18 Aralık 2013 Çarşamba

“AKP - PKK Görüşmeleri: Barış Süreci Değil, Yeniden Savaş Sürecidir.”

Üniter, milli devlet sistemi var olduğu sürece; etnik bölücülerin, siyasal İslamcılarla işbirliği içerisinde, Atatürk ve O’nun miras bıraktığı devlet sistemiyle mücadelesi kaçınılmaz devam edecektir.

Komünist kuramcılardan Lenin “Üretim araçlarında özel mülkiyet düzeni var olduğu sürece, bu ekonomik temel üzerinde, emperyalist savaşlar, mutlak biçimde kaçınılmaz olacaktır.”  şeklinde mülkiyetin ideolojik mücadele sistemlerindeki belirleyiciliğine dikkat çekmiştir.

Bu kuramı ülkemiz şartlarında farklı bir şekilde uyarlamak mümkündür: “Büyük Atatürk’ün kurduğu üniter, milli devlet sistemi var olduğu sürece; emperyalist güçlerin desteğiyle; etnik bölücülerin, siyasal İslamcılarla işbirliği içerisinde, Atatürk ve O’nun miras bıraktığı devlet sistemiyle mücadelesi kaçınılmaz devam edecektir.”

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş sürecinde ve devamında iki grupla kıyasıya mücadele edilerek kurulmuştur.

Yukarıda öngörü olarak ifade edilen fikir, günümüz şartları içerisinde oluşan bir olgu değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süresi ve devamında emperyalist dış güçlerin desteklediği bu iki grupla kıyasıya mücadele edilmiştir. 

Genç Türk devletine meydan okuyan;
-  Eskiye özlemi çağrıştıran irticai, gerici akımlar ve,
-  Kürt bölücülüğü olmuştur.

“Üniter, Milli Devlet’e” muhalif olan gruplar ve yandaşları, Mustafa Kemal ATATÜRK döneminde ciddi, kalıcı ve kesin bir yenilgiye uğratılmıştır. Bu grupların yenilgiye uğramalarındaki etkenlerin başında; Büyük ATATÜRK ve arkadaşlarının üstün devlet adamı özellikleridir. Diğer önemli bir neden bu muhaliflerin arkalarında yeterli “halk desteği olmayışıdır.” Bununla birlikte emperyalistlerden arzu ettikleri dış yardımı alamamış” olmaları da ayrı bir etkendir.

NATO sayesinde ülkemizdeki iç dinamiklerin kontrolü dış güçlerin özellikle ABD’nin eline geçmiştir.

2 nci Dünya Savaşına kadar ülkemizde iç istikrarı bozucu ciddi olaylar olmamıştır. 2 nci Dünya Savaşı sonrasında, Rusya’nın ülkemiz üzerindeki baskısı ve Boğazlarda üs talep etmesinin de etkisiyle Türkiye NATO’ya girmiştir. NATO üyeliği “ülkemizin bağımsızlığından” da ödün verildiği yeni bir dönemi açmıştır. NATO sayesinde ülkemizdeki iç dinamiklerin kontrolü dış güçlerin özellikle ABD’nin eline geçmiştir.
Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünya düzeninde “Üniter Milli Devlet” ciddi bir saldırı ile karşılaşmamıştır. Egemen güçler, mevcut statükonun devamının kendi güvenliği ve çıkarları açısından uygun görmüşlerdir. Ancak “gerici dini gruplar, mezhepsel farklılıklar ve ayrılıkçı kürt bölücüler” gibi gruplar kargaşa ortamı yaratılması için istismar edilebilecek unsurlar olarak değerlendirilmiştir.
Nitekim 1970 li yıllardan itibaren Ortadoğu’da ABD-Rusya mücadelesi Türkiye’yi yeni sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. ABD, komünist yayılmaya karşı “Yeşil Kuşak” olarak adlandırdığı strateji çerçevesinde ülkemizdeki dini gruplara destek olmuştur. Diğer yandan Türk devlet adamlarının öngörüsüzlüğüyle Türkiye; “Ortadoğu batağına çekilmiş, komşu ve islam ülkeleri ile arasını bozacak, ulusal güvenliğini tehdit edecek politik tercihlere yönelmiştir.”
Bu süreçte Türkiye; “İran-Suriye-Rusya” ittifakına karşı “ABD-İsrail-Türkiye” işbirliğinde yer almıştır. Rusya, Türkiye’nin cezalandırılması için düşmanca tavırlara girmiştir.  Bu çerçevede “ayrılıkçı kürt” kartını ileri sürmüş “Kürdistan İşçi Partisi-PKK” kurulmasında etkin rol oynamıştır. Rusya müttefiki olan Suriye’de, PKK’lı militanlarının barınma, üslenme ve eğitilmesini sağlanmıştır. Türkiye karşıtı cepheye daha sonra İran’da katılmış, PKK’ya topraklarını açmıştır.
Küresel rekabetin devam ettiği dönemde; PKK her ne kadar Rusya desteği ile kurulan bir örgüt olsa da, NATO üyesi ülkelerinde PKK’lı teröristlere kucak açmış ve her türlü desteği sonuna kadar vermişlerdir.

 Türkiye, bir yerde;  müttefiki olan NATO ülkelerinin desteğini alan Kürt ayrılıkçıları ile mücadeleye girmiştir. Bu dönemde, Batıya ciddi bir ikaz, uyarı ve itiraz yapılamamıştır. Bir çok NATO ülkesi toprakları PKK teröristlerin cirit attığı bir üs bölgesi haline gelmiştir.
Diğer yandan PKK terör örgütü ile birincil mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), eskiden beri rticai, gerici dini akımları da, Cumhuriyete bir tehdit görmüştür. Devlet sistemi de bu zihniyetle  bürokratik mücadeleyi devam ettirmiştir.
İki kutuplu dünya sisteminde Rusya’nın oyun dışı kaldığı süreçte; ABD, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek adına harekete geçmiştir. ABD’nin Irak’a müdahale sürecinde ABD politikasına TSK’dan alışılmadık şekilde, önemli itirazlar gelmiştir.
TSK sözcülerinin;
- NATO’yu eleştiren görüşlerle öne çıkması,
- NATO’ya bir alternatif olabilecek "Şangay birliği" ile Türkiye-Rusya-İran-Çin ekseninde işbirliğinin öneminin dillendirilmesi,
-  ABD’ nin Ortadoğu’daki düzenlemelerine karşı çıkması,
gibi nedenlerle TSK,  ABD ve diğer Batılı ülkelerin dikkatini çekmiştir. Uzun vadede bölgesel çıkarlarının tehlikeye düşeceği kaygısıyla ABD harekete geçmiş ve ABD nin yeni hedefi Türk Ordusu olmuştur. ABD, öncelikle; en büyük engel olarak görünen “TSK’nın tasfiye edilmesini hedeflemiştir”. Bunun için demokratik usul ve yöntemlerin kullanılması ilke olarak benimsenmiştir.
Diğer yandan “Müslüman dünyaya pro-tip olacak, örnek gösterilebilecek “siyasal islami” bir iktidar sunulması gayesi de güdülmüştür.”  Ezelden beri TSK düşmanlığı olan birçok politik grup kullanılmış, aralarında sorunlar olmasına rağmen bu gruplar “TSK ve Uniter Milli Devlet düşmanlığı” içinde birleşmişlerdir. 

Aynı şekilde TSK aleyhinde kamuoyu oluşturmak için medya-basın  bir araç olarak kullanılmıştır.
Karşıt gruplar;
- Siyasal İslami gruplar,
- Cemaat türü dini yapılar,
- PKK, Kürt ayrılıkçı örgütler olmuştur.
Siyasi atmasfer değiştirilmiş ve AKP İktidar olmuştur.

Ülkemizde; egemen güçlerin örtülü ve gizli desteğiyle siyasi atmosfer değiştirilmiştir. Oluşturulan olumlu hava sonucunda ilk kez dini argümanı politik bir misyon olarak üstlendiğini deklare eden AKP iktidara gelmiştir. ABD destekli AKP, iktidarını pekiştirdiği süreçle birlikte ittifak ettiği ve iktidarını paylaştığı İslami gruplarla işbirliği içerisinde “Devleti yeniden şekillendirme” içine girmiştir. Bir nevi sessiz devrim yapılmıştır. Daha önce akla bile gelmeyen birçok şey kökten değişmiştir. Laik, Üniter, Milli Devlet’i hedefi alan Cumhuriyetin ve devletin genleri ile oynanmıştır.
Tabiki asıl hedef olan TSK’nın tasfiyesi de bu süreçte tamamlanmıştır. TSK’nın devre dışı bırakılmasıyla birlikte; “Atatürk, TC, Üniter Milli Devlet, İrtica, Türk Milleti, PKK  vb.” tartışmaya açılmıştır.
Gücünü cemaatla paylaşan AKP, ülkeye itibar kaybettirmiştir.

Geçmişin hıncını alma sevdasıyla  cemaat başta olmak üzere bazı güçlerle hareket ettiği gözlenen siyasi iktidar,  gücünü bu gruplarla paylaşmıştır.  Diğer yandan AKP'nin küresel, bölgesel sorunlara odaklı ve  etkin dış politika sürdürüldüğü yaygın olarak söylensede,  sürdürülen dış politika içinden çıkılmaz hal almış, Dış politikadaki  her önemli adım Türkiye aleyhine dönen bir kuşatmaya dönmüştür. Modern Dünya'da Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının Suriye’de; Kökten dinci örgütlere destek oldukları iddiaları ile Uluslararası Mahkemede yargılanması talep edilmeye başlanmıştır. Devlet kurumları arpalık haline getirilmiş, yandaş zihniyete peşkeş çekilen, kadrolaşılan alanlar haline dönüşmüştür. Türkiye Cumhuriyeti  hızla itibar kaybetmiş, saygınlığı sorgulanan bir ülke haline gelmiştir.
ABD gözetiminde AKP-PKK görüşmelerinin başlatılmıştır.

Öte yandan; ABD gözetiminde; AKP-PKK görüşmeleri basına yansımıştır. AKP, kendinde aslında var olmayan özgüvenle PKK terörünü bitirip, ülkede barışı egemen kılacağını ilan etmiştir. PKK’nın, dış bağlantılarından ziyade, “sanki ülke içerisindeki dinamiklerin, sorunların bir sonucu olduğu iddiası” ile kendisinden önceki siyasal iktidarların ve askeri vesayetin, PKK terörünün bitirilmesinde engel olunduğu yaygarası yayılmıştır. Birçok siyasi kişilik, bürokrat PKK örgütüne şirin görünme yarışına girmiştir.
Aslında yapılanlara bakıldığında “Çözüm” olarak AKP’nin yapmaya çalıştığı; PKK’nın dolayısıyla Terörist Abdullah Öcalan’ın isteklerinin kabul edilmesinden başka bir şey değildir.
AKP eliyle sonuçlandırılmak istenen sözde "Çözüm Süreci" istekleri
  • Uniter Milli Devletin dağıtılmas,
  • Anayasa’nın değiştirilmesi,
  • Anayasada Kürtlerin ayrı bir halk olarak tanınması,
  • Anayasada Kürtçenin eğitim dili olarak serbest bırakılması,
  • Anayasada İdari yapıda federasyon benzeri siyasi ve ekonomik bir “ Özerk” ayrı bir yapının oluşturulması,
  • Köy Koruculuğunun kaldırılması,
  • Abdullah Öcalan’nın serbest bırakılması,
  • PKK teröristlere Af getirilmesi,
  • Okullarda Andımızın kaldırılması,
  • Türk Devleti kurucusu Atatürk’ün resim ve heykellerinin kaldırılması,
  • Araştırma komisyonu oluşturulması bu sayede eski yıllarda bölgede görev yapan güvenlik personelinin yargılanması,
  • Bölge, yer ve şahıs isimlerin mahalli isimlerle değiştirilmesidir.
PKK’nın yukarıda sıralanan talepleri daha önce, gündeme getirilmiştir.
Abdullah Öcalan’nın Kenya'dan Türkiye'ye getirildikten sonra 2 Ağustos 1999 tarihinde yaptığı bir çağrı ile PKK gruplarını sınır dışına çıkarmış, 22 Eylül 1999 tarihinde de sözde “Demokratik Cumhuriyete destek ve iyi niyet adımı” olarak bir grup PKK’lının Türkiye'ye gelmesini istemişti. Bunun üzerine PKK 1 Ekim 1999 tarihinde: sözde “Barış ve Demokratik Çözüm Grubu”, Türkiye'ye silahlı olarak giriş yapmıştır. “Görevim gereği, gözaltına alınan 8 kişilik sorgulaması sırasında bulunmuştum. Bu kişilerin öne sürdükleri ve istedikleri şartlar, yukarda sıralanan şartlarla aynıydı. Ancak, zamanın Hükümeti bunlara itibar etmedi. Ön koşulsuz olarak tüm silahlı grupların teslim olması haricindeki talepler kabul görmedi.”
AKP, PKK'nın isteklerini yerine getirme konusunda istekli görünmektedir.

AKP, PKK’nın isteklerini yerine getirilmesinde önceki hükûmetlerin aksine istekli olduğu görünmektedir. Bu doğrultuda kamuoyu oluşturmak adına her türlü imkân seferber edilmiştir. Bu süreçte; TSK’nın operasyonları askıya alınmış, TSK ateşkes durumuna geçmiş, Bölge PKK’ya teslim edilmiştir. PKK’nın tehditleri karşısında birbiri ardına “Reform Paketi” adı altında kanuni düzenlemeler yapılmıştır. Diyarbakır’da konuşan Başbakan Kürdistan tabirini keyifle dillendirmiştir. Ancak, bu düzenlemelerle PKK’nın taleplerinin karşılanması mümkün değildir.
Burada yapılmak istenen örgütle mücadele olmadığını söylemek mümkündür: Amaç, siyasal İslam’ın “ümmet felsefesine” uygun olarak devletin yeniden inşa edilmesi, Üniter, Milli Devlet’in tasfiye edilmesidir. Nitekim; sözbirliği içerisinde başta siyasi iktidarın sözcüleri olmak üzere; Siyasal İslami gruplar, Cemaat türü dini yapılar ve Kürt ayrılıkçı örgütler;  “Üniter, Milli Devlet”i iştahla tartışmaya açmışlardır. Hatta bir Türk Irkı olmadığını, insanların sabrını zorlar şeklinde ifade eder olmuşlardır.
AKP, ABD ve egemen güçlerden aldığı destekle PKK ile yapılan görüşmelerin olumlu sonuçlanması durumunda siyasi kazanımlar elde edileceği öngörmektedir. 
Bölgede; PKK’nın kontrolü dışında başka siyasi partilerinde olabileceği, İslami Kürt partilerinin de var olacağı, AKP oylarının artacağı, bu olumlu hava ile İktidarının daha uzun yıllar süreceği hesabı yapıldığı gözlenmektedir.
Süreçte muhtemel gelişmeleri / olabilecekleri  şöyle sıralayabiliriz.
  • “PKK,  kadrolarını yenilemiş, ilişki ve ittifaklarını geliştirmiş, militanlarını eğitmiş, lojistik imkânlarını artırmış, Silahlarını yenilemiş ve tamamlamış, başta Suriye’de olmak üzere yeni siyasal kazanımlar, mevziler elde etmiştir. PKK, terör eylemlerine olanca hızıyla geri dönebilecek duruma gelmiştir.”
  • AKP’nin, neye mal olursa olsun ve her şeye rağmen PKK’nın taleplerini yerine getirme gücü yoktur. AKP, “tüm bu 11 yıllık süreçte, iktidara geldiği andaki sorundan çok daha fazlasını şu an kendisinden sonra miras bırakır hale gelmiştir.”
  • Toplumsal ayrıştırma, Atatürk, TSK ve milli değerleri itibarsızlaştırma, PKK’yı siyasallaştırma, uniter devleti tartışmaya açma gibi hayati konularda ağır tahribatlar açmıştır. Bununla birlikte despotik ve kanun dışı uygulamalarla da modern dünyadan çığ gibi tepki toplamıştır.  En nihayetinde üstlendiği misyonu tamamlamıştır. Önümüzdeki süreçte;  varoluş mücadelesine gireceği ve kendisini iktidar eden güçlerin avucunda eriyeceği değerlendirilmektedir.
  • Diğer yandan; ABD-AKP ilişkileri arzu edilen düzeyde gitmeme riskleri taşımaktadır. 
  • Gelişen jeopolitik durumlara göre PKK'ya farklı misyon verilmesi de imkan dahilindedir. 
  • ABD, İmparatorluk felsefesinde yönetilen, uzun vadeli plan ve uygulamalarla dünya ölçeğinde gücünü, kudretini koruyabilen bir devlettir. ABD, içerde operasyon yapmak istediği ülkede; işbirliği yaptığı politik güçleri veya figürleri bir süre sonra deviren, saf dışı eden bir algıya sahiptir. Siyasi tarih bunun birçok örneği ile doludur. Hedef ülkede çatışma ve rekabet içinde olan gruplar ve politik figürler zevkle kullanılmaktadır. Süreç içinde yeni sorunlar ve kargaşa ortamının yaratılması sağlamaktadır. Bu, büyük güç olmanın  doğası  gereğidir.
Sonuç;

Uzun bir şekilde özetlemeye çalışıldığı gibi, PKK ancak; “emperyalist gücün taşeronu alan siyasi kadrolarla değil;  milli ve öngörü sahibi devlet adamlarının kararlı, taviz vermez tutumlarıyla, Israrla takip edilecek milli dış politikayla, buna paralel olarak  örgütün lider kadrosunun yok edilmesiyle ve  kesintisiz sürdürülecek askeri başarıyla bitirilebilir.”