17 Ocak 2014 Cuma

AKP: “Muktedir Hâkimiyet ’ten, Mutlak Yenilgiye'mi - 1"

Devlet gücünün 3 temel asli unsuru var: Nufus, Ülke ve Hakimiyet

Bilindiği gibi yönetim şekli ne olursa olsun devletin 3 asli unsuru var. Bunlar: “Nüfus,  Ülke ve devlet gücünün kullanımı olan Hâkimiyet’tir.”

Demokrasi ile yönetilen devletlerde hâkimiyet; “seçimle işbaşına getirilen, yani hükûmet olan siyasi partiler aracılığıyla evrensel hukuk normlarına göre” kullanılır. Hükûmet olan siyasi parti; yasaların öngördüğü kurallar dâhilinde yönetim sergiler.

Siyasi iktidar, hâkimiyeti; “bir başka güçle paylaşmaz ve ya kısmen de olsa devretmez.”   İktidar gücünün paylaşımı yaşanabilecek muhtemel iç çekişmeye bağlı olarak devleti; kaos, iç çekişme hatta iç savaşa sürüklemesi bile mümkündür. Bugün ülkemizde Cemaat-AKP mücadelesi olarak lanse edilen ve devlet hâkimiyetini paylaşan güçler arasındaki çekişmeyi buna kısmî bir örnek gösterebiliriz.

Demokratik sistemin sağladığı olanaklar bazen, amaca ulaşmak için kullanılan bir araçta olabilir. 

Hitler Almanya’sı buna en iyi örnektir. Günümüzde buna en yakın benzetme Mısır’daki Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketi olmuştur. İhvan demokratik sistemin sağladığı olanaklarla seçim kazanmıştır. Ancak, ülkeyi kökten şekillendirme ve “Şeriat Devleti"  kurma girişimi kabul görmemiş, yönetimi devrilmiştir. “iktidar olmakla birlikte, muktedir olamamıştır.”

Ülkemizde 2002’den beri AK Parti’nin devlet yönetme tecrübesine şahitlik ediyoruz. AKP, iktidarı süresince haklı ve gururlu bir sevinç yaşamış, birçok başarılı proje ve gelişmeye ön ayak olmuştur. Ancak, zaman içerisinde ortaya çıkan ve bizlerinde tanık olduğumuz bir dizi sorunu beraberinde getirmiştir. AKP üst kadrolarının bazılarının başta yolsuzluk - rüşvet batağına girdiği, diğer yandan siyasi ittifaklarıyla yaşanan rekabete bağlı olarak "devlet krizi boyutunda"  bir çatışma yaşandığı, yasal değişiklik ve uygulanan yönetimlerle devlet kurumlarının genleriyle oynandığı,  bürokrasisinin zaafa uğratıldığı ve  devlet'in ciddi tahribata uğratıldığı  görülmüştür.

Bu yazıda AKP iktidarı konu edilecektir. İlk bölümünde AKP'nin  “muktedir iktidar” süreci,  İkinci bölümde ise bundan sonraki “muhtemel gelişmeler” bir öngörü içinde “eleştirel bir gözle“  ele alınacak ve özetlenecektir:

     1. AKP'nin Muhtedir İktidar Süreci;

      a. İslamcı bir Parti Olarak Adlandırılan AKP’nin İktidara gelmesi;

AKP, son 11 yıla damgasını vurmuştur.  Girdiği seçimlerden güçlenerek, başarıyla çıkmış, hükûmet olmuştur. AKP’ye;
  • Daha önceki, siyasi iktidarların başarısız idarelerinden bezgin olan geniş halk yığınları,
  • Örgütlü  dini gruplar ve cemaatler kitle halinde destek vermiştir.

Kurulurken ve kamuoyuna programını deklare ederken “dini referans alınmadığı, İslamcı bir parti olmadığı” beyan edilmiştir. AK Parti kuruluşunda kendini muhafazakâr ve demokrat olarak tanımlamış olsa da, partinin kurucularının ve geniş tabanının ‘İslamcı’ gelenekten beslendiği görülmektedir. AKP’de “İslami referanslar” partiyi oluşturan kadrolarda baskın görülmektedir. Bu İslamcı kimlik, AKP’nin; “Ilımlı İslami bir parti” olarak adlandırılmasına neden olmuştur.

İktidar olmakla birlikte kadrolaşmaya gidilmiş, kamu istihdamında; “dine, inanca, dindarlığa bağlı” olma durumu bir kıstas olarak alındığı gözlenmiştir. AKP kurmaylarının "dindar gençlik"  yetiştime istekleri deklare edilmiştir. Diğer yandan dini cemaatlerle yapılan işbirliği dikkati çeken,  belirgin göstergelerden biri olmuştur. Tüm bunlarla birlikte daha önceki iktidarların aksine,  "devleti yeniden değiştirme ve dönüştürme" adına yapılan değişikler ve AKP tarzı yönetim tarzı; “Düşük Yoğunlukta Devrim” olarak kabul görmüştür.

Batı’da “Ilımlı İslami Hükûmet“ olarak adlandırılan AKP’ye,  ABD’den ciddi destek gelmiştir.  ABD, Müslüman dünyaya özellikle Ortadoğu’da AKP liderliğindeki Türkiye’yi sunulacak örnek  “model ülke “ olarak görmüştür.

Nitekim Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanlığı” görevi bir övünç olarak ilan edilmiştir.

         b.   İktidar Hâkimiyetin Paylaşılması;
        
Devlet bürokrasisinde kendi siyasi kadrosu olmadığı görülen AKP, Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde bürokrasiyi yeniden şekillendirdi. Karşılıklı ve örtüşen çıkarları gereği AKP, Cemaate yaklaştı. Mensuplarının devletin üst yönetimleri de olmak üzere kadrolaşmasına fırsat ve imtiyaz verdi. Devlet memurluğunda liyakat, kariyer, başarı gibi evrensel kriterler yerine, “dindar olma” bir kıstas olarak öne alındığı gözlendi.

AKP,  paylaşılmaz ve devredilemez “Hâkimiyet gücünü'nün”,  "Cemaat" ile paylaşıldığı alenen söylenir oldu. Devlet bürokrasisi Cemaat mensubu ve dindar olarak nitelendirilen kadrolarla dolduruldu. Ciddi gözlemcilerce;  Adalet, emniyet, eğitim gibi önemli devlet kurumlarının cemaate teslim edildiği ifade edilmekteydi. Hatta TSK da % 10-15 Subay’ın cemaat mensubu olduğu iddia edilir olmuştur. İktidar gücüne ortak olan cemaat olanca güçle, AKP iktidarına destek vermiş ve bürokratik hâkimiyetini AKP emrine sunmuştur.

Daha önce bir benzeri olmayacak bir tarzda, "Devlet içinde siyasi iktidarı elinde bulunduran AKP hükûmeti yanında,  birde kendi cemaat nizamına göre hareket eden, organize bir ikincil güç oluşmuş oldu." Devlet Hâkimiyetinin siyasi iktidar harici başka bir güçle paylaşılması örneği, AKP’nin Türk siyasi tarihine bir hediyesi  oldu.

Gelinen noktada; iktidar gücünün, sınırlıda olsa "hükûmet dışı güçlerle (Cemaat)" paylaşımı yadsınamaz ölçüde sorunları da beraberinde getirmiştir. Cemaat ile girilen rekabet;  % 50 ile iktidar olan bir siyasi partinin, iktidar olma konusundaki sıkıntılarını  ortaya çıkarmıştır.
          
            c.      TSK ‘nın Tasfiyesi;

Devletin laik yapısı konusunda hassas olduğu bilinen ve irticayı çağrıştıracağı iddia edilebilecek yasal veya idari değişimlere direneceği öngörülen TSK, bu süreçte, "AKP-Cemaat ittifakının" en belirgin ve öncelikli hedefi haline getirildi.

Gündeme alınan ve gerçek olduğu konusunda ciddi endişe ve kaygı taşınan suçlama ve tahkikatlarla TSK'nın tasfiye süreci başlatılmıştır. General sayısının yaklaşık  % 30’u tutuklandı veya emekli edildi. Diğer yandan sayıları binlerle ifade edilen subay, astsubay TSK’dan emekliliğini istedi, ayrıldı. TSK hem moral değerleri, hem de yetişmiş personel kaybı olarak telafisi imkânsız kayba uğradı.

Ayrıca;  TSK içinde ABD-NATO karşıtı fikirlerin filizlenmesine ön ayak olan kadrolar devre dışı bırakıldı. Milli Dış politika yürütülmesi savunan ve bu yüzden ABD çıkarları ile çatışan TSK kadrolarının tasfiyesi sağlanmış oldu. 1  Mart teskeresine karşı çıkan TSK cezalandırıldı.
          
ABD, NATO’nun 2 nci büyük ordusunu dolaylı olarak kontrol altına aldı. Diğer yandan AKP liderliğinde “Ilımlı İslam Hükûmeti” nin sağlıklı bir şekilde tesis edilmesini sağlamış oldu.
        
        d.       Milli Değerlerin Tartışmaya Açılması;
       
Öte yandan reform adı altında yapılan bir takım değişiklikle devlet yeniden tanzim edildi. Bir nevi “Sivil Darbe” yapıldı.

Resmi bayramların kutlanış şekli değiştirildi, Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi TC’ nin kaldırılması tartışmaya açıldı ve bazı alanlarda da kaldırıldı. Türk milliyetçiliğini çağrışımı yaptığı savıyla Andımız okullardan kaldırıldı. Üniter Milli devlet ve Türk’lük tartışmaya açıldı.  TSK nın itibarsızlaştırılması had safhaya ulaştı. Diğer yandan Atatürk’e yapılan saldırılar bu dönemde olanca hızla arttı.  Tüm bunlarla birlikte toplumsal çatışma derinleşmiştir.
      
     e. PKK ile Çözüm Süreci (Güney Doğu’da “PKK Paralel Devleti” İnşa Süreci);
       
Cemaat ile yapılan etkin işbirliği ve TSK nın tasfiyesi ile gücünü pekiştiren AKP, daha sonra bu işbirliğine PKK ‘da dâhil oldu. Yani, “AKP+Cemaat+PKK” ülkeyi yöneten güçler olduğu izlemi yaratıldı. Terörist başı Abdullah Öcalan’a methiye sözler bile söylenmekteydi. PKK’nın istediği yasal değişiklikler sanki; reform-ileri demokrasi adına yapılıyormuş gibi lanse edilerek, bir biri ardına idari ve yasal düzenlemeler gerçekleştirildi.

TSK’nın PKK’lı teröristlere operasyon yapması yetkisi sınırlandırıldı. Valilere devrildi. Yani, TSK ateşkes sürecine girdi. PKK silah bırakmadı, silahlı güçleri ülke dışına çıkmadı.  PKK bölgede ciddi rahatladı ve manevra alanı kazandı,  etkinliğini artırdı.

Bölgede; Türk devleti yanında “PKK Paralel Devleti” oluşturulduğu ifade edilir oldu. Diğer yandan gücünün bir kısmını Suriye’ye aktarma ortamı yakalayan PKK, Suriye kuzeyinde özerk bir bölge oluşturmasını başardı ve yeni mevziler kazandı.

AKP, her ne olursa olsun PKK ile anlaşmaya çok istekli görünmektedir. Tüm bunlardan; “PKK ile yapılan pazarlıklarda bazı vaatlerin verildiği ve garanti edildiği” anlaşılmaktadır.

PKK taleplerinin daha nereye kadar olacağı ve ne kadarının AKP tarafından, gerçekleştirileceği bilinmemekle birlikte; PKK’nın isteklerinin tamamına yakınının ancak Anayasa Değişikliği ile mümkün olacağı gözükmektedir.  AKP’nin anayasayı değiştirme gücü olmadığı göz önünde bulundurulduğunda bu sürecinde en nihayetinde Çözüm değil, Çözümsüzlük süreci olduğunu söylemek kâhin olmayacak kadar açık görünmektedir
      
        f. Sünni Merkezli Ümmetçi Dış Politika;
      
ABD’nin Ortadoğu bölgesinde bir model olarak sunmayı öngördüğü AKP, dış politikada ABD’nin çizgisi ve onayı ölçüsünde hareket edebildi. ABD’den onaysız, kendi vizyonu  “Sunni Merkezli Ümmetçi” çizgi olarak adlandırılan politik çıkışları başarısız oldu.  Ve Türkiye tarihinde ilk kez bu kadar yalnızlaştı.
        
Ortadoğu’da Sünni yönetimlerle kurmaya çalıştığı ilişki ve ittifaklar yürümedi. Mısır’da devrik İhvan lideri Mursi ve Hamas örgütüne verilen desteğin ve “Arap Baharı” yaşayan ülkelere yönelik çıkışların bir anlam ifade etmediği görüldü.

Başta komşularımız İran, Irak, Suriye olmak üzere bölge ülkeleri ile anlaşmazlıklara düşüldü. Suriye krizinde izlenen siyasetin, Türkiye’yi Ortadoğu batağına çekme riskini de beraberinde getirdi.  En yakın destekçisi ABD ile ilişkilerde gerginleşmeye neden oldu. Bölgesel sorunların çözümünde AKP dikkate değer bir aktör olamadı.

Hatay ili, Esad muhalifi grupların barınma ve üslenme bölgesi haline geldi. Suriye’de El-Kaide bağlantılı örgütleri desteklediği iddia edilen ve suçlanan Türkiye’ye, ABD başta olmak üzere uluslararası camiadan itiraz geldi. Türkiye’nin El Kaide'ye destek verdiği iddiasıyla ABD’deki politik merkezler ve medya tarafından Türkiye'nin "terör destekçisi ülkeler listesi"ne alınması gündeme getirildi. AKP en son hamlesi; Irak Kürdistan Bölge yönetimi Başkanı Nakşibendi olan Mesut Barzani ile ittifak kurmak oldu. Irak merkezi hükûmetinin tüm itirazlarına rağmen bu işbirliğinin nereye kadar devam edeceği daha şimdiden sorgulanır oldu.

AKP’nin sürdürmeye çalıştığı ve Batı tarafından “Yeni Osmancılık” olarak isimlendirilen diplomatik çıkışları Avrupa’dan uzaklaşma ve  “eksen kayması” olarak eleştirildi. Buna rağmen ulusal medya’da Tayyip Erdoğan’ının; bölgesel ve küresel bir lider olduğu, bölgede sözü geçen bir devlet adamı olduğu söylemi ısrarla yazılmaya devam edildi. AKP'nin kısaca dış politikada gelinen yeri; "Batıdan uzaklaşma, komşularıyla çatışma olmuştur."
         
            g. Eski Türkiye-Yeni Türkiye söylemi;
       
AKP kurmay ve yöneticilerince; eski Türkiye’den farklı olarak yeni bir Türkiye yaratıldığı teması yaygın olarak işlendi. Yapılan bir dizi reform ve uygulamalarla;
        "Kemalist yapının dağıtıldığı, TSK kaynaklı askeri vesayetin yok edildiği, demokrasi düşmanı darbe yanlısı kişilerden hesap sorulduğu, bu kişilerin yargılanmalarının sağlandığı, başörtüsüne özgürlük getirildiği, muhafazakâr-dindar kesimlerin mağduriyetinin giderildiği, elitlerin değil halkın demokrasisinin inşa edildiği ve ileri düzeyde demokrasi getirildiği, PKK terörünün bitirildiği, IMF borçlarının kapatıldığı, ciddi ekonomik gelişmelere çığır açıldığı, ortaya konulan dış politika ile dünyada olup bitene kayıtsız kalınmadığı, bölgesel bir güç haline gelindiği"  savunmasıyla   “Hayaldi Gerçek Oldu” söylemi döneme damgasını vuran slogan oldu.

Diğer bir söylemde; hesabın sadece halka verileceği savıydı. % 50 ile iktidar olan bir hareketin sadece ve sadece halk tarafından denetlenebileceği, başka bir merci tarafından denetim kabul görmeyeceği ısrarla işlenmekteydi.
       
Demokrasinin olmazsa olmaz şartının sadece oy ile endeksli olduğu öne çıkarıldı. Oysa, demokratik seçimler iktidarın oy ile el değiştirmesi temel göstergelerden biri olduğu herkesçe bilinen bir kıstastı.  En az onun kadar önemli olan evrensel hukuk ve yönetim normlarına bağlı kalınması, muhalif grup ve kitlenin talep ve arzularının göz ardı edilmemesi, kişi hak ve özgürlüklerine bağlı kalınması gerektiği her nedense görmemezlikten gelinmekte, göz ardı edilmekteydi.

AKP bu konuda zaman zaman despotik ve dikta rejimlerini andıran uygulamalarıyla da dikkati çekmiştir. Özellikle geniş yığınların katılımıyla ortaya çıkan Gezi Parkı gösterilerinin bastırılması için ortaya konulan orantısız ve ezici güç, tüm dünya’da, bağımsız gözlemciler tarafından eleştirildi. Diğer yandan özgür basın ve gazeteciler ciddi baskıya maruz kaldığı ve bir kısım gazetecinin tutuklandığı görüldü.

Gezi Parkı eylemeleri sonrasında Avrupa ve ABD ‘den ciddi anlamda eleştiriler geldi.  “Ilımlı islami bir Hukumet”e verilen desteğin, “despotik  bir yönetime” yönelmesi halinde  tasvip görmeyeceği  ortaya çıktı. AKP,  bu olaylara yaklaşımı nedeniyle ABD ve Batı ülkelerinde ciddi destek kaybına uğramıştır.

Yeni Türkiye’de ileri sürülen bir argüman da;  her türlü muhalif grubun arkasında küresel güç ve sermayenin olduğunun ileri sürülmesi olmuştur. Bu güçlerin AKP’ye cephe aldığı ve iktidarlarını hedeflediği savı bıkmadan usanmadan söylenmiştir. En son olarak Başbakan Tayyip Erdoğan, 17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmaları sonrasında ABD elçisini hedef alan çıkışı, ABD’nin sert tepkisi üzerine bir daha dillendirilmemiştir.
 
       h. Bir İlk: Türk Askeri’nin Başına Çuval Geçirilmesi (4 Temmuz 2003);

Bu konu Türk milleti belleğinde bir travma oluşturduğu için burada özetlenecektir. ABD'nin milli bayramı (Bağımsızlık Günü - Independence Day) kutlamalarının yapıldığı günde;  Kuzey Irak-Süleymaniye’de  “Türk Özel Kuvvetleri”  karargâhına, ABD askerleri Peşmergeler ile birlikte baskın düzenledi. Askerlerin başlarına çuval geçirilmek suretiyle 60 saat alıkonulup, sorgulandı.

Tarihte ilke kez Türk askeri bu kadar küçük düşürücü bir olayla karşılaştı. TBMM'de kabul edilmeyen 1 Mart teskeresi sürecinde ABD lehinde, AKP Hükûmeti yanında pozisyon almayan TSK cezalandırılmak istendi. ABD; 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesinden Türk Ordusunu sorumlu tutuyordu. AKP hükûmeti bu olay nedeniyle ABD’ye hatırı sayılır bir tepki veremedi. Bunun nedeni daha sonra ortaya çıkmıştır. 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün sonra “Felaket ile Flört: Türkiye - Irak - ABD” adlı konferansta CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey yaptığı konuşmada;  “Türkiye’de ilk kez bir İslami partinin iktidara geldiğini hatırlatarak, AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” anlatmaktaydı.
       
İlerleyen süreçte;  TSK’ nın siyasi iktidar eliyle nasıl tasfiye edildiğine, ABD destekli AKP merkezli dizayn edilen yeni Türkiye'de; "kendi milli ordusuna nasıl bir kumpas kurulduğuna" tanıklık etmiş olacaktık.