5 Ekim 2012 Cuma

"Suriye Krizi’nde Takip Edilen Dış Politika; AKP İktidarının Bölgesel Güç Olma Hayalinin de Sonunu Getirmiştir."


Arap Baharı ile Arap Dünyasında Çıkarılan Kargaşa ile İsrail'in Güvenliğini Güvenceye Alıyor.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, ABD öncülüğünde tezgahlanan "Arap Baharının" hızı Suriye’de kesilmişe benziyor. Arap Baharı ile Ortadoğu’nun yeniden yapılanması, İsrail’in güvenliğinin güvenceye alınması ve bölge ülkelerinin  emperyalistlere hizmet eder bir yapıya kavuşturulması amaçlanıyor.

     
Türkiye, İran’ın rakibi olan Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte Esad iktidarını bitirme konusunda heveslendi.

Tunus’ta başlayan ve bütün Ortadoğu’yu etkisi altına alan “İsyan Dalgası” nın son durağı Suriye oldu. 20 aydır Suriye’de iç savaş devam ediyor. Libya, Tunus ve Mısır’da olduğu gibi iktidarın devrileceği umut ediliyordu. Türkiye, İran’ın rakibi olan Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte Esad iktidarını bitirme konusunda heveslendi. Bazı Arap devletleri mezhepsel yakınlıktan dolayı Suriye muhalifini desteklediği görüldü.

ABD ve Türkiye başta olmak üzere Özgür Suriye Ordusu’na ve Suriye Ulusal Konseyi’ne para ve lojistik destek verdiklerini açıkladılar. Muhaliflere, Türkiye üzerinden silah desteği sağlandığı da söylenmektedir. Suriye muhalefetini destekleyen ülkeler; “Müslüman Kardeşler” benzeri siyasi bir hareketin iktidara geleceği öngörülmekteydi. Oysa, her ülke kendi iç dinamiklerine göre,  iklimini yaşayacağı gerçeği ilk anlarda göz ardı edildi. Türk dış politikası çuvalladı ve Cumhuriyet tarihinin en başarısız örneklerinden birini verdi.
        
Suriye;  bürokrasi,  askeri yapısı, istihbarat örgütlenmesi,  polis gücü ile uluslararası ilişkileri göz önüne alındığında diğer Arap Ülkelerinden Farklılık gösteriyor.
     
Suriye;  bürokrasi,  askeri yapısı, istihbarat örgütlenmesi,  polis gücü ile uluslararası ilişkileri göz önüne alındığında, Arap Baharının etkisi altına aldığı diğer ülkelerden farklılıkları olduğu görülmekte. Aşiret ve dini grupların ayaklanmalardaki etkisinin Suriye’de beklenen kadar olmadığı, Suriye’de ciddi bir devlet yapısı olduğu görüldü.
       
 Esad rejiminin kısa zamanda devrileceğini ileri sürenler, Suriye’deki etnik ve dinî yapıyı gerekçe göstermekteydiler. Çünkü, Suriye’de iktidar ve bürokrasi ağırlıklı olarak  %12 oluşturan Nusayrilerden oluşuyordu. Suriye nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan grupların kısa zamanda iktidarı devirecekleri düşünülüyordu. 
          
         18 milyon nüfuslu ülkenin;

         -  Etnik yapısı; % 80 Arap, %8 Kürt, % 6 Türk, %2 Ermeni, %1 Çerkez
         -  Dini gruplar; Sunni %74, Nusayri %12 (Alevi), Hristiyan %10, Durzî % 3, Diğer %1
        
 Avrupalı ülkeler tarafından Suriye’de yaptırılan kamuoyu araştırmalarında halkın %60’a yakını Esad rejimine destek verdiği ortaya çıktı. Esad rejimini tasvip etmeyen kesimlerin büyük bir çoğunluğunun, muhalif gruplara da tam olarak  destek vermedikleri anlaşıldı.

Diğer yandan Güvenlik Konseyi ülkeleri Rusya ve Çin, Suriye’ye desteklerini ilan etmişlerdir. Bu destek, Suriye’ye uluslararası bir müdahaleyi engellemiş, Esad rejiminin sürmesi konusunda en büyük destekçileri olmuştur. Öte yandan İran’nın koşulsuz olarak Suriye’yi desteklemesi, Suriye’nin mücadele azmi açısından hayati önemde olmaktadır.           

PKK, Irak’tan sonra Suriye’de de yeni imkânlara kavuşmuş oldu.   
Bu kargaşa ortamında şu ana kadar en karlı çıkan grup Suriye kuzeyinde yaşayan Kürtler olmuştur. PKK’nın uzantısı olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) Türkiye sınırına yakın kentlerde özerk bölge oluşturmaya başladı. Kürdistan Halk Ordusu (YPG) adlı silahlı örgütlü gücünü kurduğunu ilan etti. PYD, devletleşme yolunda bu bir ilk adım olduğunu açıkladı. Ve bölgede askeri güvenliğin bu güçler tarafından sağlanacağı duyuruldu. PKK, Irak’tan sonra Suriye’de de yeni imkânlara kavuşmuş oldu.

En son olarak Akçakale’ye düşen top mermisinin ölümüne neden olduğu 5 vatandaşımızdan sonra, Türkiye, Sınır ötesi operasyonlar için Türk Ordusuna yetki veren teskereyi TBMM den geçirmiştir. Bu şekilde Türkiye, Suriye ile savaş noktasına gelmiştir.

Suriye krizinde takip edilen dış politika hem uluslararası hem de ulusal düzeyde ülkemize zarar vermektedir. Türkiye, Suriye krizindeki hamlesi stratejik bir yanılgı olmuş, milli çıkarlar açısından zararlı sonuçlar doğurmuştur. Türkiye’ye karşı; Rusya- İran, Irak ve Suriye karşı bir cephe oluşturmuş,  PKK ya karşı terörle mücadelede bu ülkelerle sağlanan işbirliği ortamını yok olmuştur. 

Genel olarak bu zararları özetlemek gerekirse;
  
  • Rusya’nın stratejik ve ekonomik çıkarları için Suriye’yi terk etmeyeceği netleşmiştir,  buda Türkiye’nin pozisyonunu olumsuz etkilemiş, çıkmaz bir hale sokmuştur.
  • Bölgede yalnız kalan Türkiye;  ülkemiz bütünlüğü için bir tehdit olarak algılanan Barzani özerk kürt yönetimi ile işbirliğine sürüklenmiştir.
  • Sınırlarımızın dibinde Suriye kuzeyinde özerk bir kürt bölgesi kurulması tehdidi ile karşı karşıya kalınmıştır.
  • Suriye krizi, Türkiye’nin Ortadoğu ve Arap dünyasında yapacağı hamlenin önünde engel olmuştur.
  • PKK terör örgütüne karşı Irak, İran ve Suriye ile sağlanan işbirliği yok olmuştur. PKK yeni olanaklara kavuşmuş, terör eylemleri ülke geneline yayılmıştır.
  • Türkiye kendi içine kapanmış, terör olayları ile uğraşır duruma düşmüştür.
  • Türkiye’ de kamuoyu bölünmüş, ortak bir kanaat oluşmamıştır.
  • Suriye ile 2 milyara varan ticaret durmuştur.
  • Türkiye’yi, Suriye krizine sürükleyen ABD, krizi kendi haline bırakmış, Türkiye yalnız kalmıştır.
  • İsrail’in can düşmanlarından olan Suriye kendi derdine düşmüş, İsrail rahatlamıştır. Türkiye'nin tutumu İsrail'in çıkarlarına hizmet eder olmuştur.
Suriye krizi’nde takip edilen dış politika; Türkiye’nin bölgesel güç olma hayalinin de sonunu getirmiştir.


        
 http://haber.gazetevatan.com/pkknin-suriye-uzantisi-pyd-sinirda-ordu-kurdu/485368/1/Manset

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1103108&CategoryID=81

1 Ekim 2012 Pazartesi

“PKK, Müzakare İle Değil, Lider Kadrosunun İmhası İle Bitirilir.!"


            AKP iktidarı ile birlikte; PKK ile mücadele yeni aşamaya girdi. “Bir taraftan  müzakere, bir taraftan da mücadele “ olarak ifade edilen bu yeni stratejiyle, ilk kez PKK ile Devlet arasında müzakere dönemi başlamış oldu.  Buradaki öngörü, İç hukuk’ta bir takım düzenlemeler yapılarak PKK’nın silah bırakacağının ve sorunun sonlandırılacağının sanılmasıdır. Bu görüş Türk Devleti adına stratejik bir yanılgıdır.
            Çünkü bunun yanılgı olduğunun 2 önemli nedeni vardır. Birincisi; PKK’nın silah bırakmasını uluslararası konjektörün müsaade etmeyeceği gerçeğidir. Diğer asıl etken ise; PKK’nın varoluş nedeninin müzakerelerle  yok edilebilecek  türden konular olmamasıdır. 
            PKK,  bölgede yaşayan insanlara masumane bir takım hakların elde edilmesi veya yörede ekonomik gelişmişlik yaratılması, yaşam şartlarının iyileştirilmesinin sağlanması amacıyla kurulan bir örgüt değildir. PKK, Türkiye’nin bütünlüğünü hedef alan ve buna ulaşmak için silahlı mücadeleyi esas yöntem olarak  belirleyen bölücü bir terör örgütüdür.
             Konunun anlaşılması açısından PKK ile mücadelede geçmiş süreci, ulaşılan sonuçları çok kısa özetleyerek, anafikrimi özetlemek istiyorum:

   A.  PKK’nın Amacı ve Mücadele Yöntemi;

            Bizzat Abdullah ÖCALAN tarafından hazırlanan ve 1978 yılında yayınlanan 68 sayfadan oluşan “Kürdistan Devriminin Yolu-Manifesto”  isimli dokumanla mücadele stratejisi belirlenmiştir. Örgütün kuruluş tüzüğü bu manifestoya göre oluşturulmuştur. Buna göre; Marksist-Leninist ideolojik temelde örgütlenen "Kürdistan İşçi Partisi- Partiya Karkeran Kurdistan (PKK); Türkiye'nin güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran'ın kuzeybatısındaki bölgede, bağımsız bir Kürt devleti kurmak amacıyla kurulmuştur. Sözde kurtarılacak topraklar 4 farklı ülkede olmasına rağmen,  temel mücadele alanının Türkiye olacağı ilan edilmiştir.
            Örgüt, Bağımsız Birleşik ve Demokratik bir Kürdistan kurma hedefine “Uzun Süreli Halk Savaşı” ile ulaşılacağını bu stratejik amaca ulaşmak için “Parti - Cephe - Ordu” örgütlenme modelinin temel alınacağı belirlemiştir. Ve nihai hedefe ancak silahlı eylemlerle ulaşılacağı kararlaştırılmıştır.  Kuzey Kürdistan olarak isimlendirdiği Türkiye’nin doğusunda, devlet gücünün tasfiye edilerek, Türk askeri varlığının yok edilmesiyle amaca  ulaşılacağı planlanmıştır.
           
       PKK’nın  uygulamaya koyduğu Uzun Süreli Halk Savaşı; 


  • Stratejik Savunma,  
  • Stratejik Denge
  • Stratejik Saldırı  olmak üzere üç aşamadan ibaretti.
           
            PKK; 30 Temmuz 1979 tarihinde Adalet Partisi (AP) Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Celal Bucak’a saldırarak, olay yerine bırakılan “PKK’nın Kuruluş Bildirge’si” ile  kuruluşunu ilan etti. Bu bildiride örgütünün amaçı, uygulanacak yöntem ve mücadele tarzı açıklanmaktaydı.
            PKK; uzun süreli halk savaşı stratejine göre, Gayri-nizami /Gerilla tarzı askeri örgütlenme içerisinde 1984 yılından itibaren terör eylemlerine başladı. İlk etapta silahlı propaganda birimleri halinde yürütülen silahlı propoganda grupları daha sonraları; Gerilla örgütlenme tarzında yaygınlaştı. Faaliyet gösterilen ülkemiz toprakları sözde  “EYALET- BÖLGE- MINTIKA- “alanlarına ayrıldı. Bu alanlardan sorumlu CEPHE (ERNK) ve ORDU (ARGK) unsurları görevlendirildi.
            Örgüt 1990 lı yılların başında “Stratejik Denge” aşamasına geçtiğini düşünerek, Tabur büyüklüğünde hareketli silahlı birlikleriyle, bölgede terör eylemlerini artırdı. Ve Türk Ordusu ile mücadelede farklı bir mücadele tarzını benimsedi. Hareketli savaş olarak isimlendirilen bu tarz mücadeleyle; BOTAN-BEHDİNAN hükümetinin kurulması, öncelikle sözde BOTAN eyaletinde “Kurtarılmış bölgeler-Kızıl alanlar” oluşturmayı hedefledi. Ancak, dönemin siyasi iktidarlarının ilkeli duruşu ve yürütülen askeri mücadelenin başarısı bunu engelledi ve  örgüt amacına ulaşamadığı gibi ciddi kayıplara uğradı.
            Abdullah ÖCALAN’nın 16 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanması, örgütte önemli bir darbe vurdu. İlk kez üst düzey örgüt mensubu,  hem de örgütün kurucusu yakalanmıştı.  Ancak, bu başarının devamı gelmedi. PKK’nın diğer üst yönetimine, lider kadrosuna yönelik benzer bir operasyon yapılmadı. Örgüt bu olayın tesirini 2005ten itibaren üzerinden attı ve askeri yapılanmasını tekrar harekete geçirme başarısını gösterdi. Bu süreçte, örgüt yeniden teşkilatlanma ve yapılanmaya giderek yeni bir komuta,  sevk-idare tarzını geliştirdi.

B. PKK’ya Verilen Uluslararası Destek;

            PKK'yı diğer isyanlardan ayıran en belirgin özellik; örgüte verilen dış destekle Türkiye sınırları dışında konumlama gücüne kavuşturulmuş olmasıdır. Örgüte;AB ülkeleri, komşu ülkeler, Rusya, İsrail ve ABD desteklemektedir. ABD desteği, örgüte yaşamsal manevra imkanı vermektedir.  Özellikle günümüz dünya konjektöründe ABD’ nin tavrı PKK ile mücadelede belirleyici önemdedir.
            Irak’ı işgal etmek isteyen ABD’nin istediği 1 Mart tezkeresi TBMM’de red edildi. Bu karardan 4 ay sonra, 4 Temmuz 2003’te K. Irak’ta bulunan Türk askerlerinin başına çuval geçirildi. Türkiye bir NATO ülkesi olmasına rağmen, yine bir NATO ülkesinin düşmanca tavrı ile karşı karşıya kaldı. Türk askerleri, sözde stratejik müttefik ABD Ordusu mensuplarınca aşağılayıcı muameleye tabi tutuldu. Özel eğitimli Türk askerleri, PKK ile mücadele için bölgede, ABD'nin bilgisi dahilinde bulunmaktaydı. Türk tarihinde benzeri olmayan bu aşağılayıcı olaydan sonra, Türkiye bir daha K.IRAK’a sınır ötesi operasyon icra edemedi. Türk Ordusu’nun, sınır ötesi operasyon yapma arzusu ABD tarafından şiddetle red edildi. Öte yandan PKK, Kuzey Irak'ta 2006’da Türk Büyükelçiliği'nin 500 metre ilerisine Öcalan Kültür Merkezi adı altında bir propaganda ofisi açtı. Türkiye buranın kapatılması için nota verirken, ABD'lilerin ilk açıklaması "Biz böyle bir merkez görmedik" şeklinde olmuştur.
            Örgüte sağlanan uluslararası medya desteği de azımsanamayacak önemdedir. PKK,  AB ülkelerinde başta Almanya'da çok sayıda basılı ve görsel medyaya sahip olmuştur. PKK nın propaganda organı “Serxwebun (Özgürlük)” gazetesi 1980'li yıllardan beri bu ülkede yayımlanmaktadır. PKK’nın propagandasını yapan televizyonu Danimarka’dan yayınına devam etmektedir.
            Diğer yandan Suriye krizi ile birlikte; Rusya - Suriye - Irak ve İran bir blok halinde Türkiye’ye karşı cephe almışlardır. AKP iktidarının Suriye politikasına karşı olan bu 4 ülke, PKK’ya yeni imkânlar sunmuştur. Bu denklem içinde yeni olanaklara kavuşan PKK’nın terör eylemleri,  2012 de başta Güneydoğu Bölgesi olmak üzere, aniden artmış ve tüm ülke geneline yayılmıştır.

C. PKK ile Mücadelede Kuzey Irak ve Kandil Dağı’nın Önemi;

            PKK’nın askeri varlığının ve örgüt gücünü koruması Kuzey Irak’ta sağlanan barınma imkanlarıyla mümkün olmaktadır. Türkiye’ye bitişik sınır bölgelerinde onlarca PKK kampı bulunmaktadır. Irak- Türkiye sınır bölgesinin denetim ve kontrolü PKK'nın elindedir.   PKK bu bölgeden kolayca Türkiye’ye sızmakta ve sınır bölgesinde süreklilik arz eden eylemlerine devam edebilmektedir.  
            Daha önceleri, Suriye-BEKAA vadisinde üstlenen PKK, 1990'ların başından itibaren Kuzey Irak'a yerleşmeye başlamıştır. Türk Ordusu’nun yoğun operasyonlarından bu şekilde, sınırın öte yakasında ana üsler kurarak imhadan kurtulmuştur.
             Irak Savaşı (2003)  PKK’ya yeni olanaklar sunmuştur. Irak’ta bulunan Kandil Dağı örgüt kullanımına açılmıştır. PKK; Türkiye’ye 100 km mesafede ve İran sınırında olan  Kandil Dağı ve çevresinde Ana Karargahını oluşturmuştur. Örgüt lider kadrosu bu bölgeye taşınmıştır. Bugüne kadar Kandil Dağı bölgesine kara veya hava harekatı yapılmamıştır.   K.ırak bölgesinde Türk varlığına karşı çıkan ABD, Irak’tan çekildikten sonra Irak hükümetinin tavrı  da benzer şekilde olmuş, karşı çıkılmıştır. Sınır ötesi kara harekatı yapamayan Türk Silahlı Kuvvetleri, PKK üslerini Türk Hava Kuvvetleri ile vurmaktadır. Bu hava operasyonları Irak tarafından kabul görmemektedir.
      En son olarak; 26 Eylül 2012’de New York Times Gazetesi'ne konuşan Irak Parlamentosu Güvenlik Komitesi Başkanı İskender Vitvit  "Türkiye'nin Irak topraklarında PKK'yı hedef aldığı saldırılara karşı ordumuz hazırlanacak. Allah'ın izniyle bu uçakları düşürmek için Irak'ı silahlandıracağız" diyerek açık bir şekilde düşmanca tavır ortaya konulmuştur.
            Benzer şekilde Kuzey Irak Kürt yönetimi de açıktan örgüte destek olmakta, PKK’yı terör örgütü olarak görmemekte ve sınır ötesi kara harekâtına karşı çıkmaktadır.  Diğer yandan Suriye krizi ile ortaya çıkan iktidar boşluğundan da yararlanan BARZANİ, PKK ile birlikte hareket etmekte; Suriye’nin kuzey bölgesinde bulunan Kürtleri ayrımcılık konusunda desteklemekte, askeri eğitimler vermekte ve silahlandırmaktadır.

D. Türk Ordusunun Alan Hakimiyeti ve Sınır Ötesi Operasyonları:

1.       Alan Hakimiyeti;

            Türk ordusu; PKK ile mücadelede Alan Hakimiyeti stratejisi geliştirmiştir. Bu strateji; PKK'nın “Kırmızı Bölge-Kurtarılmış Alanlara” ulaşmasını ve alanda PKK’nın üstlenmesini engellemek  için uygulanmıştır.  Bu konseptle PKK’nın üstenmeye çalıştığı muhtemel bölgelere askeri birlikler yerleştirilerek, arazinin PKK kontrolüne geçişi engellenmiştir.  Bu taktikle paralel olarak; bölge genelinde 982 köy ve 1.674 mezranın boşaltılmış ve toplam 49.593 aile ve 310.921 kişi göç etmiştir.
            PKK ile mücadelede ciddi insan kaybı yanında, önemli miktarda  bütçenin de ayrılmasını zorunlu kılmıştır. PKK ile mücadelenin bazı dönemlerinde Türkiye Cumhuriyeti'nin savunma harcamalarına ayırdığı miktar bütün harcamalarının %10'una kadar yükselmiştir.

            2. Sınır Ötesi Operasyonlar;

            PKK nın Kuzey Irak’taki üstlenmesini darbelemek adına hem kara hem de havadan yapılmıştır. 1984’ten bugüne kadar 25 civarında sınır ötesi kara operasyonu yapılmıştır. Sayısız hava harekâtı icra edilmiş, bu operasyonlarla örgüte ciddi kayıplar verdirilmiştir. Ancak, bu kayıplar örgütü tasfiye noktasına getirmemiştir. Diğer yandan bu operasyonlar bütçeye ciddi yük getirmiş, maliyeti 300 milyon doları bulan sınır ötesi kara operasyonları yapılmıştır.  
            Sınır ötesi kara operasyonları sınırın en fazla 25-30 km derinliklerine kadar yapılmış, PKK’nın topyekun yenilmesi gibi bir gaye güdülmemiştir. Sınırlı ölçüde örgütün silahlı güçlerinin imhası hedeflenmiştir. Örgütü yöneten üst düzey kadronun imha edilmesini amaçlayan bir operasyon yapılmamıştır. 30 yılı aşkın bir süredir, PKK'nın lider kadrosuna yönelik, operasyonların icra edilmemesi düşündürücü olduğu kadar, PKK ile mücadelede karamsarlığımızın nedenlerinden de birisini oluşturmaktadır.

E. PKK,  İle Yapılan Müzakareler;

            PKK ile yapılan müzakereler, genelde örgütün zora düştüğü, çıkış yolu aradığı dönemlerde, örgüt inisiyatifinde olmuştur. Örgüt bu dönemleri bir kriz yönetimi strateji ile yönetmiş, zaman kazanmıştır.  Müzakereler sonunda kazanan taraf PKK olmuştur.

            1. Abdullah Öcalan ile yapılan müzakareler ( 1999 );

Örgüt lideri Abdullah ÖCALAN’nın yakalanması ile başlayan süreçte, müzakere süreçi yaşanmıştır. Bu müzakereler sonucunda PKK, eylemleri sonlandırmış ve silahlı unsurlarını Kuzey Irak alanına çekmiştir.  Bu süreçte; Alan Hakimiyeti stratejinden vaz geçilmiş, PKK ile mücadele için tesis edilen bir çok üs bölgesi boşaltılmış bir rahatlama dönemine girilmiştir.
            Örgüt ise, bu süreci yeniden toparlanma ve teşkilatlanma süreci olarak çok iyi kullanmıştır. Örgüt; kendini yenilemiş, mensupları eğitilmiş,  yeni elamanlar kazandırılmış ve yeni lojistik imkanlara kavuşmuştur.

            2. PKK Yöneticileri ile Oslo’da Yapılan Görüşmeler (2010-2011);

            Basına çıkan haberlere göre; AKP’nin siyasi direktifleri doğrultusunda MİT ile PKK yöneticileri arasında 2010 yılından beri Norveç'in başkenti Oslo’da görüşmeler yapılmıştır. Görüşmelerin tam olarak ne zaman başladığı, kaç kez yapıldığı bilinmemektedir. Türk devleti adına tam olarak neler vaad edildiği, PKK’ nın ne istediği açıklığa kavuşmamıştır.  
            Görüşmelerin kesilmesinden sonra, PKK ülke genelinde terör eylemelerini artırmıştır. Hiç öngörülmemiş bir şekilde terörü tırmandırmış, Devlet hazırlıksız yakalanmış, ülkemiz 1990 lı yıllara geri dönmüştür.   Örgüt lider kadrosundan  KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, 1 Ekim 20122’ de Azadiya Welat gazetesine "Eğer yeni Oslo görüşmeleri olacaksa Kürt Halk Önderi için özgürlük talebini dikkate almak zorundalar.” açıklamasında bulunmuştur.  PKK, yeni bir dayatmayla, Abdullah ÖCALAN’na özgürlük verilmesi halinde görüşmelerin yapılacağını deklare etmiştir.

F. PKK ile Mücadelede lider Kadronun Önemi;

            Örgüt; lider kadro arasından seçilen Merkez Komite (Başkanlık Konseyi) tarafından yönetilmektedir. Merkez Komite ismi ve seçilen sayısı değişmekle birlikte, üstlenilen işlev aynı olmaktadır. Merkez Komite; kongre veya konferans olarak adlandırılan toplantılarda alınan kararlarla örgütü yönetmektedir.
            Burada en düşürücü olan, PKK’nın 1978’de Birinci Kuruluş Kongresine katılan lider kadronun halen örgütü yönetiyor olmasıdır. Abdullah ÖCALAN (Örgüt lideri) Murat KARAYILAN(Merkez Komite Üyesi),  Cemil BAYIK (Merkez Komite Üyesi), Ali Haydar KAYTAN (Merkez Komite Üyesi), Duran KALKAN (Merkez Komite Üyesi).
            PKK’nın bugüne kadar ayakta kalmasındaki en büyük etken, lider kadroya yönelik operasyon icra edilememesidir. PKK’yı kuran kadro 1978 den beri örgütü yönetmektedir. Ülkemizde 35 yılda, birçok hükümet, Başbakan ve bürokrat değişmiş, terörle mücadele usul ve yöntemlerinde bile, kesintiler olmuşken,  PKK’nın mücadele stratejini belirleyen kadro değişmemiş, kesintisiz aynı kişiler tarafından devam edilmiştir.
            PKK ile mücadele göstermiştir ki, Müzakerler yapılarak, terörist öldürülerek PKK'ya ciddi bir darbe vurulamamaktadır.  PKK tarihindeki en büyük darbe, Abdullah ÖCALAN’nın yakalanmasıdır. Ancak, lider kadrosuna yönelik benzer operasyonların devamı gelmemiştir.  PKK, çekirdek bir ekip tarafından yönetilen, askeri bir örgütlenmedir.  Emir –komuta birliğinin yok edilememesi, örgüt yöneticilerini cesaretlendirmiş ve militan kadronun hevesini, motivasyonunu artırmıştır. 
             
Sonuç;
           

  • Türk devletinin takip ettiği dış politika, PKK’nın güçlenmesine zemin hazırlamıştır. AKP hükümeti, aniden Suriye ile ipleri germiş, ESAD yönetimini açıktan hedef almıştır.  Bu politika; komşu ülkeler Irak ve İran tarafından tepkiyle karşılanmış, Rusya tarafından da onay görmemiştir. Komşu ülkelerin açıktan desteğini alan PKK eylemlerini tırmandırmaya devam etmektedir.
  •  Irak’ta üstlenen PKK’ya, İsrail ve ABD’nin örtülü ve gizli desteği devam etmektedir. Önümüzdeki süreçte bu siyasi denklemenin devam edeceği,  PKK’nın uluslararası desteğinin önlenmesinin mümkün olmayacağı  görünmektedir.
  •  Oslo müzakereleri de göstermiş ki, teröristlerle müzakere edilerek örgütün tasfiyesi veya silahlı eylemlerinden vazgeçirilmesi mümkün değildir. Örgüt silahlı güçünü, hedeflerine ulaşmada geleceğinin garantisi olarak görmekte, asla silah bırakmayı kabul etmemektedir. Nitekim,  Müzakarelerden sonra ülke genelinde terör eylemlerine tekrar başlamıştır.
  • Türk devleti yöneticilerinin; “Hem müzakare, diğer taraftan mücadele”  stratejisi ile örgütle müzakareyi bir yöntem olarak belirlemesi geri dönüşü olmayan çok ciddi sorunlarıda beraberinde getirecektir. PKK, bir siyasi hareket olarak Devlet tarafından resmen tanınmasının kapısı aralanmış,  Türkiye dışında 3 ncü ülkeler tarafından da Siyasi bir hareket olarak kabul görmesinin önü açılmış olacaktır. Bu da, PKK'nın amaca ulaşmada elde edeceği en büyük Stratejik Başarı demektir.
  • Diğey yandan bu tür mücadele yöntemi; PKK ‘ya cesaret verecek ve yeni terör eylemleri için zaman kazanılmış, devlet otoriteside ciddi zaafa uğratılmış olacaktır.
  •  Müzakerelerle bir sonuca gidilmesi mümkün değildir. Müzakare süreci PKK nın elini güçlendirmekte, süreç PKK lehine işlemektedir.  PKK ile mücadele  askeri  anlamda  kesintisiz devam etmeli, yeni bir konsept ortaya konulmalıdır. Tüm alanlarda mücadele devam ederken;  asıl hedef örgüt lider kadrosu  olmalıdır.  Örgüt lider kadro üzerinde baskı artırılmalı, tüm olanaklar seferber edilmelidir.
  • Milyarlarca dolar teöristle mücadeleye ayrılmakta, ülkemiz gündeminde PKK öncelikli gündem olmaya devam etmektedir.  Aynı şekilde Lider kadronun tasfiyesi içinde milyarlarca dolar ayrılmalıdır. Gelinen noktada lider kadro tasfiye edilmeden PKK'nın imhası mümkün değildir. Eğer PKK Türkiye gündeminden bertaraf edilmek isteniyorsa mücadele konsepti; "teröristle mücadele devam ederken asıl  hedef PKK’nın lider kadrosu olmalıdır."