Devlet gücünün 3 temel asli unsuru var: Nufus, Ülke ve
Hakimiyet
Bilindiği gibi yönetim şekli ne olursa olsun devletin 3
asli unsuru var. Bunlar: “Nüfus, Ülke ve
devlet gücünün kullanımı olan Hâkimiyet’tir.”
Demokrasi ile yönetilen devletlerde hâkimiyet; “seçimle
işbaşına getirilen, yani hükûmet olan siyasi partiler aracılığıyla evrensel
hukuk normlarına göre” kullanılır. Hükûmet olan siyasi parti; yasaların
öngördüğü kurallar dâhilinde yönetim sergiler.
Siyasi iktidar, hâkimiyeti; “bir başka güçle paylaşmaz
ve ya kısmen de olsa devretmez.”
İktidar gücünün paylaşımı yaşanabilecek muhtemel iç çekişmeye bağlı
olarak devleti; kaos, iç çekişme hatta iç savaşa sürüklemesi bile mümkündür.
Bugün ülkemizde Cemaat-AKP mücadelesi olarak lanse edilen ve devlet hâkimiyetini
paylaşan güçler arasındaki çekişmeyi buna kısmî bir örnek gösterebiliriz.
Demokratik sistemin sağladığı olanaklar bazen, amaca
ulaşmak için kullanılan bir araçta olabilir.
Hitler Almanya’sı buna en iyi
örnektir. Günümüzde buna en yakın benzetme Mısır’daki Müslüman Kardeşler
(İhvan) hareketi olmuştur. İhvan demokratik sistemin sağladığı olanaklarla
seçim kazanmıştır. Ancak, ülkeyi kökten şekillendirme ve “Şeriat
Devleti" kurma girişimi kabul
görmemiş, yönetimi devrilmiştir. “iktidar olmakla birlikte, muktedir
olamamıştır.”
Ülkemizde 2002’den beri AK Parti’nin devlet yönetme
tecrübesine şahitlik ediyoruz. AKP, iktidarı süresince haklı ve gururlu bir
sevinç yaşamış, birçok başarılı proje ve gelişmeye ön ayak olmuştur. Ancak,
zaman içerisinde ortaya çıkan ve bizlerinde tanık olduğumuz bir dizi sorunu
beraberinde getirmiştir. AKP üst kadrolarının bazılarının başta yolsuzluk -
rüşvet batağına girdiği, diğer yandan siyasi ittifaklarıyla yaşanan rekabete
bağlı olarak "devlet krizi boyutunda"
bir çatışma yaşandığı, yasal değişiklik ve uygulanan yönetimlerle devlet
kurumlarının genleriyle oynandığı,
bürokrasisinin zaafa uğratıldığı ve
devlet'in ciddi tahribata uğratıldığı
görülmüştür.
Bu yazıda AKP iktidarı konu edilecektir. İlk bölümünde
AKP'nin “muktedir iktidar” süreci, İkinci bölümde ise bundan sonraki “muhtemel
gelişmeler” bir öngörü içinde “eleştirel bir gözle“ ele alınacak ve özetlenecektir:
1. AKP'nin
Muhtedir İktidar Süreci;
a.
İslamcı bir Parti Olarak Adlandırılan AKP’nin İktidara gelmesi;
AKP, son 11 yıla damgasını vurmuştur. Girdiği seçimlerden güçlenerek, başarıyla
çıkmış, hükûmet olmuştur. AKP’ye;
- Daha önceki, siyasi iktidarların başarısız idarelerinden bezgin olan geniş halk yığınları,
- Örgütlü dini gruplar ve cemaatler kitle halinde destek vermiştir.
Kurulurken ve kamuoyuna programını deklare ederken
“dini referans alınmadığı, İslamcı bir parti olmadığı” beyan edilmiştir. AK
Parti kuruluşunda kendini muhafazakâr ve demokrat olarak tanımlamış olsa da,
partinin kurucularının ve geniş tabanının ‘İslamcı’ gelenekten beslendiği
görülmektedir. AKP’de “İslami referanslar” partiyi oluşturan kadrolarda baskın
görülmektedir. Bu İslamcı kimlik, AKP’nin; “Ilımlı İslami bir parti” olarak
adlandırılmasına neden olmuştur.
İktidar olmakla birlikte kadrolaşmaya gidilmiş, kamu
istihdamında; “dine, inanca, dindarlığa bağlı” olma durumu bir kıstas olarak
alındığı gözlenmiştir. AKP kurmaylarının "dindar gençlik" yetiştime istekleri deklare edilmiştir. Diğer
yandan dini cemaatlerle yapılan işbirliği dikkati çeken, belirgin göstergelerden biri olmuştur. Tüm
bunlarla birlikte daha önceki iktidarların aksine, "devleti yeniden değiştirme ve
dönüştürme" adına yapılan değişikler ve AKP tarzı yönetim tarzı; “Düşük
Yoğunlukta Devrim” olarak kabul görmüştür.
Batı’da “Ilımlı İslami Hükûmet“ olarak adlandırılan
AKP’ye, ABD’den ciddi destek
gelmiştir. ABD, Müslüman dünyaya
özellikle Ortadoğu’da AKP liderliğindeki Türkiye’yi sunulacak örnek “model ülke “ olarak görmüştür.
Nitekim Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Büyük Ortadoğu Projesi
Eş Başkanlığı” görevi bir övünç olarak ilan edilmiştir.
b. İktidar Hâkimiyetin Paylaşılması;
Devlet bürokrasisinde kendi siyasi kadrosu olmadığı
görülen AKP, Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde bürokrasiyi
yeniden şekillendirdi. Karşılıklı ve örtüşen çıkarları gereği AKP, Cemaate
yaklaştı. Mensuplarının devletin üst yönetimleri de olmak üzere kadrolaşmasına
fırsat ve imtiyaz verdi. Devlet memurluğunda liyakat, kariyer, başarı gibi
evrensel kriterler yerine, “dindar olma” bir kıstas olarak öne alındığı
gözlendi.
AKP, paylaşılmaz
ve devredilemez “Hâkimiyet gücünü'nün”,
"Cemaat" ile paylaşıldığı alenen söylenir oldu. Devlet
bürokrasisi Cemaat mensubu ve dindar olarak nitelendirilen kadrolarla
dolduruldu. Ciddi gözlemcilerce; Adalet,
emniyet, eğitim gibi önemli devlet kurumlarının cemaate teslim edildiği ifade
edilmekteydi. Hatta TSK da % 10-15 Subay’ın cemaat mensubu olduğu iddia edilir
olmuştur. İktidar gücüne ortak olan cemaat olanca güçle, AKP iktidarına destek
vermiş ve bürokratik hâkimiyetini AKP emrine sunmuştur.
Daha önce bir benzeri olmayacak bir tarzda,
"Devlet içinde siyasi iktidarı elinde bulunduran AKP hükûmeti
yanında, birde kendi cemaat nizamına
göre hareket eden, organize bir ikincil güç oluşmuş oldu." Devlet
Hâkimiyetinin siyasi iktidar harici başka bir güçle paylaşılması örneği,
AKP’nin Türk siyasi tarihine bir hediyesi
oldu.
Gelinen noktada; iktidar gücünün, sınırlıda olsa
"hükûmet dışı güçlerle (Cemaat)" paylaşımı yadsınamaz ölçüde
sorunları da beraberinde getirmiştir. Cemaat ile girilen rekabet; % 50 ile iktidar olan bir siyasi partinin,
iktidar olma konusundaki sıkıntılarını
ortaya çıkarmıştır.
c. TSK ‘nın Tasfiyesi;
Devletin laik yapısı konusunda hassas olduğu bilinen ve
irticayı çağrıştıracağı iddia edilebilecek yasal veya idari değişimlere
direneceği öngörülen TSK, bu süreçte, "AKP-Cemaat ittifakının" en
belirgin ve öncelikli hedefi haline getirildi.
Gündeme alınan ve gerçek olduğu konusunda ciddi endişe
ve kaygı taşınan suçlama ve tahkikatlarla TSK'nın tasfiye süreci
başlatılmıştır. General sayısının yaklaşık
% 30’u tutuklandı veya emekli edildi. Diğer yandan sayıları binlerle
ifade edilen subay, astsubay TSK’dan emekliliğini istedi, ayrıldı. TSK hem
moral değerleri, hem de yetişmiş personel kaybı olarak telafisi imkânsız kayba
uğradı.
Ayrıca; TSK
içinde ABD-NATO karşıtı fikirlerin filizlenmesine ön ayak olan kadrolar devre
dışı bırakıldı. Milli Dış politika yürütülmesi savunan ve bu yüzden ABD
çıkarları ile çatışan TSK kadrolarının tasfiyesi sağlanmış oldu. 1 Mart teskeresine karşı çıkan TSK
cezalandırıldı.
ABD, NATO’nun 2 nci büyük ordusunu dolaylı olarak
kontrol altına aldı. Diğer yandan AKP liderliğinde “Ilımlı İslam Hükûmeti” nin
sağlıklı bir şekilde tesis edilmesini sağlamış oldu.
d. Milli Değerlerin Tartışmaya Açılması;
Öte yandan reform adı altında yapılan bir takım
değişiklikle devlet yeniden tanzim edildi. Bir nevi “Sivil Darbe” yapıldı.
Resmi bayramların kutlanış şekli değiştirildi, Türkiye
Cumhuriyeti’nin simgesi TC’ nin kaldırılması tartışmaya açıldı ve bazı
alanlarda da kaldırıldı. Türk milliyetçiliğini çağrışımı yaptığı savıyla
Andımız okullardan kaldırıldı. Üniter Milli devlet ve Türk’lük tartışmaya
açıldı. TSK nın itibarsızlaştırılması
had safhaya ulaştı. Diğer yandan Atatürk’e yapılan saldırılar bu dönemde olanca
hızla arttı. Tüm bunlarla birlikte
toplumsal çatışma derinleşmiştir.
e. PKK ile
Çözüm Süreci (Güney Doğu’da “PKK Paralel Devleti” İnşa Süreci);
Cemaat ile yapılan etkin işbirliği ve TSK nın tasfiyesi
ile gücünü pekiştiren AKP, daha sonra bu işbirliğine PKK ‘da dâhil oldu. Yani,
“AKP+Cemaat+PKK” ülkeyi yöneten güçler olduğu izlemi yaratıldı. Terörist başı
Abdullah Öcalan’a methiye sözler bile söylenmekteydi. PKK’nın istediği yasal
değişiklikler sanki; reform-ileri demokrasi adına yapılıyormuş gibi lanse
edilerek, bir biri ardına idari ve yasal düzenlemeler gerçekleştirildi.
TSK’nın PKK’lı teröristlere operasyon yapması yetkisi
sınırlandırıldı. Valilere devrildi. Yani, TSK ateşkes sürecine girdi. PKK silah
bırakmadı, silahlı güçleri ülke dışına çıkmadı.
PKK bölgede ciddi rahatladı ve manevra alanı kazandı, etkinliğini artırdı.
Bölgede; Türk devleti yanında “PKK Paralel Devleti”
oluşturulduğu ifade edilir oldu. Diğer yandan gücünün bir kısmını Suriye’ye
aktarma ortamı yakalayan PKK, Suriye kuzeyinde özerk bir bölge oluşturmasını
başardı ve yeni mevziler kazandı.
AKP, her ne olursa olsun PKK ile anlaşmaya çok istekli
görünmektedir. Tüm bunlardan; “PKK ile yapılan pazarlıklarda bazı vaatlerin
verildiği ve garanti edildiği” anlaşılmaktadır.
PKK taleplerinin daha nereye kadar olacağı ve ne
kadarının AKP tarafından, gerçekleştirileceği bilinmemekle birlikte; PKK’nın
isteklerinin tamamına yakınının ancak Anayasa Değişikliği ile mümkün olacağı
gözükmektedir. AKP’nin anayasayı
değiştirme gücü olmadığı göz önünde bulundurulduğunda bu sürecinde en
nihayetinde “Çözüm değil, Çözümsüzlük süreci olduğunu söylemek kâhin olmayacak
kadar açık görünmektedir”
f. Sünni
Merkezli Ümmetçi Dış Politika;
ABD’nin Ortadoğu bölgesinde bir model olarak sunmayı
öngördüğü AKP, dış politikada ABD’nin çizgisi ve onayı ölçüsünde hareket
edebildi. ABD’den onaysız, kendi vizyonu
“Sunni Merkezli Ümmetçi” çizgi olarak adlandırılan politik çıkışları
başarısız oldu. Ve Türkiye tarihinde ilk
kez bu kadar yalnızlaştı.
Ortadoğu’da Sünni yönetimlerle kurmaya çalıştığı ilişki
ve ittifaklar yürümedi. Mısır’da devrik İhvan lideri Mursi ve Hamas örgütüne
verilen desteğin ve “Arap Baharı” yaşayan ülkelere yönelik çıkışların bir anlam
ifade etmediği görüldü.
Başta komşularımız İran, Irak, Suriye olmak üzere bölge
ülkeleri ile anlaşmazlıklara düşüldü. Suriye krizinde izlenen siyasetin,
Türkiye’yi Ortadoğu batağına çekme riskini de beraberinde getirdi. En yakın destekçisi ABD ile ilişkilerde
gerginleşmeye neden oldu. Bölgesel sorunların çözümünde AKP dikkate değer bir
aktör olamadı.
Hatay ili, Esad muhalifi grupların barınma ve üslenme
bölgesi haline geldi. Suriye’de El-Kaide bağlantılı örgütleri desteklediği
iddia edilen ve suçlanan Türkiye’ye, ABD başta olmak üzere uluslararası
camiadan itiraz geldi. Türkiye’nin El Kaide'ye destek verdiği iddiasıyla
ABD’deki politik merkezler ve medya tarafından Türkiye'nin "terör
destekçisi ülkeler listesi"ne alınması gündeme getirildi. AKP en son
hamlesi; Irak Kürdistan Bölge yönetimi Başkanı Nakşibendi olan Mesut Barzani
ile ittifak kurmak oldu. Irak merkezi hükûmetinin tüm itirazlarına rağmen bu
işbirliğinin nereye kadar devam edeceği daha şimdiden sorgulanır oldu.
AKP’nin sürdürmeye çalıştığı ve Batı tarafından “Yeni
Osmancılık” olarak isimlendirilen diplomatik çıkışları Avrupa’dan uzaklaşma
ve “eksen kayması” olarak eleştirildi.
Buna rağmen ulusal medya’da Tayyip Erdoğan’ının; bölgesel ve küresel bir lider
olduğu, bölgede sözü geçen bir devlet adamı olduğu söylemi ısrarla yazılmaya
devam edildi. AKP'nin kısaca dış politikada gelinen yeri; "Batıdan
uzaklaşma, komşularıyla çatışma olmuştur."
g. Eski
Türkiye-Yeni Türkiye söylemi;
AKP kurmay ve yöneticilerince; eski Türkiye’den farklı
olarak yeni bir Türkiye yaratıldığı teması yaygın olarak işlendi. Yapılan bir
dizi reform ve uygulamalarla;
"Kemalist yapının dağıtıldığı, TSK kaynaklı askeri vesayetin yok
edildiği, demokrasi düşmanı darbe yanlısı kişilerden hesap sorulduğu, bu
kişilerin yargılanmalarının sağlandığı, başörtüsüne özgürlük getirildiği,
muhafazakâr-dindar kesimlerin mağduriyetinin giderildiği, elitlerin değil
halkın demokrasisinin inşa edildiği ve ileri düzeyde demokrasi getirildiği, PKK
terörünün bitirildiği, IMF borçlarının kapatıldığı, ciddi ekonomik gelişmelere
çığır açıldığı, ortaya konulan dış politika ile dünyada olup bitene kayıtsız
kalınmadığı, bölgesel bir güç haline gelindiği" savunmasıyla
“Hayaldi Gerçek Oldu” söylemi döneme damgasını vuran slogan oldu.
Diğer bir söylemde; hesabın sadece halka verileceği
savıydı. % 50 ile iktidar olan bir hareketin sadece ve sadece halk tarafından
denetlenebileceği, başka bir merci tarafından denetim kabul görmeyeceği ısrarla
işlenmekteydi.
Demokrasinin olmazsa olmaz şartının sadece oy ile
endeksli olduğu öne çıkarıldı. Oysa, demokratik seçimler iktidarın oy ile el
değiştirmesi temel göstergelerden biri olduğu herkesçe bilinen bir
kıstastı. En az onun kadar önemli olan
evrensel hukuk ve yönetim normlarına bağlı kalınması, muhalif grup ve kitlenin
talep ve arzularının göz ardı edilmemesi, kişi hak ve özgürlüklerine bağlı
kalınması gerektiği her nedense görmemezlikten gelinmekte, göz ardı
edilmekteydi.
AKP bu konuda zaman zaman despotik ve dikta rejimlerini
andıran uygulamalarıyla da dikkati çekmiştir. Özellikle geniş yığınların
katılımıyla ortaya çıkan Gezi Parkı gösterilerinin bastırılması için ortaya
konulan orantısız ve ezici güç, tüm dünya’da, bağımsız gözlemciler tarafından
eleştirildi. Diğer yandan özgür basın ve gazeteciler ciddi baskıya maruz
kaldığı ve bir kısım gazetecinin tutuklandığı görüldü.
Gezi Parkı eylemeleri sonrasında Avrupa ve ABD ‘den
ciddi anlamda eleştiriler geldi. “Ilımlı
islami bir Hukumet”e verilen desteğin, “despotik bir yönetime” yönelmesi halinde tasvip görmeyeceği ortaya çıktı. AKP, bu olaylara yaklaşımı nedeniyle ABD ve Batı
ülkelerinde ciddi destek kaybına uğramıştır.
Yeni Türkiye’de ileri sürülen bir argüman da; her türlü muhalif grubun arkasında küresel
güç ve sermayenin olduğunun ileri sürülmesi olmuştur. Bu güçlerin AKP’ye cephe
aldığı ve iktidarlarını hedeflediği savı bıkmadan usanmadan söylenmiştir. En
son olarak Başbakan Tayyip Erdoğan, 17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmaları
sonrasında ABD elçisini hedef alan çıkışı, ABD’nin sert tepkisi üzerine bir
daha dillendirilmemiştir.
h. Bir
İlk: Türk Askeri’nin Başına Çuval Geçirilmesi (4 Temmuz 2003);
Bu konu Türk milleti belleğinde bir travma oluşturduğu
için burada özetlenecektir. ABD'nin milli bayramı (Bağımsızlık Günü -
Independence Day) kutlamalarının yapıldığı günde; Kuzey Irak-Süleymaniye’de “Türk Özel Kuvvetleri” karargâhına, ABD askerleri Peşmergeler ile
birlikte baskın düzenledi. Askerlerin başlarına çuval geçirilmek suretiyle 60
saat alıkonulup, sorgulandı.
Tarihte ilke kez Türk askeri bu kadar küçük düşürücü
bir olayla karşılaştı. TBMM'de kabul edilmeyen 1 Mart teskeresi sürecinde ABD
lehinde, AKP Hükûmeti yanında pozisyon almayan TSK cezalandırılmak istendi.
ABD; 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesinden Türk Ordusunu sorumlu tutuyordu. AKP
hükûmeti bu olay nedeniyle ABD’ye hatırı sayılır bir tepki veremedi. Bunun
nedeni daha sonra ortaya çıkmıştır. 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinden 25 gün
sonra “Felaket ile Flört: Türkiye - Irak - ABD” adlı konferansta CIA’nın
Türkiye uzmanı Henri Barkey yaptığı konuşmada;
“Türkiye’de ilk kez bir İslami partinin iktidara geldiğini hatırlatarak,
AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” anlatmaktaydı.
İlerleyen süreçte;
TSK’ nın siyasi iktidar eliyle nasıl tasfiye edildiğine, ABD destekli
AKP merkezli dizayn edilen yeni Türkiye'de; "kendi milli ordusuna nasıl
bir kumpas kurulduğuna" tanıklık etmiş olacaktık.