye karşıtlığı kısa sürede Sovyetler Birliği"nin desteğinde, Suriye-İran-Libya ve Yunanistan"ı aynı çizgiye getirirken kısa süre bu işbirliğine SSCB peyki Bulgaristan"da katılmıştır. SSCB, Türkiye"ye yönelik uygulamaya başladığı "bölücü" politika da gelişen konjektörden istifade ederek işbirliği ortamını geliştirmiştir.

Terörist başı A.Öcalan 1998 yılında Suriye"den ayrılmasını müteakip ilk olarak Rusya Federasyonu"na gitmiştir.

Nitekim; yıllar sonra Terörist başı A.Öcalan 1998 yılında Suriye"den ayrılmasını müteakip ilk olarak Rusya Federasyonu"na gitmiştir. Rusya Federasyonu"nda aralarında milletvekilleri ve istihbarat mensuplarının da bulunduğu devlet görevlileri yardım etmiş ve bu ülkede 33 gün barınmıştır. Müteakiben gittiği İtalya"da beklentilerinin karşılanmaması üzerine, 16 Ocak 1999 tarihinde tekrar Rusya"ya dönmüştür. Ancak, Rusya Fedarasyonu eski Rusya değildir. ABD ile yarışta Küresel mücadeleyi kaybetmiş, gücünden uzaktadır. Kurduğu ve boyundan aşan mücadele içine soktuğu PKK terör örgütü elebaşısına sahip çıkamayacaktır.

Rusya"nın ülkemizi hedef alan "Bölücülük" konusunda tarihsel geri planda çalışmaları tahmin edildiğinden çok daha fazladır. Rusya"nın "bölücülük" çalışmalarını kısaca hatırlatmakta fayda fardır:

XIX Yüzyılla birlikte Kafkasya"yı ele geçirip, Osmanlı ülkesi ile sınır olduktan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi"ne yönelik bölücü çalışmaları aralıksız sürdürmüştür. Bunun için Petersburg ve Tiflis"te Kürtler üzerinde araştırma ve inceleme yapmak için iki ayrı merkez oluşturulmuştur. Bu çalışmalarda; "Kürt adı verilen aşiretlerin ayrı dile ve ayrı ırka mensup oldukları ileri sürülmüş ve birbirinden tamamen ayrı özellikler gösteren aşiret ağızlarını müstakil bir dil gibi gösterme gayreti içine girilmiştir". Bunun için Osmanlı Devleti"nde görevlendirdikleri görevliler bu maksat için yoğun çalışma içine girmişlerdir.

Bu Rus görevlileri arasında, örnek olması açısından; Diyarbakır Konsolosu Yakimanıski, Tebriz Konsolosu Bonayfiyd, 1853 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Loris Malakof ile General Babatov, 1856"da Erzurum Konsolosu Alexandre Jaba"yı sayabiliriz. 1848-1866 yılları arasında Erzurum"da Konsolosluk yapan Alexandre Jaba, ilk defa "Kürtçe sözlük" hazırlamıştır. P. İ. Lerh Kürtler hakında dil, kültür ve edebiyat derlemeleri yapmış, çalışmalarını üç kitap içinde toplayarak Petersburg"da yayınlanmıştır. 1860"da yine Petersburg"da Chantre Kürtlerle ilgili bir eser yayınlamıştır. Öte yandan 1879"da A.Jaba ve F.Justi "Kürtçe-Fransızca" bir sözlük hazırlamıştır. Aynı yıl F. Justi "Kürtçe grameri" yayınlamıştır. 1887"de Prym, 1890"da da Socin, "Kürtçe Derlemeleri" yayınladılar. 1896"da Albay V. A. Kartsev "Kürtler Üzerine Notlar, Tiflis,1896" adlı kitabı yayınlandı. Kitap aşiretlerin sosyal yaşantıları hakkında bilgiler vermekte ve Hamidiye Alayları üzerinde durmaktaydı. Daha sonra 1885"te A. M. Kalyubakin"nin de bulunduğu bir grup Rus askerî ve uzman personeli tarafından "Asya Türkiye"si Üzerine Askerî-İstatiksel Bir Araştırmaya İlişkin Bilgiler" adlı sekiz ciltlik bir jeo-ekonomik araştırma olan kitap hazırlandı. Yüzbaşı Avrianov"un, Kafkasya bölgesindeki Rus Ordusu Başkomutanlığı"nın özel görevlendirmesi üzerine "Rusya"nın XIX. yüzyılda Türkiye ve İran"la Savaşları sırasında Kürtler. Türkiye, İran ve Rusya"daki Kürtler"in Mevcut Siyasal Durumu" adlı araştırma 1900"de Tiflis"te ayrı bir kitap olarak basıldı. Yine aynı tarihte Ermeni asıllı Rus Generali Antranik"te "Dersim" adlı kitabını Ermenice olarak Tiflis"te yayınladı. Van"da daha sonra Erzurum"da Rus Başkonsolosu olarak görev yapmış olan Tuğgeneral Mayevsriy (Mayevski) tarafından yazılan "Van ve Bitlis Vilayetleri İstatistikleri" adlı bir kitap Tiflis"te 1904 yılında yayınlandı.

Rusya, Kürt aşiretlerine etnik bir kimlik verme gayretlerine paralel olarak, Osmanlı Devleti ile ilişkilerin gerginleştiği savaş dönemlerinde doğu aşiretlerini kullanmayı süreklilik arz eden geleneksel bir politika haline getirmiş ve aşiretleri kendi yanına çekmek için her fırsatı değerlendirmiştir.

Kırım savaşı sırası ve sonrasında çıkartılan "Yezdanşir İsyanı" ile, 1877-78 Türk-Rus Savaşları sırasında gene Bedirhanoğulları ailesinin sebep olduğu isyan ve 1880 yılındaki "Şeyh Ubeydullah" İsyanı Rusya"nın teşvik ve yardımlarıyla meydana gelmiştir. 1908"de İstanbul"da kurulan Bitlis, Musul, Muş ve Erzurum"da şubeleri açılan "Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti" ile derhal irtibat kurulmuştur. Nitekim Bitlis"teki şubenin faaliyetlerine Rusya"nın Bitlis Konsolosu Akimoviç de katılmıştır.

Yine; 1912'de Abdürrezzak Bedirhan başkanlığında İRŞAD adında bir örgüt kurulmuştur. Örgüt Rus alfabesi esas alınarak sözde bir Kürt alfabesi hazırlamaya da çalışmıştır. İRŞAD örgütünün Rusya güdümünde genel bir ayaklanmaya kalkışacağının öğrenilmesi üzerine bu örgüte yönelik tedbirler alınmıştır. İRŞAD örgütünün dağılması üzerine aynı kişi başkanlığında Rus güdümünde 1913"te Hoy"da CİHANDANİ (Gehandeni) cemiyeti kurulmuştur. Bu cemiyetler Doğu Anadolu"da isyanlar çıkartmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Bitlis"te Molla Selim, Kuzey Irak bölgesinde de Abdüsselam Barzani"nin önderlik ettiği isyanlar bu şekilde çıkmıştır.

Ayrıca; Bitlis"te 8 Mart 1914"te çıkan isyanın elebaşısı Molla Selim ve Şeyh Seyyid Ali diğer elebaşı olan üç kişi Rus Konsolosluğuna sığınmıştır. İsyana destek olan Rusya bu kişileri teslim etmemiş ve Birinci Dünya Savaşı"na kadar asiler orada kalmıştır.

Bolşevik Rusya bölücü siyaseti Azerbaycan toprakları üzerinde de izlemiştir. Lenin"in emriyle Karabağ ile Ermenistan arasında, Azerbaycan toprakları üzerinde 1923"te bir "Otonom Kürdistan" bölgesi ilân edilmiştir.

Yukarda bir kısım örneklerde de görüldüğü üzere Rusya XIX yüzyıldan itibaren "Bölücülük" konusunda çalışma içerisinde bulunmuştur. Türkiye"nin NATO yanında, Ortadoğu"da ABD ve İsrail ile işbirliğine gitmesi, SSCB"ni harekete geçirmiştir. Çarlık Rusya"sının Osmanlı İmparatorluğu"na karşı beslediği emeller ve bu emellere bağlı hedefler yeni Sovyet devletinin kuruluşu ile değişmemiş, Türklük düşmanlığı yeni boyut, yöntem ve şekillerde Sovyet sisteminin de başlıca hedefleri arasında yer almıştır.

Sonuç:


Soğuk Savaş döneminde NATO şemsiyesi altında Türk-ABD müttefikliği ile Ortadoğu"da ABD lehine bozulan dengede, SSCB Türkiye"yi cezalandırmak adına PKK terör örgütünün kurulmasında etkin rol üslenmiştir. PKK terör örgütünün organizasyonu için her türlü desteği vermiş ve yurt dışı imkanlarına kavuşturulmasını sağlamıştır. Bilahare kendi çıkarları nisbetinde, XIX. yüzyılda Ermeni olayında olduğu gibi, Avrupa ve diğer ülkeler bu örgüte destek olmuşlardır.

4 Eylül 2012 Salı

PKK’NIN KURULUŞ AMACI NEDİR?

Ülkemiz, yıllardır etnik bölücü terörün saldırılarına hedef olmaktadır. Ülkenin ekonomik kaynakları, ülke insanının hizmetine sunularak, çağdaş değerlere ulaşmak, çağı yakalamak yerine; Türk vatanının bütünlüğünü hedef alan terörle mücadeleye aktarılmaktadır. Bu mücadelede; harcanan ekonomik kaynak yanında insan kayıpları çok daha düşündürücüdür.

Bölücü terör örgütü zaman zaman söylemlerini değiştirmekte, masum istekleri olan bir organizasyonmuş gibi yandaşlarının da desteği ile ülke içinde veya dışında propaganda yapılmakta, özellikle yurtdışı kamuoyunu yanıltmaya ve örgüte sempati oluşturmaya çalışılmaktadır. PKK’nın değişmez gayesinin anlaşılması için daha kuruluşundaki amacını bir kez daha görmek gerekmektedir. Öyle ki; PKK’nın kuruluşunu ilan ettiği bildirgesindeki söylemleri ile günümüz söylemlerini karşılaştırdığımızda örgütün değişmez hedefleri için doğru bir öngörü yapabiliriz.

Geçmişi hatırlayalım:

PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan, Devrimci Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) içinde yöneticilik yaparken 1975’de “Kürdistan Devrimcileri-Apocular” adlı bir grup oluşturmuş ve bu grubun liderliğini üstlenmiştir. 
1975-76 kışında Mehmet Hayri Durmuş ile örgütün program taslağı niteliğindeki ve (68) sayfadan oluşan “Kürdistan Devriminin Yolu” broşürünü kaleme almışlardır. “Kürdistan Devriminin Yolu -Manifesto” isimli örgütsel dokuman 1978 yılında teksir baskısı yapılarak kitap haline getirilmiştir.

PKK Marksist-Leninist İlkeleri Benimsemiştir.

Abdullah Öcalan, “Kürdistan Devriminin Yolu - Manifesto” isimli broşürde;
“Marksist-Leninist dünya görüşü ışığında sözde “Kurtuluş Programı” oluşturmuştur. Bilahare PKK’nın amacı, stratejisini, taktiklerini ve örgütlenme tarzını kısaca program hedeflerini de bu görüşlere dayandırmıştır. Sözde Kürdistan; sömürgeci dört devlet (Suriye, İran, Irak ve Türkiye) tarafından bölünmüş olduğu, en büyük parçanın Türkiye Kürdistan’ı olduğu, devriminde Türkiye Kürdistan’ının önderlik yapacağı ileri sürülmüştür. Ayrıca Bağımsız birleşik ve demokratik bir Kürdistan kurmak amacıyla, uzun süreli halk savaşı stratejisini benimsediği, bu stratejik amaca ulaşmak için de “Parti - Cephe - Ordu” örgütlenmelerinin temel alınacağı belirtilmiştir. (İleriki dönemde bu strateji doğrultusunda; “Parti (PKK), Cephe (ERNK), Ordu (ARGK) örgütlenmesi oluşturulacaktır.)

27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır ili Lice İlçesi Ziyaret (Fis) köyünde“Kürdistan İşçi Partisi - Partiya Karkeren Kurdistan (PKK)” kurulmuştur.


1978 yılı sonlarına yaklaşıldığında partileşme için ortamın müsait ve potansiyelin yeterli olduğunu değerlendiren Abdullah Öcalan ve arkadaşları, önceden yaptıkları hazırlıklar temelinde, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır ili Lice İlçesi Ziyaret (Fis) köyünde Seyfettn Zuhurlu’nun evinde 25 taraftarın katılımı ile (3) gün süren bir toplantı yapmışlardır. Toplantıda; “Kürdistan İşçi Partisi - Partiya Karkeren Kurdistan (PKK)” adında bir parti kurulması kararı alınmış ve Terörist başı Abdullah Öcalan tarafından toplantıda bulunan kişilere sunulan parti tüzüğü oy birliği ile kabul edilmiştir.

PKK’nın kuruluş toplantısına katılan isimlerden bazıları şunlardır: Abdullah Öcalan, Cemil Bayık, Şahin Dönmez, Mehmet Hayri Durmuş, Baki Karer, Mehmet Turan, Mehmet Cahit Şener, Ferzende Tagaç, Ali Haydar Kaytan, Mazlum Doğan, Hüseyin Topguder, Ali Gündüz, Sekine Cansız, Kesire Yıldırım, Duran Kalkan, Ali Çetiner, Faruk Özdemir, Abbas Göktaş, Abdullah Kumral.
 
Kongrede; Abdullah Öcalan, Genel Sekreter, Cemil Bayık, Genel Sekreter Yardımcısı seçilmiştir. Şahin Dönmez, Mehmet Hayri Durmuş, Baki Karer, örgütleme komitesi üyeliğine; Mehmet Karasungur askeri sorumluluğa; Mazlum Doğan ise; Basın-Yayın sorumluluğuna getirilmişlerdir. Bu toplantıya çağrılıp da gelmeyenlerden bazıları daha sonra ajan oldukları gerekçesi ile Öcalan’ın emriyle öldürülmüştür.

PKK’nın kurulmasıyla sonuçlanan Fis köyündeki bu ilk toplantı örgüt tarafından aynı zamanda “I. Kongre” olarak da kabul edilmektedir. PKK’nın I. Kongresi’nde; “Planlı hazırlık döneminin başlatılması, kadro azlığı, eğitimsizlik ve yetersizliklerin giderilmesi, yanlış tutum sonucu halkın örgüte karşı tavır almasının önlenmesi, dış bağlantı ve ilişkilerin geliştirilmesine çaba harcanması” kararı alınmıştır.
 
Bu genel kararların dışında bir eylem programı da hazırlanmıştır. Buna göre; “Devlet güvenlik kuvvetleri ve bunların istihbarat kaynakları, Türk milliyetçi örgütleri ve bunların önde gelen liderleri, Doğu ve Güneydoğudaki nüfuzlu ve popüler kişiler, Güneydoğulu milletvekilleri, Belediye başkanları, Aşiretlerin ileri gelenleri, sosyal şoven tüm sol örgütler ile diğer örgütlere (Halkın Kurtuluşu Örgütü, Devrimci Halkın Birliği, Türkiye İşçi Köylü Partisi, Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri, Özgürlük Yolu, Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) karşı savaş ilan edilmiştir."

 Abdullah Öcalan Sovyetler Birliği Hesabına Calışan Bir Ajan Olduğu Anlaşılmıştır.

Sovyetler Birliği hesabına çalışan Abdullah Öcalan, Haziran 1979 tarihinde illegal yollardan Suriye’ye geçmiştir. Suriye, Sovyetler Birliği’nin bölgedeki en iyi müttefiki ve yirmi yıllık stratejik askeri anlaşma ile desteklenmiş dostu konumundaydı. Tüm bunlara rağmen PKK, 1980’lere gelindiğinde yetkililerince yeterince tanınamamış ve çözülememiş bir örgüt görünümünü korumuştur.


30 Temmuz 1979 tarihinde dönemin Adalet Partisi Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Celal Bucak’a saldırarak, olay yerine bırakılan “PKK’nın Kuruluş Bildirge’si” ile PKK’nın kuruluşu ilan edilmiştir.

Örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın sınır geçişine Suriye istihbarat servisi Muheberat yardım etmiştir. Abdullah Öcalan’ın Suriye’ye geçerek kendini garantiye almasının akabinde, yurt içinde bulunan üst düzey örgüt mensuplarına, PKK’nın etkili ve sansasyonel bir eylem ile kamuoyuna ilan edilmesi talimatı vermiştir. Bunun üzerine, bir grup silahlı PKK militanı, 30 Temmuz 1979 tarihinde dönemin Adalet Partisi (AP) Şanlıurfa Milletvekili ve aşiret reisi Mehmet Celal Bucak’a saldırarak, olay yerine bırakılan “PKK’nın Kuruluş Bildirge’si” ile PKK’nın kuruluşu ilan edilmiştir.  Olay yerine bırakılan “PKK’nın Kuruluş Bildirge’si”nin sonuç bölümü incelendiğinde; PKK’nın nihai hedefinden mücadele stratejisine, örgütlenme modelinden ittifak ve cephe anlayışına, uygulanacak taktik ve askeri metodlara kadar bir çok önemli hususun yer aldığı görülecektir.

30 Temmuz 1979 tarihli, PKK’nın kuruluş bildirgesinde;

“... PKK, çöken emperyalizm ve yükselen Proleterya Devrimler çağında Kürdistan halkını emperyalist ve sömürgeci sistemden kurtarmak, “Bağımsız ve Birleşik Kürdistan’da” bir halk diktatörlüğü kurmak ve nihai olarak sınıfsız toplumu geçekleştirmek amacındadır.

PKK’nın önderlik ettiği Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesi, sosyalist ülkeler, ulusal kurtuluş hareketleri ve işçi sınıfı hareketlerinin temel gücünü oluşturdukları dünya sosyalist devriminin ayrılmaz bir parçasıdır.

...Kürdistan’ın dört parçalı bir sömürge statüsü içine alınmasında ve bu statü içinde Kürt halkının tüm ulusal değerlerinin tahribattan, emperyalizm ve sömürgeci devletlerle işbirlikçileri ortaklaşa sorumludur. Kürdistan halkının çağın akış istikametine girmesini bu güçler önlemektedir.

….PKK, feodal ve kapitalist aşamalarda Kürdistan’ı parçalayan yabancı güçler, bugünkü gericiliğin ve yoksulluğun temel nedeni sayar. I.emperyalist paylaşım savaşından sonra, Kürdistan’ı bölüştüren antlaşmalar, gayri meşrudur.


…PKK, Kürdistan’ı yurt topraklarının doğal bir parçası olarak gören sömürgeci güçlerle mücadeleyi en acil görev olarak önüne kor. Bu güçlerin uzun hakimiyet yıllarında geliştirdikleri tüm politika ve uygulamalar halkımızın çıkarına aykırıdır ve hiçbir surette meşru gösterilemez. Her alandaki örgütlenmesi Kürdistan’a taşırarak, kültürel, ulusal kişiliksizliğe neden olan aşiret ve mezhepçi değer yargılarıyla kendisini gizleyebilen bu sömürgecilikten kurtuluş, onun anladığı dille mümkündür...

PKK’nın yerine getirmesi gereken görevlerden biri de, halkımızın kendi ulusal özüne karşı suç işlettirecek hale getiren faşist, sosyal şoven ideolojileri ve güç mihraklarını ne pahasına olursa olsun ivedi olarak dağıtmaktır...

PKK, halkımız için öngördüğü düzenin, ancak hayatın her alanında uzun vadeli, basit biçimlere doğru verilecek bir savaştan sonra kurulabileceğine inanır...

PKK, Kürdistan halkı için siyasal, kültürel sosyal alanda gelişmenin ancak bir savaş ortamı içinde mümkün olacağına inanır ve bu amaçla tüm ideolojik ve politik çalışmalarında bağımsızlığı ve özgürlüğü için savaşan bir halk yaratmayı esas alır...” 
denilmek suretiyle PKK’nın Program hedefleri peş peşe sıralanmıştır.

PKK; Silahlı Mücadeleyle “Bağımsız, Birleşik, Demokratik bir Kürdistan” Devleti Kurmayı Amaçlamıştır.

Böylece; o güne kadar ülkemiz kamuoyunda sınırlı bir üne sahip olan ve “Apocular” olarak bilinen bölücü terörist grubun, PKK ismiyle bir parti kurduğu ve nihai hedeflerinin; Marksist-Leninist ilkelere dayalı Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bulunan pek çok ili, Kuzey Irak, Kuzeydoğu Suriye ve Kuzeybatı Iran topraklarının bir bölümünü içine alacak “Bağımsız, Birleşik, Demokratik bir Kürdistan” devleti kurmayı amaçladığı öğrenilmiş ve örgüt, temel mücadele alanının Türkiye olacağını ilan etmiştir.

Terör örgütü PKK’nın kuruluş bildirgesinden bugüne 33  yıl geçmiştir. Ülkemiz hala kahpe, alçak ve kirli bir oyunun uzantısı olan PKK terör örgütünün saldırılarına hedef olmaktadır. PKK; kuruluş gayesinden ayrılmak bir yana, yandaş, işbirlikçi kuruluşları ve dış kamuoyundaki uluslararası desteğiyle bu isteklerini dillendirmektedir. Diğer yandan, Ülkeyi yönetenlerin beceriksizliği, PKK nın hedefine ulaşmak konusundaki, iştahını artırmaktadır.